Tarihi kaynaklarda 2. yüzyıldan itibaren Hun-Türk kavimlerinin Avrupa’nın doğusunda, Ural Dağları’nın güneyinde görüldükleri bilinir.
Ancak o zamanki Avrupa’nın etnik durumunu altüst ederek
bugünkü manzarasını almasına sebep olan Hunların,
ne zaman buraya geldikleri hakkında kaynaklarda tam bir bilgiye rastlanmaz.
Öte yandan ilk defa olarak Avrupa’da devlet kuran Türk kavmi,
daha sonraki adıyla Attila Hunlarıdır.
Bütün doğudan gelen kavimler gibi Hunlar da
Macar ovasının Tuna ve Tisa ırmakları arasındaki bozkır uzantısını
kendi göçebe hayatları için daha uygun buldular.
MS 4. yy. da başlayan Hunların batıya hareketlerinin arkası kesilmedi.
Macarlar, Bulgarlar (Onogur, Kuturgur, Uturgur),
Peçenekler, Uzlar, Gagauzlar, Kumanlar, Avarlar,
Karadeniz’in kuzeyinden Doğu Avrupa, Orta Avrupa ve
Güneydoğu Avrupa’ya gelip yerleşen Türk boylarından bazılarıdır.
Hunların, Macarların, Avarlann ve Bulgarların göçten sonra devletler kurmuş olmaları,
buraya gelen Türk topluluklarının sayısı hakkında bir fikir verebilir.
Yani devlet kurabilecek kadar kalabalık gruplar halinde geldikleri muhakkaktır.
5. yüzyılın başından itibaren Hunlar, Trakya’ya ve Balkanlardaki
Bizans arazisine taarruz etmiş ve İmparatorluk her defasında
Hunlara ağır vergiler ödemek suretiyle sulhu sağlayabilmiştir.
Balkanlar tarihi, Türk tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Balkan kelimesi dahi, sıra-dağ ve ormanlık dağ anlamında Türkçe bir sözcüktür.
Balkanlar’da Avar, Peçenek, Oğuz ve Kuman Türkleri ile gelen bir yenilik de vardır.
Her şeyden önce yarımadanın, nehir, göl, dağ, yayla, tepe, vadi, köy, şehir ve diğer yer adları
Türkçeleşmiş; atlar çoğalmış, ipek, haşhaş, pirinç ve diğer tarım kültürleri yaygınlaştırılmıştır.
Axios nehrinin adı Vardar olmuş,
Lihnidos gölü Ohri adını almış,
Skardos dağının adı Şardağ olarak Türkçeleşmiştir.
Hırvatların atalarının Kuzeyden Adriyatik Denizi’ne olan göçlerinde, aşağıdaki reisleri bulunuyordu:
Külük-meşhur, Kösendzi (-zi Türkçe isim son ekidir, isim muhtemelen Küsendzi idi);
Mugel, Alpel (kahraman), Tugay (erman), Buga (boğa), Fin Mikkela’nın tesbit etmiş olduğu gibi.
Bu adların hepsi Türkçe ve şimdiki halde Avar adlarıdır.
Konstantines Perphyrogennetes adı geçen eseri Aziz Pankratios’un biyografisinde,
750 sıralarındaki Atina havalisi Avarlarından söz ederken:
“hei Sklavei kei tei Avarei kaleumenei,” yâni
Avarları Slavlar diye de adlandırdıklarını zikretmektedir.
Boşnak dilbilimcisi Abdullah Şkalyiç şöyle diyor:
“Bazı bilim adamları Türk sözlerinin Balkanlarda ve özellikle
Slav dillerinde yerleşmesini Osmanlı Türklerinin bu yerlere gelmelerine bağlamasına rağmen,
reddedilemeyen bir gerçek vardır ki o da
Osmanlılardan önce Türk milletlerinin etkisinin bu dillerde mevcut olmasıdır.”
Balkanların Türkleşmesi, yaygın olan bilgiye göre
MS 4. yüzyıl sonlarında Avrupa’da Hun Türkleri (Attila) ile başlar.
374 yılında başlayan Avrupa Hunlarının İdil (Volga) Irmağı’nı geçerek
Doğu Avrupa steplerindeki kavimleri Batı Avrupa’ya doğru sürmesi olayına,
“Kavimler Göçü” adı verilmiştir.
O sıralarda Hun Başbuğu Balamir idi.
İlk büyük taarruz Ostrogot’lara yapıldı.
Bu devlet Hun’lara karşı dayanamayıp yıkıldı.
Ostrogot kralı Ernanarich intihar etti (374).
Hunlar onun yerine Hunimund’u tayin ettiler.
İkinci taarruz Vizigotlara karşı yapıldı.
Çok ağır olan bu darbe onlarıda çökertti.
Hunlar şaşırtıcı süvari taktikleri ile batıya doğru harekete geçince
Vizigot kralı Atanarich batıya doğru kaçtı (375).
Hun akıncıları umulmadık zamanlarda umulmadık yerlerde görülerek,
ani ve şiddetli darbeler indiriyordu.
Hun taarruzu korkunç akisler yaratırken, Doğu Avrupa kavimleri dehşet içinde idi.
Kendilerini kuvvetli zannedenler Hunlar karşısında çaresiz kalınca,
aleyhte hikâyeler yazmaya başladılar.
Bu arada Hunlar bazı yardımcı Germen birlikleriyle beraber 378 yılında
Tuna nehrini de geçerek güneye doğru ilerlediler.
Romalılar karşı çıkmaya cesaret edemedi.
Hunlar Trakya’ya kadar ilerlediler.
Hunların bu ilerlemesi üzerine kendisini emniyette hissetmeyen Vizigotlar
Doğu Roma ile anlaşarak daha güneye indiler.
Artık Tuna nehrinin kuzeyinde Hunlara karşı duracak kuvvet kalmamıştı.
Gotlar ve Romalılar perişan olduğu halde Hunlar ileri harekâta devam etmediler.
Çünkü Hunlar kısa zamanda büyük bir araziyi ele geçirmişlerdi ve
buraları düzene sokmak lazımdı.
Doğu Romalılar bunlarla dostluk kurmaya çalıştı.
İmparator Teodosius yıllık vergi vermeye bile razıydı.
390’lı yıllarda Balkanlara yerleşmeye başlayan Hunları,
610’larda Avar Türkleri ve 670’lerde Bulgar Türkleri takip eder.
680 yılında Azak Denizi civarındaki Büyük Bulgarya adıyla anılan
Bulgar Hanlığı’nın dağılmasından sonra Asparukh (İsperih) Han önderliğindeki
Kutrigur Bulgarları, bugünkü Kuzeydoğu Bulgaristan topraklarına yerleşerek,
Ağbaba (Pliska) merkezli Tuna Bulgar Hanlığı’nın temelini atarlar.
11. yüzyılda Tuna üzerinden gelerek kalabalık kitleler halinde akın eden Türk kavimlerinin,
Balkan Yarımadası’nı büyük ölçüde Türkleştirdiği görülür.
1036 yılında Tuna’yı geçerek Silistre- Şumnu arasında
Deliorman topraklarına yerleşen Turak Han önderliğindeki Peçenek Türkleri,
Turakhan (Tutrakan) Kalesi’ni kurarak,
Bizans’ın Tuna sınırını korumakla görevlendirilirler.
1048 yılında Tuna’yı geçen Kegen Bey yönetimindeki Peçenekler,
bugünkü Türkiye Trakya’sına yerleşirler ve güçlü bir donanmaya sahip olan
İzmir Beyi Çaka Bey ile anlaşarak İstanbul’u almaya ve Bizans’a son vermeye hazırlanırlar.
Bizans’ın Karadeniz kuzeyinden kiraladığı Togurtak ve Bönek komutasındaki
40 bin kişilik Kuman (Türk) ordusunun yardımıyla
1091 yılı baharında Meriç Nehri boyunda yapılan savaşta, Peçenek ordusu imha edilir.
Peçenek kadın, çocuk ve hayvan sürülerini ganimet olarak paylaşan bu Kuman ordusu,
Rodop Dağları’na iskân edilerek, Bizans ordusuna paralı asker olarak kaydedilir.
Rodoplara yerleştirilen bu Kuman-Peçenek Türk kitlesi,
daha sonraki Pomak topluluğunu oluşturacaktır.
1080’li yıllardan itibaren de Kuman-Kıpçaklar Balkanlara akın ederek,
Rodop Dağları, Vardar Makedonyası, Dobruca ve Tuna boylarına yerleşirler.
Böylece 11. yüzyılın sonlarına kadar, kısmen 12. ve 13. yüzyıllarda da devam eden göçler sayesinde
Osmanlı fetihleri öncesinde Balkanların belirli yörelerinde kesif bir Türk yerleşimi gerçekleşir.
Uzlarla, Peçeneklerin bir kısmı ücretli Bizans askerleri olarak Balkanlardan Anadolu’ya geçirilmiş ve
26 Ağustos 1071 tarihinde Malazgirt Meydan Savaşı’nda
Selçuklulara karşı savaşmaları istenmişti.
Ama Uzlarla, Peçenekler karşı tarafta kendileri gibi Türkçe konuşanları görerek,
onların soydaşları olduğunu fark edince, Bizans cephesini terk edip, gönüllü olarak,
Selçukluların safına geçmişler, Bizanslılara beraber saldırmışlardır.
Osmanlı Türkleri Balkanlara girmeden önce,
11.-14. yüzyıllarda Kıpçak/Kumanların bölgede üstün tarihi rolü yeterince vurgulanmamıştır.
Özellikle, Dobruca’dan Akkerman’a kadar step bölgesinde yerleşmiş ve
Hristiyan dinine geçmiş olan Kıpçak/Kumanlar çeşitli hanedanlar kurmuşlardır.
Deli-Orman ve Yama’dan Tona’ya kadar giden bölge daha
Osmanlılardan önce gerçek bir Türk yerleşim alanı olmuştur.
Güneyden, Anadolu’dan Türklerin Balkanlara gelip yerleşmesi, 1260’lara kadar iner.
Kuzey Karadeniz bölgesinden gelen Türkler zamanla Hristiyanlığı kabul edip
yerli Slavlarla karıştıkları halde, Anadolu’dan gelen Türkler,
kendi din ve kültürlerini saklamayı başarmışlardır.
İlk yerleşme, 1261’de Moğollardan kaçıp Bizans’a sığınan
Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus‘la gerçekleşmiştir.
Moğol idaresinden kaçan otuz-kırk kadar Türkmen obası,
kutsal kişi olarak tanınan Sarı Saltuk Baba ile İzzeddin Keykavus’un yanına gelmiş ve
Bizans imparatoru tarafından Kuzey Dobruca’ya yerleştirilmiştir (1263).
Altın Ordu emiri güçlü Nogay‘ın himayesi altına giren bu Anadolu Türkmen grubu,
burada Baba-Saltuk kasabası ile başka kasabalar kurmuşlardır.
1332’de buradan geçen İbn Bat-tuta, Baba kasabasını “Türklerin oturduğu bir şehir” olarak anar.
Nogay ölünce (1300) yerine geçen putperest Moğol hanları zamanında
Türkmenlerden bir bölüğü, Anadolu’ya geri dönmek için göç etmişler (1301);
kalanlar ise yerli Kumanlar arasında Hristiyanlığı kabul etmişlerdir.
Bunlar; Keyküvus’un halkı anlamına Gagvuz adı ile günümüze kadar gelmişlerdir ve
bugün kendi siyası varlıklarını tanıtmaya çalışmaktadırlar.
Osmanlılar Balkanlarda ilerlerken yönetimleri altına aldıkları bölgelere
çeşitli Türk toplulukların’ yerleştirmiştir.
Bu işi bir istilacı anlayışı içinde değil, düzenli ve sistemli bir “iskan politikası” ile yapmıştır.
Türk toplulukları Balkanlara yerleştirilirken yerli halka zarar vermemeye ve
haksızlık yapmamaya büyük özen gösterilmiş ve
bu anlayış iskân politikasının değişmeyen kurallarından biri olmuştur.
Sultan I. Murad’ı müteakiben Yıldırım Bâyezid döneminde de
Rumeli’nin Türkleşmesi amacıyla daha büyük ölçüde
Türkmen unsurun nakledildiği bilinmektedir.
Bâyezid devrine ait ilk iskân kaydı 1400–1401 yıllarında
tuz yasağına uymayan aşiretlerin nakledilmesi ile ilgilidir.
Fatih Sultan Mehmed zamanında, Kastamonu ve Sinop’un fethinden sonra,
İsfendiyaroğulları Beyliği’nin başında bulunan İsmail Bey de,
bütün cemaati ile birlikte Bulgaristan Filibe bölgesine iskân edilmişlerdir.
1520–30 yılları arasında Balkanlardaki 77.268 olan göçebe sayısı,
1570–80 yıllarında yüzde 51 artarak 116.219’a yükselmiştir.
Günümüzde Balkanlardaki nüfus hareketlerine bakıldığında,
Müslüman Türk nüfus hayli gerilemiştir.
Toplam bazda bakıldığında Balkanlarda 1,5 milyon civarında Türk nüfus yaşamaktadır.
Selanik merkezli, Türk aydınlanmasının bağrından çıkardığı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosunun çoğunlukla Balkan kökenli olması tesadüfü değildir.
Rumeli vilayetlerinin Avrupa’ya en yakın bölgeler olmalarının
entelektüel hayatta kaçınılmaz yansımalarının yanı sıra,
o günün Osmanlı tebaası içinde yer alan etnik toplumlar arasında doğan
milliyetçi akımların faaliyetlerinin genç Türk aydınlarını etkilememesi ve
onları vatan kaygısı içine düşürmemesi mümkün değildi.
Nitekim başında Büyük Önder Mustafa Kemal’in yer aldığı,
siyasi kişilikleri gençliklerinin geçtiği Balkanlarda oluşmuş lider kadro
bugünkü modern devletimizi kurmuştur.
Bu sebeple Cumhuriyetimizin temelinde
çok kuvvetli bir Balkan dokusu bulunduğunu söylemek yanıltıcı olmayacaktır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlardaki hâkimiyeti beş yüz yıl sürmüş,
1878 Osmanlı-Rus savaşı sonrası imzalanan Berlin Anlaşması ile
Balkan topraklarında sınırlar yeniden çizilmeye başlamıştır.
Bu dönemde Osmanlı’nın çöküş içinde olması ve Fransız Devrimi,
milliyetçilik akımlarının filizlenmesine neden olmuş,
1878 yılında Sırbistan ve Romanya bağımsızlıklarını ilan etmiş ve
özerk statüde Bulgar Prensliği kurulmuştur.
19. ve 20. yüzyıllarda sayısız göç dalgalarıyla ata yurtlarından koparılarak
Türkiye’ye göç ettirilen milyonların, araya nesiller girse de
yaşadıkları acıları unutmak mümkün değildir.
Diğer yandan tüm göçlere rağmen Balkanlarda hemen her ülkede varlıklarını sürdüren ve
Türkiye’yi ana vatanları olarak gören Osmanlı bakiyesi Türk toplumlarının varlığı,
Türkiye’yi Balkanlara bağlayan zincirin en güçlü halkalarından biridir.
Türk toplumlarının yanı sıra kendilerini Türkiye’ye çok yakın hisseden,
Türkiye’de çok sayıda yakınları bulunan Boşnaklar ve Arnavutlar gibi,
akraba saydığımız toplumları da Balkanlar politikası çerçevesinde değerlendirmek zorundayız.
1912-13’teki Balkan Savaşlarının sonucu ortaya çıkan
milli devletlerin doğumu hayli sancılı olmuştur.
O denemde ve onu takip eden o yıllarda Balkanlardan
Türkiye’ye çok sayıda kitlesel göçler vuku bulmuş, büyük acılar yaşanmıştır.
Son olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi:
“Muhacir diye küçümsenenler, tarihin yazdığı savaşlarda en geriye kalanlar,
yani düşmanla sonuna kadar dövüşenler çekilen ordunun ricat hatlarını sağlamak için
kendilerini feda edenler ve düşman karşısında kaçmak, çekilmek nedir bilmeyenlerdir.
Muhacirler kaybedilmiş ülkelerimizin milli hatıralarıdır.”