Bilen bilir: Eskiden “Hazırlanın! Bir alacakaranlık tüneline giriyoruz” diyordum. Şimdi mi? “Tünele girdik. Kemerleri bağlayın!”
Baktım gene ortalık toz duman. 103 emekli amiralin mezkur bildirisi sonrası herkes gene “ideolojik midesinden” konuşuyor. Bu kritik tartışmaya tarafsız ve nesnel bir perspektifle katkı sunmak için gene iş başa düştü.
Konu belli: İktidarın “Haftalık Düşman Panosuna” yerleştiriverdiği ve uzunca bir süre de panodan indirmeyeceği gözüken 103 emekli (yani sivil) Amiralin aslında Montrö Anlaşması’nı konu alan ama biraz da içeriği ve tonu itibarı ile iletişim amacından taşan bildirisi.
Aslında ne güzel olurdu Sn. Cumhurbaşkanı şunu deseydi: “Emekli amirallerimiz şahsi görüşlerini açıklamışlar. Biz hükümet olarak kendilerine katılmıyoruz ama Anayasa Madde 25 ve 26 kapsamında hakları olan düşüncelerini serbestçe ifade etmişler. Görüşlerini aldık. Kendilerine teşekkür ederiz.”
O zaman hepimiz dağılır, memleketin gerçek gündemine yani ekonomik krizine, tenceresi kaynamayan mutfağa, bir türlü gelemeyen aşıya, lebalep dolu hastane yoğun bakım servislerine, evde boş boş oturan gençlere, kriz intiharlarına yani halkın gerçek gündemine yoğunlaşırdık. Ama sanırım pek de gerçek gündeme dönmemize istemiyor olacak ki biz iktidardan olayı soğutan bir tavır görmüyoruz. Tam tersine yeni bir kriz faslı olarak bu sabah 10 emekli amiral gözaltına alındı. Ve de görünen soruşturma büyüyecek. Şimdi soru şu: Acaba bu soruşturma halen Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) görevli muvazzaf personele, yani görevdeki general/amirallere de sıçrar mı? Size bir turnusol kağıdı: Eğer bir muvazzaf (görevdeki) personele yönelik bir gözaltısı görürsek bilin ki o zaman artık başka bir Türkiye’ye giriş yaptık. Hayırlı olsun..
Şimdi GERÇEKLER!
Gerçek 1: Bildirinin hem tonu hem de içeriği sıkıntılı. Bildiri hem tonu hem de içeriği açısından çok “asker” kokuyor ve hemen bir kısım zihinleri “dikiz aynasına” bakmaya zorluyor. Acaba kurmay eğitimi almış amirallerimiz bu tonu ve dili niçin tercih etti? Acemilik mi var kasıt mı? Sanırım bu soruyu ileride daha net cevaplayabileceğiz. Ama mesela bu bildiri sadece Montrö’ye odaklansa idi ve sivil denizcilerin de imzası ile “400 Denizcinin Montrö Bildirisi” adıyla çıksaydı çok da sorun olmazdı gibi. Zaten geçen hafta diplomatik bir dille yazılmış “Emekli Büyükelçiler Bildirisi” sonrası çok da sorun yaşanmadı. Bildiri imzacıları isteselerdi çok daha demokratik görünümlü bir metin ortaya çıkartarak daha geniş bir kamuoyu desteği üretebilirlerdi. Bunu düşün(e)memişler.
Gerçek 2: Açık kaynaklara düşen yorum ve paylaşımlardan anlıyoruz ki aslında bu bildirinin hazırlığı yaklaşık bir aydır devam ediyormuş. Bildiride öne çıkan imzacıların WhatsApp gruplarındaki paylaşımları, yine emekli askerlerin çeşitli sosyal medya grup ve platformlarındaki bildiri taslakları, bu taslağa ilişkin görüş ve yorumları ile paylaşımları “devletin” takibi altında imiş. Yani böyle bir bildirinin yayınlanacağı zaten “devlet tarafından” biliniyor. O zaman “Devlet” istese ilgililer nazikçe veya sertçe ikaz edilerek bildiriyi önleyebilir, veya hem içerik hem de yöntem açısından daha makul hale gelmesini sağlayabilirdi. Zaten bildiri sahipleri de “devleti” bilen insanlar. Eminim çok da sorun çıkarmazlardı. Gerektiğinde istifa edeceği iddiaları sızınca Sn. Berat Albayrak‘ın tüm sosyal medya hesaplarını askıya alarak kilitleyebilen, tüm haber kanallarına konu ile ilgili “rica gönderebilen” güçlü devletimiz acaba bu bildiri hazırlığından önceden haberdar ise neden burada umursamaz bir tutumla bildirinin bu içerikle ve bu yöntemle çıkmasına göz yumdu, bildiriye yol verdi? Sanırım müteakip süreçte yaşanacaklar bize bu soru hakkında daha çok ip ucu verecek.
Gerçek 3: Bildirinin zamanlaması kesinlikle yanlış. Her biri kurmay eğitimi almış, zaman planlaması konusunda uzmanlaşmış, durum muhakemeleri yapabilen, ihtimali planlamalar konusunda iyi seviyede, süreç analizlerini bilen emekli amirallerimizin bu bildirinin olası sonuçları ve iktidarın bu bildiriye şu anda, ülke gündemi ve yakıcı sorunları belli iken verebileceği tepkileri görememeleri nasıl açıklanabilir? İdeolojik körlük mü, kitlesel öfke mi? Rovanşist refleksler mi? Ordu elden gidiyor kaygısı mı? Sanırım zamanlama konusundaki hususları da ileride daha iyi anlayabileceğiz.
Gerçek 3: Bildiriyi yayımlamak için seçilen zaman (Cumartesi gecesi saat 01.52) ve yayımlamak için tercih edilen mecra da sıkıntılı. Bildirinin yayınlandığı platform emekli askerlerle, ulusalcı, sert laik ve Kemalist duruşu ile dikkat çeken sert bir haber sitesi. Acaba imzacı 103 amiralimiz bildirinin yayınlanacağı saat ve nerede yayınlanacağı konusunda bilgilendirilmediler mi?
Peki bu bildiri ne anlama geliyor?
İlk ihtimal: Artık iktidar Kemalist, anti-Amerikancı görüşleri ile tanınan Sert Seküler/Ulusalcı Güvenlik Bürokrasisi ile yolunu ayırıyor. (Bence büyük İhtimal bu) Emekli amiraller bence sadece bu Montrö konusundaki çıkışlara kızmadı. 5 Mart 2021’de Resmi Gazete’de “Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” [1] değişikliği yayımlandı. Bu değişikliğe göre subay ve general/amirallerin kadro ile tayin/atama işlemlerinin Genelkurmay Başkanlığı’ndan alınıp Savunma Bakanlığı’na devredilmesi, yine astsubayların kadro ile tayin/atama işlemlerinin kuvvet komutanlıklarından alınıp Savunma Bakanlığı’na devredilmesi TSK içinde ve emekliler arasında büyük rahatsızlık yarattı. Bu kanun değişikliği asker camiası içinde 2021 Ağustosunda iktidara daha yakın ve itaatkar bir TSK dizayn etmek için yapılacak bir “tırpanlamanın” kanuni altlığı olarak görülüyor. Tam da bu nedenle hem bu biliri sonrasında açılan soruşturmada gözaltına alınacak muvazzaf (görevde) general/amiral olup olmayacağı ve 2021 Ağustos ayındaki YAŞ sürecinde terfi ve emekli edilen general/amiral listeleri önem kazanıyor.
Diğer ihtimal ise iktidarın emekli amirallerle “Danışıklı bir dövüş” içinde bu bildiri sürecini planladığı görüşü. Bu bence daha düşük olasılık. Çünkü hem zaten son 6-8 aydır, iktidarın Biden yönetimi ile AB süreci üzerinden “ABD ve Avrupa’ya yanlama” çabaları nedeniyle, hem de TSK’yı ilgilendiren konulardaki hukuki mevzuat değişiklikleri nedeni ile iktidar ile hayata daha çok laik, anti-emperyalist ve TSK’nın kurumsal kültürü ve gelenekleri perspektifinden bakan emekli general/amiraller arasında görüş ağırlığı vardı. Özellikle medyaya düşen “Tekkedeki Amiral” haberlerinin emekli general/amiral camiası içinde bomba etkisi yaptığı çoğunlukla biliniyor. Amiral üniforması ile yapılan tekke ziyareti ile yine üniforma üstüne giyilen sarık ve cübbenin bir general/amiralin zihinsel kodları üzerinde ne tür bir şok etkisi yarattığını ancak TSK’da görev yapanlar bilebilir. Yine Sn. Devlet Bahçeli’nin Twitter hesabından “O amirallerin rütbeleri sökülsün” açıklamaları ve sert tepkisi de “danışıklı dövüş” ihtimalini zayıflatıyor.
Önümüzdeki dönemde yaşanacak muhtemel gelişmeler
İşte bu muhtemel gelişmelerden korkuyorum. Acaba Türkiye 2000’lerin ortasından itibaren Balyoz-Ergenekon süreçleri, FETÖ kumpasları ile girdiği hukuk katliamları sarmalına yeniden mi girecek? Acaba 15 Temmuz 2016 hain darbe girişimi sonrasında yaşanan ve çoğu hak ihlali taşıyan toplu tasfiyeler gibi yeni bir tasfiye süreci mi TSK’yı bekliyor? Acaba bu bildiri soruşturması TSK’yı bir “parti ordusu” haline getirmek için bir yol temizliği mi? İnanın çok zor sorular.
Acaba iktidar bu bildiri soruşturmasını kılıç yapıp TSK içindeki “ayrık otları” kesecek mi? Acaba bu kriz süreci siyasete alet edilip bundan siyasi rant mı devşirilecek?
Elimizde bir net gösterge var. Acaba önümüzdeki süreçte bir kısım medyada “işte darbe yazışmaları” “TSK’daki hain hazırlık deşifre edildi”, “Yeni bir darbe önlendi” gibi manşetler ile emekli ve görevdeki askeri personelin e-mailleri, telefon tapeleri ve WhatsApp mesaj dökümlerinin servis edildiğini görür müyüz? Bu sorunun cevabı bize önümüzdeki süreç hakkında bilgi verecek.
Bir de ben önümüzdeki dönemde sert Atatürk-İslam, Atatürk-Erdoğan, Cumhuriyetin kurucu değerleri- muhafazakâr değerler ve laiklik üzerinden çok sert tartışmaların yaşanacağını öngörüyor ve kaygılanıyorum.
Bilen bilir: Eskiden “Hazırlanın! Bir alacakaranlık tüneline giriyoruz” diyordum. Şimdi mi? “Tünele girdik. Kemerleri bağlayın!”
(Metin Gürcan’ın yazısı T24 haber sitesinden alıntıdır.)