Merhaba değerli okurlar,
Bundan böyle sağlık konularında beraber olacağız. Köşemde hem ruh salığı ,hem de beden sağlığına değineceğim. Sağlıkla ilgili yenilikler, bilinmeyenler ve farklı bakış açılarını paylaşmaya çalışacağım. Hepimiz ‘önce sağlık’ diyen atalarımızın yolundan ilerleyip kendimizin, yakın çevremizin ve de toplumun sağlığına sahip çıkmalıyız. Üstelik de yaşadığımız pandemi sağlığın ne kadar önemli olduğunu bir tokat gibi yüzümüze vurmuşken.
OLACAK İŞ DEĞİL !!
Son yılın en sarsıcı haberlerinden iki tanesini paylaşıyorum:
29 yaşındaki 3 çocuk annesi M.T, evinde doğum yaptı. Hemen ardından yeni doğurduğu bebeğini bıçaklayarak öldürdü. Kocaeli İl Asayiş Şube Müdürlüğüne getirilen M.T, daha sonra adliyeye sevk edildi.
Adıyaman’da, 1 günlük bebeğinin ağzını bezle kapatarak, boğan 2 çocuk annesi Fatma U. sinir krizi geçirdiği sırada bebeğini öldürdüğünü ve pişman olduğunu itiraf etti.
Bu iki anneninde haberini öğrendiğinizde ‘Gerçekten dünyanın çivisi çıkmış’, ‘Ne cani anneler var!’, ‘Nasıl olur da bir anne yavrusuna kıyar?’….. kabilinden cümleler belki de çok daha fazlası ve ağırları içimizden geçmiş olabilir.
NE OLDU BU KADINLARA ?
Evet soru bu. Daha da doğrusu ‘Ne değil, neler oluyor bu kadınlara?’
Bir gazeteci ve bir psikolog olarak cevabım çok şey oluyor bu kadınlara. Amacım asla masum iki bebeğin cinayetini mazur göstermek değil yanlış anlaşılmasın. Amacım sadece son zamanlarda fastfoodlaştırılan düşünce şeklimizin direksiyonuna tekrar geçmemizi sağlayabilmek. Yani olayları bize sunulduğu gibi yalın kat cümlelerle anlamak yerine daha derine inip çok yönlü düşünme yeteneğimizi tekrar harekete geçirmek.
Küçüklükten itibaren kızlar genellikle bebeklerle oynar. Onları uyutur, yatırır kaldırır, doyurur, avutur. Buna ister tolumsal öğrenilmiş rol diyelim, ister doğuştan kadın genetiğinin yapısı ya da dişilik hormonlarının marifeti. Sonuçta doğurganlık dişiliğin doğasında vardır. Sadece doğurmakla da iş bitmez, normal şartlar altında sağlıklı ve en azından minimum şartları olan her anne yavrusunu koruyup kollamaya onu hayatta tutmaya çalışır. Çünkü bebek annenin bir parçasıdır. Ama gebelik ve doğumdan sonra bir bebeğe bakabilmek gerçekten de hiç kolay değildir. Büyük fedakarlık gerektirir.
Bazı kadınlar bu zorluklara göğüs gerer bazıları geremez. Heleki anne adayında strese dayanıksızlık varsa, yaşam şartları zorluysa, duygusal ve fiziksel olarak eş ve çevresinden yeterli destek ve anlayışı göremiyorsa, aile geçmişinde psikolojik veya psikatrik bir hastalık öyküsü varsa böyle bir kadının diğerlerine göre ruhsal kırılmalar yaşaması çok daha muhtemeldir.
Anne bebek arasında yaşanan sarsıcı olaylar ilk akla getiren postpartum depresyon yani doğum sonrası depresyonudur.
Belirtileri şöyledir:
- Depresif ruh durumu
- Şiddetli duygu durum değişiklikleri , ağlama krizleri
- Yoğun asabiyet ve öfke
- Bebekle bağ kurmakta zorlanma
- Sevdiklerinizden uzaklaşma
- İştah kaybı ya da normalden fazla yeme
- Uykusuzluk ya da çok uyuma
- Bitkinlik ya da enerji kaybı
- Daha önce keyif alınan aktivitelere azalan ilgi
- İyi bir anne olamama korkusu
- Değersizlik, utanç, suçluluk ya da yetersizlik duyguları
- Odaklanma sorunu ve günlük işleri yapabilme becerisinde azalma
- Şiddetli endişe ve panik ataklar
- Kendinize ve bebeğinize zarar verme düşünceleri
- Tekrarlayan ölüm ve intihar düşünceleri
Böyle bir tabloda asıl olan bebeğe zarar verme fikrinden ziyade kendine zarar verme fikridir. Yeni doğum yapıldıktan sonra yukarıdaki belirtiler varsa ve özellikle de 15 gün veya daha uzun zamandan beri devam ediyorsa hiç vakit kaybetmeden yardım almak gerekir.
Bir diğer olasılık ise annenin psikoz geçirmesine neden olabilecek herhangi bir altta yatan psikiyatrik hastalığının bulunması ya da bir madde etkisinde olması. Psikoz dediğimiz şey (halk tabiri ile cinnet geçirmek de diyebiliriz) kişinin gerçekle bağının kopması durumudur. Aslında bir anne için gerçek ; kendine muhtaç bebeğini koruyup kollaması gerektiğidir. Ama gerçeklikle bağı kopan bir insan bunu düşünemez. Dolayısıyla bebeğine veya kendine zarar verebilir. Hatta daha sonra o psikoz anında neler yaşadığını neler yaptığını da hatırlayamaz. Ama ne yazık ki bazıları hala ruhsal hastalıkları bir iç sıkıntısı ,şımarıklık ya da vesvese olarak görüyor.
Oysa ‘bu hiç de normal değil’ dediğimiz her davranışı duygu ve düşünceyi bize sunulan etiketle hafıza rafımıza yerleştirmeden önce kafamızda etraflıca düşünüp her yanıyla sorgulamakta fayda var.
Emel Aner Aktan