Bir döneme damga vuran ET filminden Star Trek bölümlerine, Ursula K Le Guin ve Isaac Asimov kitaplarına, bilim kurgu yazarlarının uzun zamandır tartıştığı bir soru var: Eğer gezegenimize ulaşırlarsa, onlara gerçekten nasıl davranırız?
Popüler kültürde dünya dışı varlıklara sık sık ikinci sınıf vatandaş ya da insandan daha düşük olarak yer verilir.
Eğer ET’nin insan arkadaşının müdahalesi olmasaydı, bir ameliyat masasında uzaylıyı parçalara ayıracaklardı. 2009 filmi District 9’da milyonlarca uzaylı “karidesin” başına Güney Afrika’nın kenar mahallelerinde gelmeyen kalmıyor.
Gerçekten aranıyor olmasına rağmen henüz herhangi bir yaşayan uzaylı kanıtına henüz ulaşılamadı. Fakat yakın zamanda bulacağımız herhangi bir şeyin Mars’ta bir mikrobik yaşam varlığının sinyalini içeriyor olma ihtimali, filmlerdeki insansı yaratıklara benzeme ihtimalinden daha yüksek.
Dünya dışı yaşam arayışında önemli bir yerde duran Drake denklemine göre, istatistiksel olarak dünya dışı varlıkların bir yerlerde var olması olası gerek.
Her ne kadar galaksimizin büyüklüğü ve gezegenler arasındaki devasa uzaklıklar var olsa da.
İngiltere’deki Open University’den uzay bilimleri profesörü John Zarnecki, “Hayat bulmak ya da iletişim kurmak, bunu gerçekleştireceğimiz güne kadar her zaman uzak bir ihtimal olarak kalacak” diyor:
“Bu bana Güneş sistemi dışındaki gezegenleri anımsatıyor, genç bir araştırmacıyken bu gezegenlerin varlığından bahsederdik.
“Ancak bunlardan bir tane bulabilmemize imkan yoktu çünkü bu teknik olarak çok zordu.”
Artık Güneş sistemi dışındaki gezegenlerin var olduğunu biliyoruz. Hatta bazıları su bulundurduğu için hayat için olası adaylardan.
Bu araştırmalar devam ederken eğer biriyle iletişime geçebilirsek nasıl tepki göstereceğimizi düşünmek mantıksız olmaz.
Özellikle de göreceğimiz varlığın insandan çok farklı olma ihtimalini göz önünde bulundurursak.
İnsan olmayanların hakları
Yazarların, insanların uaylılara iyi davranacağı konusunda bir umudu yok.
Belki de bunun sebebi, halihazırda bu dünyada da insanlara ve diğer varlıklara karşı davranışımızın tarih boyunca pek de iyi olmamasından kaynaklanıyordur.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından hazırlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bile sıklıkla ihlal ediliyor.
Uzaylılarla nasıl iletişim kuracağımız konusunda gezegenimizdeki insan olmayan cinslere karşı tavrımız da ipucu verebilir.
Ancak son dönemde hayvan hakları gruplarının çabalarıyla hayvan hakları konusunda hukuki ilerlemeler kaydedilmeye başlandı.
Yakın zamanda uzaylılar konusunda açık uluslararası tartışmalarda da küçük bir yol alındı.
London School of Economics’ten uzay sahası hukuku uzmanı Jill Stuart, bizim yaşamımız süresince insanların Dünya dışı varlıklarla iletişim kuracağına inanmadığını belirtiyor.
Ancak yine de bu tartışmaların gerçekleştirilmesi gerektiğini söylüyor:
“Kendimizi keşfetmek için evreni araştırıyoruz, çünkü bu bizi birbirimizle, çevreyle ve diğer cinslerle nasıl ilişki kurduğumuz üzerine tekrar düşünmeye zorluyor”.
Stuart ayrıca belki de bu gelecek odaklı senaryoların asla gerçekleşmeyeceğini ancak bütün bu sürecin yine de değerli olduğunu belirtiyor.
Ne tür bir zekaya sahip olabilirler?
Birleşmiş Milletler Uzay İşleri Ofisi (UNOOSA) Direktörü Niklas Hedman, insalığın Dünya dışından varlıklarla karşılaşıldığında nasıl davranılacağına dair uluslararası bir anlaşma ya da mekanizma olmadığını söylüyor.
Beş ana uzay anlaşması da insanın uzayda ne yapacağına ve bunun diğer insanlara etkileri üzerine yoğunlaşıyor.
Uluslararası Uzaycılık Akademisi’nden Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması grubu 2010 yılında bir çerçeve ortaya koydu.
Bu, herhangi bir Dünya dışı akıllı yaşam sinyali tespit edildiğinde, uluslararası koordinasyon için bir forumun Birleşmiş Milletler (BM) ve Birleşmiş Milletler Dış Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı Komitesi (COPUOUS) üzerinden kurulmasını öneriyor.
Stuart, böyle bir durumla karşılaşıncaya dek herkes tarafından kabul edilmiş herhangi bir uluslararası çerçevenin oluşturulabileceğini düşünmediğini söylüyor.
Göz önünde bulundurulacak ana noktalardan biri uzaylıların niyeti, yani kısaca dostça mı düşmanca mı davrandıklarını görmek olacak.
Stuart, bunun “aktif bir şekilde Dünya dışı varlıklarla iletişim kurmak için çalışmalı mı yoksa pasif bir şekilde var olup olmadıklarına dair bir işaret aramakla mı yetinmeliyiz” tartışmalarını beraberinde getirdiğini söylüyor.
Peki, bir uçan daire birden dünyanın herhangi bir yerine çarpsa ne olacak?
Bununla ilgili bir protokol belirlenmedi ya da önerilmedi.
Ancak Stuart’a göre onun indiği ülke buna nasıl cevap verileceği konusunda öncülük etmek zorunda kalırken bulacaktır kendisini.
Bir görüşe göre onlara doğrudan insanlara davranıldığı gibi davranılmalı. Çünkü Dünya’ya ulaşabilmiş herhangi bir türün yüksek seviyede zeka ve bilincin olacağını düşünmek mantıklı olur ve ona insana yaklaşır gibi yaklaşılmalıdır.
Farklı tip zeka ve bilinçlerin varlığı hesaba katılmalı.
Dünya üzerinde de bilinci yeni keşfedilen türler var, bunlardan biri de zeki, bilinçli olduğu ve acıyı hissedebildiği anlaşılan ahtapot.
İngiltere’deki Plymouth Üniversitesi’nden Susan Blackmore, “Konu uzaylılara geldiğinde, şunu sormak zorundayız: Ne tür bir zekaya sahipler?” diyor.
Hissedebiliyorlar mı?
Bir diğer önemli konu da acı kapasitesi. “Uzaylılar acı çekebilir mi?” diye soruyor Blackmore:
“Öyleyse, onlara karşı ahlaki bir yükümlülüğümüz olmalı ve belki de bunun temelinde yasal çerçeveler oluşturmalıyız.”
Hayvanlar gibi dünya dışı varlıkların hakları üzerine de yazan Peter Singer, kilit konunun bilinç olacağını söylüyor:
“Onların hissedebildiğini varsaysak da, onların acı ve zevk hissedebildiğini, arzu ve ilgilerinin olduğunu keşfedebilmek biraz zaman alır. Temel etik ilke, benzer çıkarların eşit olarak dikkate alınmasıdır”.
Singer, buradaki zorluğun dünya dışı varlıkların ne gibi çıkarlara sahip olduğunu belirlemek olacağını ekliyor:
“Birçok şey dünya dışı varlıkların bilişsel kapasitelerine bağlı olacaktır. Ve bizimkinden çok daha gelişmişlerse, ne olduklarını kavrayamayabiliriz.”
İnsan olmayan varlıkların haklarını korumayı amaçlayan ABD’li Nonhuman Rights Project, bu hakların başlangıç noktasının ABD mahkemelerinde değer verilen ve bireyin ne yapacağını, nereye gideceğini, nasıl davranacağını seçebildiği özerklik olduğuna inanıyor.
Bilinç, haklar için yasal bir kriter olarak hizmet edemeyecek kadar geniş bir kategori çünkü kimse onun gerçekte ne olduğu konusunda hemfikir değil.
Ya başka bir gezegende yaşam bulursak?
İnsanların, uzaylı uygarlıkların doğal gelişimine müdahale etmekten kaçınması gerektiği fikrinin, Star Trek’te olduğu gibi bilimkurguda uzun bir geçmişi var.
Benzer fikirler bugün kendi dünyamızda halihazırda değerlendiriliyor ancak örneğin NASA’nın Gezegen Koruma Ofisi, hem keşfedilen gezegenleri hem de Dünya’yı korumayı amaçlıyor.
Eğer uzaylılar gezegenimize ulaşabiliyorsa, belki de endişelenmemiz gereken şey onların hakları değildir.
Evrendeki yaşamın kökenini ve doğasını anlamayı, açıklamayı amaçlayan, kar amacı gütmeyen bir araştırma kuruluşu olan Seti Enstitüsü’nden uzman astronom Seth Shostak, bazı temaslar kurulacağı konusunda iyimser.
Ancak iki tür temas arasında ayrım yapmanın önemli olduğunu söylüyor. Teknolojik olarak gelişmiş uygarlıklardan işaret ve sinyaller almamız, Dünya’ya yapılacak bir uzaylı ziyaretinden daha olasıdır:
“Eğer bu tür işaretler alırsak da, göndereceğimiz herhangi bir sinyalin ulaşması o kadar uzun sürer ki, ne söyleyeceğimiz konusunda dikkatli olmak için bolca zamanımız olur”.
Ancak bir uzaylı ziyareti, onların bizimkinin çok ötesinde bir teknolojisi olduğu anlamına geliyor.
ET’nin arkadaşları, gişe rekorları kıran filmin sonunda onu nihayet aldıklarında, eğer isteselerdi muhtemelen “eve” dönüş yolunda Dünya’yı yok edebilirlerdi.
Bu durumda, daha uygun bir soru şu olabilir: Yeni uzaylı yöneticiler bize haklar verir mi?
“Saldırganlarsa ne yapacağız?” diye soruyor Shostak, “Bu, ABD Hava Kuvvetleri ile karşılaşan Neandertaller gibi olurdu ve buradaki önemli konu Neandertallerin politikaları olmazdı”.
Kaynak: Tamlin Magee | BBC Future