Milliyetçi Hareket Partisi Lideri Devlet Bahçeli, MHP grup toplantısında önemli açıklamalarda bulundu.
Milliyetçi Hareket Partisi Lideri Devlet Bahçeli, MHP grup toplantısında gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu. MHP Lideri Bahçeli, “Ortak görüş olursa Cumhurbaşkanı adayı olurum” diyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na, “Kazanacağından bu kadar eminse, buyursun aday olsun, korkakça değil, mertçe milletimizin huzuruna çıksın, ‘Ben de varım’ desin. MHP’nin ve Cumhur İttifakı’nın adayı çoktan bellidir. Kılıçdaroğlu’nun önüne geçen yok, aday olmasına mani bir hal yok. Ondan bundan kahkaha bekleyeceğine, kararını belirlesin, cesaretle arkasında dursun. Kılıçdaroğlu geçen haftaki grup toplantısında milliyetçilikle ilgili kuru sıkı atmış, işkembeden sallamış. Bilmiyor ki, boş lakırdı karın doyurmaz, kuru gayret çarık eskitir.” diyerek cevap verdi.
MHP Lideri Bahçeli’nin açıklamaları şu şekilde;
Mübarek Ramazan ayının ilk gününde, haftalık olağan Meclis Grup Toplantımızı gerçekleştirmenin manevi hazzını yaşıyoruz. Konuşmamın başında hepinizi saygıyla selamlıyor, başarılı ve sağlıklı bir hafta geçirmenizi diliyorum.
Hayatın yükünü omuzlamış bütün vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda varoluş mücadelesi veren tüm kardeşlerimize en iyi dileklerimi sunuyorum. Muhterem heyetinizin, aziz milletimizin ve Türk-İslam aleminin Ramazan-ı Şerif’ini tebrik ediyor, nice hayır ve hasenata kapı açmasını, hasretle beklediğimiz sıhhat ve selamet dolu günlere erişmeye vesile olmasını Yüce Allah’tan diliyorum. Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennem azabından kurtuluş olan Ramazan, üç ayların sonuncusu, onbir ayın sultanıdır.
Bir kez daha müşerref olduğumuz bu kutlu ay inananlar için bereket ve bolluk vahası; sabır, merhamet, hoşgörü ve paylaşma vadisidir.
Aynı zamanda ve daha önemlisi, doğru yolun, hak ile batılı birbirinden ayırmanın açık ve parlak bir delili olan yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’in indirildiği aydır. Ramazan münasebetiyle cennetin kapıları ardına kadar açılırken, cehennemin kapıları kilitlenip şeytanlar zincire vurulmaktadır. İnsanlığın maruz ve mahkûm kaldığı belaların dallanıp budaklandığı bir dönemde, nefis terbiyesine, kalp temizliğine, vicdan tefekkürüne, huzur tecellisine çok ihtiyacımız vardır. Bu ihtiyaç hali her geçen gün daha da şiddetlenmektedir.
Maalesef insanlık tehlikeli bir girdabın ortasında, çözümü gittikçe karmaşıklaşan girift bir bulmacanın odak noktasındadır.
Bir yanda süregelen kanlı çatışmalar, sonuçsuz çekişmeler, iç savaşlar, hâkimiyet kavgaları, istikrarsız coğrafyalar, kutuplaşmış ülkeler, ekonomik zorluklar, zulüm ve adaletsizliklerin karanlık yüzü varken, diğer yanda gözle görülmeyecek kadar küçük, ama tahribat ve yıkımı devasa büyüklükte olan bir virüsün insanlığa meydan okuyuşu söz konusudur.
Açlık, yokluk, yoksulluk, yolsuzluk, terör kıtalara ambargo koyarken; ilkel dürtüler, ilkesiz yönetimler, iradesiz yöneticiler, itibarsız zihniyetler ne yazık ki beşeriyetin susadığı barış, refah ve huzur ufkunu da perdelemektedir.
İşte böylesi bir süreçte KOVİD-19 hastalığı insanlığa musallat olmuş, hayatın normal akışını temelinden, hem de kaygı verici ölçüde bozmuştur. Elbette her şey Allah’tandır. Derdi veren Allah, inanıyoruz ki, şifayı da bahşedecektir. Her zorluğun içinde bir kolaylığın olacağını unutmadan önce tedbiri, sonra da tevekkülü rehber edinmeliyiz.
“DİLERİM KENDİLERİNİ BİR GÜN ZAP SUYUNUN DİBİNDE BULURLAR”
Ancak Hamza Adıyaman’ın Irak’ın kuzeyinde bulunan PKK kampına kaçırıldığı fotoğraflarla ortaya çıktı. Küçük bir çocuğun eline silah verilmiş, ölmeye ve öldürmeye programlanmıştı. Şu rezalete bakınız ki, HDP’li bir kadın milletvekili de PKK’yı arkalamış, Hamza Adıyaman’ın ailesini suçlayarak aynen şunları söylemiştir:
“Zap suyuna düştü ve ailesi para karşılığında HDP il binası önünde oturtuluyor.” Bu terörist kadının ruhu kirlenmiş, vicdanı lekelenmiş, iradesi rehin alınmıştır. Ve Meclis’te bekleyen fezlekesinin derhal işleme alınması hayat memat konusudur. Hamza Adıyaman Zap suyunda değil, PKK’nın ihanet kampındadır. Gerçekleri saklayan, çocukların dağa ve kamplara silah zoruyla kaçırılmasını çarpıtan kim varsa, dilerim ki bir gün kendilerini Zap suyunun dibinde bulurlar. HDP’yle ittifak kuranlar aynı zamanda çocuklarımızın düşmanıdır.
Terörist Demirtaş’a siyasi maksatlarla müşfik ve müspet yaklaşanlar çocuklarımızın, kadınlarımızın, güvenlik güçlerimizin, hülasa Türk milletinin karşısında oluşmuş zillet cephesidir. HDP’ye müsamaha ve merhamet analara hakaret, babalara hıyanettir.
3 Eylül 2019’dan itibaren Diyarbakır’da başlayan, ardından Van’a ve Hakkâri’ye kadar uzanan haklı eylemlerle HDP il binalarının önünde evlatlarının peşine düşen, katillerden ve işbirlikçilerden çocuklarını isteyen muhterem anaları selamlıyorum. Anaların yüreklerinde patlayan volkanın, gittikçe yaygınlaşan infial lavlarının hainleri ve destekçilerini perişan edeceğine inanıyorum. Diğer taraftan, 7 Nisan’da Zeytin Dalı Harekat Bölgesi’nde PKK/YPG terör örgütünün kanlı saldırısında kahraman Uzman Çavuşlarımız Ahmet Akdal ile Gökhan Çakır, 9 Nisan’da Eruh ilçesi kırsalında teröristlerle çıkan çatışmada ise kahraman Uzman Çavuşumuz Erkan Erdem şehit oldular. Geçen hafta bir başka acı haber de Konya’dan geldi.
Türk yıldızlarına ait eğitim uçağının kaza kırıma uğraması sonucunda Pilot Yüzbaşı Burak Gençcelep şehit düştü.
Afrin şehidi Gökhan Çakır evladımızın saygıdeğer babası Hasan Çakır’ın hayranlık uyandıran şu sözleri aziz milletimizin ruh kökünün tıpkısının aynısıyla özetidir: Şehit babası diyor ki: “Allah devletimize zeval vermesin. Vatan bölünmez şehitler ölmez. Bugün bir tane Gökhan gitti, ama bu sabaha kadar bin tane Gökhan gelecek. O kanı yerde bırakmayacaklar.” Eruh kırsalında şehadet şerbetinden içen Erkan Erdem evladımızın elleri öpülesi annesi Hatice Erdem yaktığı ağıyla hepimizi hüzne boğmuş ve şöyle seslenmiştir:
“Vatan sağolsun, karlı dağları aştın da Türk bayraklarıyla geldin kuzum.” Bu inanç bizde varken, bu dirayet bize hâkimken, bu vatan ve millet sevgisi bizimle bütünleşmişken, Türk milletini bölmeye, Türk devletini yıkmaya, Türk bayrağını indirmeye, Türk vatanını parçalamaya hiçbir zalimin, hiçbir zilletin, hiçbir muhasım ülkenin gücü yetmeyecektir. Bir ölürsek bin diriliriz. Bir gidersek bin geliriz.
Ancak milli varlığımız üzerinde operasyon yapmayı hedefleyen emperyalistleri ve uşaklarını asla affetmeyiz. İstiklal deriz, ihanete ok gibi saplanırız. İstikbal deriz, tıpkı 15 Temmuz gecesinde olduğu gibi, işgale yeltenenleri doğduklarına doğacaklarına bin pişman ederiz.
Aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Gazilerimize uzun ve sağlıklı bir ömür temennisiyle hürmetlerimi sunuyorum. Şehitlerin kanı yerde kalmayacak, emanetleri çiğnetilmeyecektir. Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti dünya durdukça var olacaktır.
Milli şahsiyetleri ihmal etmek, tarihin çağrılarına kulak tıkayıp dünün tecrübelerini yok saymak bir milleti mekanda köksüz, zamanda da öksüz bırakacaktır. Bu nedenle tarihimizin herhangi bir döneminde, milletimize ve devletimize hizmetleri geçmiş muhterem ve müstesna isimleri saygıyla ve şükranla hatırlamak hepimizin boyun borcudur. İtikadımıza göre ahde vefa imandandır.
Milli ve tarihi şahsiyetlerimizin doğru anlaşılması, doğru tanınması, doğru tanıtılması geleceğe ışık tutacaktır. Rahmetle yad ettiğimiz Merhum Fevzi Çakmak, her ne hikmetse adına ve şanına yakışır şekilde konuşulmamaktadır.
TBMM Hükümeti’nde Milli Müdafaa Vekili, Ocak 1921’den itibaren de ilk İcra Vekilleri Heyeti Reisi olan Fevzi Paşa, 1924’ten 1944’e kadar Genelkurmay Başkanlığı görevini üstlenmiştir. Cumhuriyet döneminde Atatürk, orduyu teslim ettiği Fevzi Paşa’ya büyük bir güven duymuştur. Bu güvenin gerçek sebebi de, onun askerliğe sevdayla bağlılığı, askerin siyasete karışmasına karşı oluşu, bunun yanı sıra meşru hükümete sadakat ve itaatidir.
Milli ve manevi değerlerle dolup taşan Mareşal Fevzi Çakmak’ın devlet ve siyaset hayatında saygın bir yeri vardır. Merhum İnönü’nün Cumhurbaşkanı seçilmesinde tarihi bir rolü olduğu herkesin ortak kanaatidir.
Fevzi Paşa’nın askerlikle siyasetin ayrı tutulması konusundaki tartışılmaz hassasiyeti onun demokrasi ve milli iradeye saygısının bir göstergesidir. Önce Demokrat Parti listesinden bağımsız milletvekili oluşu, sonra da Millet Partisi’ne katılarak demokrasi mücadelesini sürdürmesi her anlamda takdire şayandır.
1947 yılının Eylül ayında kendisiyle yapılan bir röportajda milletin hürriyetleriyle Kuvayı Milliye ruhu arasında ilişki kurması bir bakıma milli ve ahlaki duruşunu teyit etmiştir. Fevzi Paşa 10 Nisan 1950’de hayata gözlerini yummuş, fakat dönemin hükümeti yas ilan etmeyerek, devlet radyosunda cenaze günü şarkılı türkülü eğlence programları yayımlayarak vefasızlığı ve vicdansızlığı resmileştirmiş, tescillemiştir.
Allah’tan rahmet niyaz ettiğimiz Mareşal Fevzi Çakmak Paşa her zaman kalbimizdedir.
1948’de kurulan Millet Partisi de Milliyetçi Hareket Partisi’nin siyasi kökü, siyaset kaynağıdır.
Fevzi Paşa’yı bilmeyenlerin kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’mizi özümsemeleri, hakkını teslim etmeleri oldukça zordur.
Türk Silahlı Kuvvetleri millet ordusudur, kanun ordusudur, kahramanlık onurudur, ülkesine ve vatanına bedeli ne olursa olsun aşkla hizmet etmekte, fedakârlıkta sınır tanımamaktadır.
Bazı müflis, müfsit ve müfteri zihniyetlerin Türk Silahlı Kuvvetleri’ni karalaması, töhmet altında bırakması planlı bir tertip, adi bir tuzaktır.
Demokrasi muhaliflerinin kahraman ordumuzu günlük siyasi tartışmaların içine çekme gayreti suçluluk psikolojisidir. Merhum Fevzi Çakmak Paşa, “Batı Rumeli’yi Nasıl Kaybettik” isimli kitabında bakın ne demişti:
“Bir millet birlik olmazsa, oluşturacağı ordunun moral gücü zayıflar. Milletlerin ve devletlerin yenilgilerinin sebepleri iç zayıflıklarında aranmalıdır.” Aynı görüşteyiz, aynı çizgideyiz, aynı fikirdeyiz. Milli birlik ve beraberlik şuurunu bozmayı hedefleyenler, aynı zamanda Türkiye’mizin dört bir tarafta sürdürdüğü beka mücadelesini dinamitlemek isteyen mihraklardır. Demokrasi ve milli irade üzerinde oynanan oyunun ana gayesi iç huzur ve barış ortamını baltalamaktır.
104 emekli amiralin hazırlayıp 4 Nisan gece yarısı servis ettiği darbe bildirisini haklı çıkarmaya, makul göstermeye, ifade ve düşünce özgürlüğü kisvesiyle maskelemeye çalışanlar milli iradeye içten içe tahammülsüz olan vesayetçi çevrelerdir. Konu artık yargıdadır.
Bu bildirinin arkasında duranların kimler olduğu var, neyin amaçlandığı elbette bağımsız ve tarafsız mahkemeler eliyle vuzuha kavuşturulacaktır. 4 Nisan bildirisine imza atmayan, ancak imza sürecinde açılan Whatsapp grubuna üye olan emekli bir amiral, hazırlanan metnin yayımlanmasından önce değiştirildiği iddiasını dile getirmiştir. Madem öyleydi, 104 kişiden birisi çıkıp da bu bildiriyi niçin inkar edemedi? İmza attığım metin bu değildir itirazını niye yapamadı? Emekli amirallerin iradesinin iğfal edildiğini ileri sürenler bize göre boşa konuşuyor, boşuna uğraşıyor, çünkü her şey gün gibi ortadadır.
Eğer bildirinin son hali İP’in yönetiminde bulunan ve ilk imzacı olan Ergun Mengi tarafından hazırlanmışsa, bunun izahını yapması gerekenler şüphesiz bellidir ve milletimiz açıklama beklemektedir.
“AKLİ MELEKELERİ İYİCE LAÇKALAŞMIŞTIR”
CHP Genel Başkanı, emekli olmuş amiraller dünyanın neresinde darbe yapabilir, sorusunu pişkinlikle sorabilmiştir. Anlaşılan Kılıçdaroğlu cehaletinin ve cüretinin kurbanı olmaktan herhangi bir rahatsızlık duymamıştır. Talat Aydemir’in 20 Mayıs 1963 tarihindeki ikinci darbe teşebbüsü esnasında sadece emekli bir Albay olduğunu Kılıçdaroğlu dışında bilmeyen var mıdır? Tarihine yüz çevirmiş, üstelik devri iktidarlarında vuku bulmuş bir kalkışmadan haberi bile olmayan CHP Genel Başkanı’na milletimiz nasıl güvenecek, nasıl inanacak, nasıl itibar edecektir? Kılıçdaroğlu’nun akli ve zihni melekeleri iyice laçkalaşmıştır. Sıkıştıkça denge ve kontrolünü kaybetmektedir. İleri derecede su kaynatmaktadır.
KILIÇDAROĞLU’NUN CUMHURBAŞKANI ADAYLIĞI AÇIKLAMASI: ZAMANLAMASI MANİDAR
Katıldığı bir televizyon programında, yoldaşı İP Başkanı’nı ters köşeye yatırıp “Ortak görüş olursa Cumhurbaşkanı adayı olurum” sözleriyle niyetini açık etmesi, bununla da kalmayarak kazanacağından şüphe duyulmaması gerektiğini söylemesi zamanlama itibariyle üzerinde durulması gereken bir beyanattır.
Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı seçimini kazanacağından bu kadar eminse, kendisine çok güveniyorsa, buyursun aday olsun, korkakça değil mertçe milletimizin huzuruna çıksın, ben de varım desin. Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve Cumhur İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı çoktan bellidir. Kılıçdaroğlu’nun elinden tutan yok, önüne geçen yok, aday olmasına bildiğimiz kadarıyla mani bir hal yok. Ondan bundan kahkaha bekleyeceğine, kararını belirlesin, cesaretle de arkasında dursun. Kılıçdaroğlu geçen haftaki grup toplantısında milliyetçilikle ilgili kuru sıkı atmış, işkembeden sallamış. Bilmiyor ki, boş lakırdı karın doyurmaz, kuru gayret çarık eskitir.
Diliyle omuzunu kaşıyan CHP Genel Başkanı, yayladaki yoğurda mantı kesiyor, sudaki balığa soğan doğruyor, demem o ki, hayal peşinde koşup duruyor. Yıkık değirmende altı ay bekleyen Kılıçdaroğlu, milliyetçiliğin ne olduğunu bana da dünyaya da gösterecekmiş. Sayın Kılıçdaroğlu, çapına çaputuna, milliyetçilik senin ne haline? Ne tuhaf ki, aksayanla aksıyorsun, suya gidenle susuyorsun, sofra gördün mü açım diyorsun. Şunu aklından çıkarma ki, alçacık eşek binmeye kolaydır, yünlüce koyun yolmaya kolaydır, senin milliyetçiliğin ise yalan üstüne yalan koymaktır.
Dünyaya milliyetçiliği anlatacağım diyen Kılıçdaroğlu, gel onu sen benim külahıma anlat.
Bu şahsın, az evvel katıldığı bir televizyon programından bahsetmiştim.
Burada kendisine yöneltilen “LGBT, Türk aile yapısını bozuyor mu?” sorusuna, “Hayır, ilgisi yok, niye aile yapısını bozsun” diyen birisinin ne milliyetçiliği ağzına almaya, ne manevi değerlerden söz etmeye, ne de adamım diye ortalıkta dolaşmaya hakkı vardır.
Kendisine tavsiyemiz, milletimize gölge etmesin, nifak saçan diline hakim olsun, gökkuşağı renklerine bürünerek eylemine ve işine baksın, bizden de uzak kalsın. CHP Genel Başkanı’nın ucuz ve uçuk üslubunun aynısı İP’in Başkanı’nda mevcuttur. Bu zavallı devamlı surette bize küçük ortak diyor. Sanıyorum tedavisi imkansız bir kompleksin içinde bocalıyor.
“BİZ KÜÇÜK ORTAKLIKTAN GOCUNMUYORUZ”
104 emekli amirale önce zevzek diyen, sonra yaş tahtaya bastığını anlayınca durumu kurtarmaya çalışan, arkasından da bize sataşan bu İp’likçi başı mahalle aralarında dedikodu yapar gibi konuşmaktadır. Bir televizyonda, Sayın Cumhurbaşkanına seslenip 104 emekli amirali kast ederek “Bu insanları küçük ortağınızın gazına gelip mahkûm ettirmeyin” açıklamasında bulunmuştur.
Biz küçük ortaklıktan gocunmuyoruz. Büyüklüğün Allah’a mahsus olduğu inancındayız.
Kaldı ki, milletvekili sayımızın 48 olduğunun da bilincindeyiz. Küçük diye hafife aldığı partimizi, FETÖ kumandasıyla ele geçirme oyunlarını da unutmuş değiliz. Biz küçük olmasına küçüğüz, ancak Rabbim hiçbir partiyi zilletin küsuratı yapmasın, böylesi bir alçalmayı hiç kimseye nasip etmesin.
Rusya ile Ukrayna arasındaki sertlik tonu yüksek sürtüşmeler sıcaklığını korumaktadır.
Bizim nazarımızda kuzeyimizde yaşanacak çatışmalar ülkemizin ve Karadeniz’in güvenliğini riske atacaktır. Bu iki ülke arasında aklıselimin öne çıkmasını samimiyetle temenni ediyoruz.
Ukrayna’nın toprak ve siyasi bütünlüğüne saygı esas olmalıdır. Barış ve huzur denizi olan Karadeniz’in yeni ve şiddetli hegemonya mücadelelerine sahne olmaması hem çağrımız hem de beklentimizdir.
DONBASS KRİZİ: PUTİN İLE TELEFON DİPLOMASİSİ GERİLİMİN DÜŞÜRÜLMESİ AÇISINDAN ÖNEMLİ BİR ADIMDIR
Moskova yönetiminin Ukrayna’daki Rus yanlısı ayrılıkçı Donbas bölgesine askeri müdahale seçeneğinin masada olduğunu ifade etmesi, ABD’nin iki savaş gemisini 21 gün süreyle Karadeniz’e göndermesi milli güvenliğimiz açısından endişe verici gelişmelerdir. Sayın Erdoğan’ın 9 Nisan’da Putin ile telefon diplomasisi bölgesel gerilimin düşürülmesi çerçevesinde ciddi bir adımdır. Ukrayna Devlet Başkanı’nın 10 Nisan’da gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti, bu kapsamda Sayın Cumhurbaşkanı’nın soğukkanlı, tutarlı ve gerçekçi yaklaşımı krizin yatışması konusunda bir umut uyandırmıştır.
ABD Dışişleri Bakanı’nın Rusya’yı Ukrayna’ya, Çin’i de Tayvan’a askeri operasyon yapmama hususunda uyarısı gelişmelerin seyrini değiştirecek boyutta değildir. Kırım’ın ilhakı henüz kanayan bir yaradır ve ağır sonuçları itibariyle hala müessirdir. Bölgesel çatışmadan kaçınmak, diplomasinin diliyle ve imkânlarıyla hareket edip uzlaşma kanalları açmak muhatap her ülkenin çıkarınadır.
Siyaset bir strateji, bir taktik, bir hesap, bir mantık, bir güç toplama ve bunu yönetme sanatı ise, bu sanatın incelikleri her saha ve zeminde kullanılmalıdır. Kafkaslardaki bir bunalım diğer coğrafyalara da sıçrayacaktır. Mesela bunun en başta yansımasını Suriye’de görmek mümkündür. Türkiye kuzeyinden de güneyinden de adı konulmamış kuşatma altındadır.
İşte böylesi bir dönemde sağlam bir milli duruş, sarsılmaz nitelikli birlik ve dayanışma ruhu her insanımız, her siyasi parti için vatan görevidir.
12 Nisan’da Yunan Hava Kuvvetleri öncülüğünde başlayan, ABD, Kanada, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail, Slovenya, İspanya ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin katılımıyla gerçekleştirilen askeri tatbikat dikkatle takip edilmelidir. Ukrayna ve Rusya arasındaki kutuplaşma derinleşirken, hatta bunu tahrik eden küresel güçler biliniyorken, eşzamanlı olarak Yunanistan’ın dolduruşa getirilip provoke edilmesi ateşle oynamaktır. Yunanistan’ın sanal meydan okumaları, tahrik edici siyasi manevra ve tatbikatları sabrımızı zorlamaktadır. Ne yazık ki, dost ve müttefik olarak bilinen ülkeler bu kumpasın içindedir.
Hava, kara ve deniz sınırlarını ihlal eden, söz konusu tatbikatla süreci kızıştıran Yunanistan’ın arka plandaki akıl hocası kaosa oynamaktadır. Bunlar yanlıştır, rüzgar eken fırtına biçmeye mecburdur. Türkiye olarak, devlet-i ebed müddet, millet-i ebed müddet, nizamı alem ve ila’yı kelimetullah irade ve kararlılığından kesinlikle taviz vermeyeceğiz.
Bu ilkelerimizi ve ülkülerimizi çağın esaslarına göre yorumlayıp vatanımızı zulmete karşı korkusuzca savunacağız. Geri adım atan, vazgeçip kaçan, korkup boyun eğen namerttir.
Büyük Türkiye vizyonumuzun takipçisiyiz.
Türk milletinin egemenlik kazanımları, istiklal ve istikbal hakları her mülahazanın önünde ve üstündedir. Akdeniz ve Karadeniz’de cepheleşmeler tırmanırken, AB Konseyi Başkanı’yla AB Komisyonu Başkanı’nın geçtiğimiz haftaki Ankara ziyaretleri sanal ve sahte bir koltuk krizi bahanesiyle gölgelenmiştir.
AB’nin bu iki temsilcisinin Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni ziyaretleri esnasında, Konsey Başkanı’nın tekli koltukta, Komisyon Başkanı’nın da kanepede oturması günlerce Avrupa basınında tartışılmış, önyargılı kesimler tarafından ülkemiz haksızca eleştirilmiştir.
Hâlbuki AB protokol birimleri arasındaki koordinasyonsuzluk ve iletişim kazaları böylesi bir tabloyu ortaya çıkarmıştır.
AB Konseyi Başkanı’na Cumhurbaşkanı, Komisyon Başkanı’na da Başbakan protokolü uygulandığı bilinmektedir. Kimin nerede ve nasıl oturacağı belliyken, konuyu istismar eden zihniyetler hem kel hem fodul, hem suçlu hem de maksatlıdır. AB Konseyi Başkanı kanepe krizinden sonra susmuş, ilerleyen günlerde söz konusu krizden kendi ekibinin sorumlu olduğunu itiraf etmiştir.
PROTOKOL TARTIŞMASI: BİZ OTURACAĞIMIZ YERİ DE BUYUR EDECEĞİMİZ YERİ DE BİLİRİZ
Bir başka açıklamasında da, bundan dolayı uykusuz geceler geçirdiğini söylemiştir. Hiç kimse kusura bakmasın, biz oturacağımız yeri de biliriz, buyur edip oturtacağımız yeri de biliriz.
Bu koltuk meselesinden nem kapan, estirilen yalan rüzgârına kanan İtalya’nın acemi ve çaylak Başbakanı Sayın Cumhurbaşkanı’na diktatör iftirası atmıştır.
İP’in Başkanı da, İtalya Başbakanı’nın posta koyduğunu çok kaba, nezaketsiz ve argo bir üslupla ifade etmiştir. Diktatör suçlaması posta koymak değil, küstah ve kindar bir bühtandır.
Diktatör arayan kendi geçmişine bakmalıdır. Çok şükür bizden Duçe çıkmadı, Führer çıkmadı, Firavun çıkmadı, Franko çıkmadı, Salazar çıkmadı, ülkemizde de Nazi kalıntıları ve kara gömlekliler görülmedi.
BERLİN’DE HAZIRLANAN ARAŞTIRMA RAPORU
İP’in Başkanı posta koymaya meraklıysa gitsin HDP’yi hedef alsın, gitsin PKK’ya ve FETÖ’ye tek bir laf etsin. İtalya Başbakanı çizmeyi aşmakla kalmamış, gizli Musollini hayranlığı yakasını ele vermiştir. Bir diğer tartışılması gereken konu da Berlin Merkezli Bilim ve Politika Vakfı’nın hazırladığı araştırma raporudur. Bu vakıf icazetlidir, ipoteklidir, iradesi çalınmıştır.
“Türkiye’nin İki Buçuk Yıl Sonra Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Kurumlara ve Politikaya Genel Bir Bakış” başlıklı sözde araştırma raporu sinsi ve sipariş bir çalışmadır. Mezkûr araştırmanın tercümesini yaparak değerlendirdik ve baştan ayağa yalan yanlış iddialarla dolu olduğunu mütalaa ettik.
Türkiye’nin yeni hükümet sisteminden, neye ve hangi amaçlara hizmet ettiği az çok belli olan bir Alman vakfının bu kadar rahatsızlığı, bu denli memnuniyetsizliği milletimizin tarihi ve muhteşem bir tercihte bulunduğunu ispatlamıştır.
Alman Sol Partisi’nin Türkiye ve MHP husumetinden sonra, bu ülkedeki bir vakfın da partimizi, yeni hükümet sistemini ve Cumhur İttifakı’nı karalama yarışı husumetle karılmış bir senaryoya delalettir. Diyorlar ki, tarikatlara mensup aşırı muhafazakârlarla MHP üyeleri yeni boşalan bürokratik mevkileri işgal ediyormuş. Özellikle polis ve istihbarat kadroları MHP’ye açılmış.
Ayrıca yeni hükümet sistemi çürümeye yol açmış.
Bu Alman Vakfı’nın bildiği ne varsa, belirlediği neler bulunuyorsa Türkiye Cumhuriyeti’ne bildirmezse, hükümetimize ulaştırmazsa dünyanın en müfteri, en melanet vakfı olacağını buradan ilan ediyorum.
Türkçe konuşan ülkeler olan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye arasında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ilişkiler daha da yoğunlaşmıştır.
1992 yılında başlayan “Türkçe Konuşan Devletler Devlet Başkanları Zirveleri” sonucunda belirginleşen siyasi iradeyle çok sayıda ortak kuruluş inşa edilmiş, bugüne kadar ilişkiler ve işbirlikleri aşama aşama geliştirilmiştir.
Özellikle 30-31 Ekim 1992 yılında Ankara’da gerçekleşen ilk zirveye, Türk Cumhuriyetleri arasında ikili ve çok taraflı işbirliğini güçlendirme arayışı damga vurmuştur. 2000’li yıllardaki zirve toplantıları ise diyalogları temellendirmiştir. “Zirveler Süreci” ile başlayan ilişkiler, Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin kuruluşuna kadar kökleşerek devam etmiştir.
Kafkasların ip gibi gerildiği bir dönemde, Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin Türk konseyi olarak isimlendirilmesi ve İstanbul’da yer tahsisi yapılması bizleri bahtiyar etmiştir.
Türk dünyasının tarihi ve kültürel birikimlerinden en geniş şekilde yararlanmak suretiyle Türk dili konuşan ülkeler arasındaki çok taraflı işbirliğinin genişletilmesini esas alan Türk Konseyi bize göre muazzam bir gelişmedir.
Türk Konseyi Devlet Başkanları Olağanüstü Toplantısı da 10 Nisan 2020 tarihinde videokonferans vasıtasıyla yapılmıştır. Bugüne kadar düzenlenen zirve toplantılarında Türk milletinin birlik ruhu cihana gösterilmiştir. Önümüzdeki dönemde Türk Konseyi’nin Ahlat’ta yapılan Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde toplanması en büyük arzumuzdur. Türk Konseyi’nin tezahür etmesinde emeği geçen Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere, Azerbaycan’ın, Kazakistan’ın, Kırgızistan’ın, Özbekistan’ın, gözlemci ülke Macaristan’ın devlet ve hükümet başkanlarına şükranlarımı sunuyorum.
Allah hepsinden ayrı ayrı razı olsun. Diyorum ki, dilde birlik, fikirde birlik, işte birlik.
Diyorum ki, heveste birlik, heyecanda birlik, hedefte birlik. Diyorum ki, akılda birlik, ahlakta birlik, atide birlik. Buradan Türk Konseyi’ni, Türk yurtlarını, mazlum soydaşlarımızı özlemle selamlıyoruz. Ne Mutlu Türküm Diyene sözüyle dünyayı kavrıyoruz.
300 milyonluk Türk dünyasıyla bizde varız, bizde ayaktayız ve görmesini bilenler için dev gibi dünyanın tam kalbindeyiz. Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, en iyi dileklerimi paylaşıyorum. Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.” Kaynak: Türkgün