19 kardeşini ve oğlunu öldürten 3. Mehmet
hanedan ailesinin hanesine adeta kanla yazılmıştı.
Onlarca çocuk ve kadının kanı eline bulaşmıştı.
Saray çok büyük bir travma atlatmıştı.
Öyle ki 3. Mehmet öldüğünde oğlu ve yeni padişah olan
1. Ahmet, babasının cenazesine katılmayı dahi reddedecekti.
14. Osmanlı hükümdarı 1. Ahmet, 14 yaşında tahta çıktı…
Sancak tecrübesi yoktu.
Tahta çıktığında sünnet dahi olmamıştı.
Sultan’ın sünnetini, meşhur Cerrah Mehmet Paşa yapacaktı.
Paşanın adı, İstanbul’daki ünlü Cerrahpaşa semtine verilecekti.
Annesi – Yunan/Rum asıllı Helen adlı- Handan Sultan’dı…
Ağabeyi Şehzade Mahmut babası tarafından boğdurulduğu için
babası öldüğünde taht ona kalmıştı.
Aynı gün biat töreni yapıldıktan sonra 3. Mehmet’in tabutu,
cenaze namazı kılınmak üzere Ayasofya’ya götürüldü.
1. Ahmet cenazeye katılmadı.
Bu davranıştan ötürü herkes şaşkındı.
Padişah yokken cenaze namazını nasıl kılacaklarını bilemediler.
Şeyhülislâm Ebü’l Meyamin Mustafa Efendi Saray’a haber yollayıp,
yeni hükümdarı cemaate davet etti.
Ama gelen cevap manidardı…
Yeni hükümdar, kardeşlerini taht için boğdurtan
babasının cenaze törenine katılmayacaktı.
Şeyhülislamın, babasının cenaze namazını kılmak için yaptığı daveti
şu sözlerle geri çevirdi:
“Taht sahibi olmak için 19 kardeşini ve bir oğlunu öldüren adam babam da olsa katildir.
Ben katil bir adamın cenaze namazını kılmam.
Varın siz kılın ve defnedin”
Öyle ki; babasının bu zalimliği, ünlü İngiliz yazar Shakespeare’nin
4. Henry adlı oyununda da konu edilmişti.
Çocuk yaşta maruz kaldığı ağır travmanın etkisiyle 1. Ahmet’in ilk işi
Fatih Sultan Mehmet’in koyduğu “Kardeş Katli” yasasını kaldırmak oldu.
Ama Anadolu topraklarında akan kan 1. Ahmet döneminde de durulmayacaktı.
16. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı devleti;
sosyal, ekonomik ve askeri alanda sorunlar yaşamaya başlamıştı.
Köylüye yüklenen yeni vergiler,
uzun süren savaşlar ve
yeniçerilerin halka karşı yapmış oldukları zorbalıklar
milleti zor durumda bırakıyordu.
Bir de bunun üzerine devletin mevcut toprak sistemi üzerinde
çiftçilerin aleyhinde yaptığı köklü değişiklikler ile
savaşlardan kaçan askerlerin Anadolu’da saklanarak eşkıyalık yapmaları eklenince,
isyanların çıkması kaçınılmaz olmuştu.
Zaten Osmanlı, en küçük rütbeden veziriazamlığa kadar
bütün rütbeleri devşirmeye vermiştir, ana politikaları budur.
Bunu daha önce de kaleme almıştım.
Anadolu Türk’ü sadece askere alınmış,
sonu gelmez savaşlarda acımasızca harcanmıştır.
Ön hatlara ‘azaplar’ adı altında konmuş halk, düşmanın ilk darbesine maruz kalıyor,
yorulan düşmanı da arkadaki devşirme yeniçeriler yok ediyordu.
Anadolu halkı, padişahların ve onların devşirme paşalarının
ağır vergileri ve zulmü altında inlemekteydi.
Saray halkı ihtişam içinde yaşam sürerken,
Anadolu insanı açtır, elindeki her şeyi devletin devşirme açgözlü memuruna
vergi adı altında kaptırmaktaydı.
Bunu en güzel izah eden ise bence Prof. Celal Şengör’ün şu lafıdır:
“Bakın Anadolu şunu unutuyor.
Osmanlı bir Balkan devletiydi.
Anadolu da bir Osmanlı sömürgesiydi bunu hiç kimse unutmasın.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kalbi Balkanlar’dı.
Osmanlı’nın konuştuğu dil Balkan diliydi.
Balkanlar kaybedilince Osmanlı aklını kaybetti.”
Anadolu halkı da bir sömürge hayatı yaşıyordu.
Millet Anadolu’da açlıktan isyan ederken, 1. Ahmet, İstanbul’da
adıyla anılacak olan büyük bir camii inşa ettiriyordu.
Böyle sancılı bir dönemde böylesine büyük bir yapının
devlete ne kadar pahalıya patlamış olduğunu hayal edebilirsiniz.
Üstelik bu caminin savaş ganimetlerinden değil,
devletin hazinesindeki para ile yapıldığı bilinmektedir.
Bu da halkın tepkisine sebep olmuştu.
Evliya Çelebi’nin kaynaklardaki anlatışına göre,
Sultan Ahmet Camii içerisinde bulunan avizeler neredeyse
100 Mısır hazinesi kadar değerlidir.
Rivayetlere göre Sultan 1. Ahmet, vaktinde kendisine gelen değerli hediyeleri
bu camii mimarisine dâhil etmiştir.
Hal böyle iken yukarıda da değindiğim üzere Anadolu kan ağlıyordu.
O dönem çıkan isyanlara Celali İsyanları dendi.
Anadolu’yu kasıp kavuran bu isyanlar, adını Bozoklu (Yozgat) Şeyh Celal’den almıştı.
Bu isyanlar çoğunlukla ekonomik ve yönetimsel bozukluktan ileri gelir.
Sultan I. Ahmet, kendisine çok güvendiği Kuyucu Murat Paşa’yı sadrazam yapmış,
Anadolu’daki ayaklanmaları bastırma görevini de ona vermişti.
Murat Paşa, Hırvat asıllı Bosnalıdır.
Devşirme olarak Enderun mektebine girmiş,
oradan çıkmasından sonra çeşitli saray ve devlet hizmetlerinde bulunmuştur.
1. Ahmed döneminde 11 Aralık 1606 – 5 Ağustos 1611 arasında sadrazamlık yapmıştır.
Murat Paşa, isyanın ancak şiddet yolu ile önlenebileceğini düşünüyordu.
Ordusu ile beraber Anadolu yollarına düştü ve meşhur Türkmen avı başladı…
Önüne çıkan irili ufaklı tüm çeteleri haklıyor,
canlı yakalananların sorgusuz sualsiz boyunlarını vurduruyordu.
Binlerce ceset Paşanın kazdırdığı kuyulara dolduruluyor,
Anadolu toprakları adeta kan kokuyordu.
Tesadüfen Celali isyancılarının yanında bulunmak bile onun için bir ölüm sebebiydi.
“Kuyucu” lakabını öldürttüğü Celali isyancılarının ve
onların destekçilerini ölü ve diri derin kuyulara gömdürmesi nedeni ile almıştır.
Yıllarca Anadolu’da öldürttüğü kişilerin kellelerinden yaptırdığı piramitler
bir korku hikâyesi olarak anlatıldı.
Çok soğukkanlı, çok gaddar ve amansız olduğu bilinmektedir.
Yaşa başa bakmadan; erkek, kadın, Anadolu’da öldürttüğü kişi sayısının
30.000 ila 60.000 arasında olduğu tahmin edilmektedir.
4 yıl boyunca Anadolu’da devam eden bu katliamda bazı rivayetlere göre
öldürülen Türk sayısı 140 binlere dayanmaktadır.
Tarihçi Naima’nın anlatımına göre ise
yaşanan şu olay Kuyucu Murat’ı daha iyi anlatmaya yetiyor;
Kuyucu yakalananlar arasında bulunan ufak bir çocuğun katledilmesini emreder.
Ama cellatlar saklanarak emri yerine getirmez.
Emrinin yerine getirilmediğini öğrenen Kuyucu Murat Paşa
bu sefer Yeniçerilere çocuğu öldürmelerini emreder.
Yeniçeriler de “Cellatlar bile kıyamadı, biz nasıl kıyalım?” der
Onlar da bu emri yerine getirmez.
Çocuğu öldürecek kimsenin kalmadığını gören Kuyucu Murat Paşa
sırtındaki kürkü çıkarır ve kendi elleriyle çocuğu boğarak kuyuya atar.
Kuyucu Murat Paşa bu sırada 90 yaşını aşmıştır.
Kuyucu Murat Paşa Nakşibendî tarikatına mensuptu.
Ebussut Efendi’nin fetvalarından oldukça etkilenmiş ve
kendi yaşam felsefesini bu fetvalar üzerine kurmuştu.
Ona göre kendi tarikatının dışında düşünen ve bu şekilde yaşayan herkes kâfirdi.
Öldürülmeleri vacipti.
Bundan çok etkilenmiş olmalı ki savaş alanında şöyle dua ederdi:
“İlahi, bugün düşman karşısında ben kulunu utandırma.
İhtiyarlığıma merhamet eyle.
Din-i mübin ve şer’-i seyyüdü’l mürselin için hizmetim ile
şeriat namusunu kirleten kötülerin yok edilmesi hakkındaki içten niyetlerim malumdur.
Senden yardım ve başarı dilerim.”
İsmail Hakkı Danişmend’in tarifiyle;
“Anadolu Türkünün ebediyen lanetle anacağı bir zalim” olan ve
“Kana ve bilhassa Türk kanına susamış bir canavar” Kuyucu Murat Paşa!..
Çorum’dan başlayan Türkmen avı,
Amasya, Tokat, Yozgat, Şarkikarahisar çizgisiyle
Doğu Karadeniz kıyılarına Keşap ve Giresun’a kadar uzanır.
17 Ekim 1608’de kendisine padişahtan gelen emir iletildi.
Emirde sefere ara vermesi ve İran üzerine yürümek üzere hazırlık yapması söyleniyordu.
Ancak, Paşaya Anadolu’da yüz bine yakın akıttığı kan yetmemiş olacak ki
hala “Anadolu Harekâtı”na ısrarda devam ediyordu.
Paşanın bu korkusuz ve pervasız karşı çıkışı herhalde Sultan Ahmet’in
kendisine “babacığım” diye hitap etmesinden kaynaklanmış olmalı.
Padişah, Kuyucu Murat İstanbul’a döndüğünde bu parlak hizmetlerin karşılığını verdi.
Murat Paşa’ya iki teşrif hil’atı giydirilmesini emretti.
Kendi eliyle de murassa bir sorguç ihsan eyledi.
Padişahın Murat Paşa’ya kuş tüyünden yapılmış ve
değerli taşlarla süslenmiş bir sarığı kendi eliyle vererek onurlandırdığı anlaşılıyor.
Kuyucu Murat Paşa’nın ‘devlet töreni ile defni’, Anadolu’da tepki ile karşılandı.
Katledilen, cesetleri kuyulara doldurulan on binlerce Türk insanının
aileleri, akrabaları, hemşerileri ‘Paşa’ya gösterilen saygı ve sevgiyi’ kabullenemedi!
İstanbullular da sonraki yöneticiler de Kuyucu Murat Paşa’nın adını unutturmayı tercih etti.
Celali İsyanları incelenirse çok tanıdık bir tablo görülür.
İsyanların bir kısmı askeri sebeplerle olsa da önemli bir kısmı;
bölgede artan nüfus, züyuf akçe denilen düşük ayarlı para yüzünden enflasyonun artması.
Buna bağlı olarak vergilerin artması, halkın bunları ödememek için şehre göçmesi,
haliyle tarımın olmaması yüzünden kıtlığın baş göstermesi,
yasa dışı bir şekilde Avrupa’dan hububat alınmak zorunda kalınmasıdır.
Böylece Osmanlı’da ekonomik dengenin tamamen bozulmuştu.
Bu da yetmez gibi taşra siyasetinde tam biz zulüm örneği göstererek
azalan para değerini durmadan “salgın” vergileriyle düzeltmek istediler.
Peki, Murad Paşa başarılı oldu mu?
Kısa vadede yok ettiği insan sayısı itibarıyla evet, başarılı olmuştur.
Bir süre celali veya suhte hareketleri görülmedi ama ne pahasına?
Bunu da düşünmek lazım.
Döneminde Anadolu’nun kültürel olarak da bir yok oluşu oldu.
Haklı, haksız adeta nüfus azaltma amacıyla yapılmış eylemlerle dolu bir seferdi Murad Paşa seferi.
Beni en çok şaşırtan şey ise tarihi bile bile Murad Paşayı bugün yücelten kimselerdir.
Osmanlı Sarayı Türk’ü ve Türklüğü benimsememiştir.
Devlet, bu isyanların neden çıktığını
niçin Anadolu insanının memnun edilemediğini bile sorgulamadı.
Ünlü tarihçi İlber Ortaylı ise dönemi şöyle anlatır:
“Osmanlı tarihinin Murat Paşa ve Sultan Murad’lı bu dönemi devlet terörünün zamanıdır.”