İlber Ortaylı / Hürriyet
Cumhuriyet Atatürk için her şeyden evvel anayasa ve kanun demektir, meclis demektir. Bugünün Türkiyesi’nden yeni bir müteşebbis sınıfın, dünyaya açılan bir ticaretin, dünya ordularını talim ettiren bir ordunun bulunması onun hayalidir. Bugün etrafımızdaki coğrafyalar kaynıyor. Bunlar içinde Türkiye en iyi durumdaysa ve barışını kısmen de olsa sağlayabiliyorsa bu büyük bir başarıdır. Cumhuriyet’in hayali budur.
ATATÜRK’ün Cumhuriyet fikriyle ne zaman tanıştığı muamma bir tartışma konusudur. Aslında iki tarihin üzerinde yoğunlaşalım. Birisi kendisinin İttihat Terakki’nin merkez heyetiyle ciddi tartışmaya girdiği ve İttihat Terakki’nin Sultan II. Abdülhamid devri diktatoryası aratacak bir yola girmesini hissetmesidir. Bu konularda önyargısı çok derindir. Yakın arkadaşlarının huyunu suyunu iyi bildiği gibi sadece temasta olduğu askerî mülki erkânını da tanıyabilmektir. Bu nedenle Hareket Ordusu’nu kurmay başkanı olduğu sıralarda bu kargaşayı gördüğü 1911-12’den itibaren parti diktatoryasını tasvip etmediği açıktır.
İkincisi doğrudan doğruya Osmanlı saltanatının fiilen sona erdiğini, bu imparatorluğun mazisindeki parlak günlere yakışmayacak bir mecraya ister istemez gidildiğini gördüğü Mütareke dönemidir. Mütareke sırasında bazı planları vardı. Birincisi, padişah ile olan yakın ilgisi bu sayede Harbiye Nezareti’ne tayin edilmesi ve oradan darbe yaparak duruma el koyması ama yürürlüğe giremeyecek bu planın arkasından bütün yapamadıkları ve Amasya Tamimi’nden itibaren cumhuriyet kavgasına girdiği artık açıktır. Tabii ki resmi programı sadece dost arasında diye sır kâtibi durumundaki Mazhar Müfit (Kansu) Bey’e açıklaması Ankara vilayetine girdiklerindeki dinlenme mahallindedir.
150 YILLIK TARTIŞMANIN ÇÖZÜME GÖTÜRÜLÜŞÜ
Cumhuriyet onun için her şeyden evvel anayasa ve kanun demektir, meclis demektir. Türkiye Cumhuriyet’i her şeyden önce Osmanlı aydın sınıfının 150 yıldır tartışma içine düştükleri Batı medeniyeti, İslamiyet, Batı medeniyetine ait sanatların ve kurumların adaptasyonu veya reddi gibi tartışmaları kesin bir çözüme götürmektir.
Alaturka müzikten hoşlanan bu zabit bir yandan mesleği icabı Batılı tipte askerî bir kişiliktir. Protokole, yeme içme âdetlerine, kadınlı erkekli yaşanan cemiyet hayatına, Batı müziği ve danslarını alaturka müziği bildiği kadar tanır. Böyle bir kişilik haytamızda yeni değildir. Sultan Abdülaziz de Sultan Abdülmecid de –Sultan Murad zaten daha Batılıydı- Sultan Abdülhamid de müzik ve tiyatroda Batı’ya daha düşkündü. Böyle bir kişiliğin Türk cemiyetinde yarım asırdır gündemde olan harf devrimi konusundaki fikirleri benimsediği bellidir. Hatta Enver Paşa’nın idare-i maslahat olarak gördüğü Enverî yazıyla getirdiği imlâ ve yazı devrimini hiç yeterli ve doğru bulmaz. Cemiyet hayatında kadının yeri, hukuktaki ayrılıklarda tartışmadan yana değildir. Dolayısıyla Mütareke Dönemi’nin Gazi Paşa’sı bugünkü Cumhuriyet’in kurucusu olmayı aklına koymuştur.
100 yıllık hayalin içinde Türklerin hem Türk tarihine, Şark tarihine ama hem de dünya tarihi ve coğrafyasına hâkim olması düsturu vardır. Ona göre; dünyayı bilmeyen, ona fikren ve malumat olarak hükmetmeyen bir ulusun büyük milletler arasında yeri yoktur… Bu nedenledir ki hayalinin ilk parçası olan Osmanlı mevcudiyetinde bulunan fakat dağınık olarak yaşayan Batı müziği, opera, klasik dillerin öğrenimi, arkeoloji, dünya tarihi gibi konuları müesseseleştirmek onun gerçekleştirmek istediği hayallerindendir. Gerçekleştiğini kısmen gördü, kısmen ölümünden sonra bunlar devam etti. Ama şunu söylemek gerekir; Cumhuriyet tarihi içerisinde Gazi Paşa’nın mirasındaki bu önemli kısmı unutan da yine bizleriz. Onu terk ettik, o mirasın ne kadar güçlü olduğunu henüz fark edemedik ama edeceğiz.
İdeali olan şeylerin bazıları onun devrinde gerçekleşmeye başladı, bazıları da onun arkasından. Tabii bilimlerde, coğrafya, mühendislikte ve tıpta bu kadar kuvvetli bir ülkeyi tahayyül etse de gerçekleştiğini görmek zordu. Bu dalların kökü ondan 100 sene evveline gittiği için bunların acilen gerçekleştirilmesini de istiyordu. Bugünün Türkiyesi’nden yeni bir müteşebbis sınıfın, dünyaya açılan bir ticaretin, dünya ordularını talim ettiren bir ordunun bulunması onun hayalidir. Bu onun istediğinin ötesinden gerçekleşmiştir. Ancak şüphesiz ki bugünün Türkiyesi’nde insanların her birine fırsat veremeyen, özelleşen, kapalılaşan, imtiyaz sağlayan fakat kalitesiz bir şekilde artan eğitim kurumları onun düşüncelerinin aksinedir. Kendi devrinde maarif alanında daha büyük işler yapılmakta en azından ümit verici, göğüs kabartıcı bir durum sözkonusuydu.
BUNDAN SONRA NE YAPMALIYIZ
Cumhuriyet’in bundan sonra dikkat edeceği konu; istihdamda nepotizmi, adam kayırıcılığı, akrabacılığı ve yerelciliği ortadan kaldırmaktır. Bu hastalık sadece devlet sektöründe değil, özel sektörde de vardır. Cumhuriyet’in bundan sonra gerçekleştireceği şey millî entelektüel sınıfın, entelektüel ölçülere kavuşması, var olan mizahi zekâsının, atılganlığının hayata tatbikidir. Türkiye’nin entelektüel sınıfı, sınıf değil bir zümredir, gruptur ama bağımsız bir grup olmalıdır. Partilerin hizmetinde, o yolda yön değiştiren değil, onlara yön veren insanlar olmalıdırlar. Bunu en önemli özellik olarak görüyoruz. Bunun gerçekleşmesi şüphesiz ki henüz bir imparatorluğun üzerine kurulan genç Cumhuriyet’te söz konusu olamazdı. Bundan sonra neden olmasın?
Bugün etrafımızdaki coğrafyalar kaynıyor, sadece savaşla, yıkımla değil; örgütsüzlük, ekonomik durgunluk etkili oluyor. Bunlar içinde Türkiye en iyi durumdaysa ve barışını kısmen de olsa sağlayabiliyorsa bu büyük bir başarıdır. Cumhuriyet’in hayali budur. Lüksemburg Dukalığı olmadığımıza göre barışı sağlamak için savunma tedbirlerine yol ve kuvvet vermeli, teknoloji ona göre geliştirmeli, ziraatta yıkım ve tahribata asla yer vermemeliyiz. İcabında göçleri de buna göre ayarlamalıyız.
TÜRKİYE’Yİ AYDINLATAN OKULLARDAN BİRİ: İZMİR KIZ LİSESİ
Yüz yıl evvel resmen bir kız lisesi olarak faaliyete geçti. Ama buraya gelinceye kadar 7 sene İnas İdadisi başlığıyla güya ticari muhasebe kayıtları ve yan işler öğretilen bir kız öğrenci okulu olarak kurulmuştu. Bütçeden para verilecek gibi değildi. 1923 yılından itibaren ise Maarif Vekaleti’ne bağlı İzmir Kız Lisesi’dir. İzmir ve Ege Bölgesi’nin aydın halkı kız çocuklarını burada okumaya göndermiştir. Bu lisenin ne kadar önemli bir yer olduğunu anlamak için Macaristan’dan buraya gelen, adeta bu yuvanın buradaki arkadaşlarının aile muhiti içinde eğitim gören Nermin Abadan Hoca’nın hatıratını okumanızı tavsiye ederim.
Onun sınıfından tam dört tane profesör çıktı. Üçü benim hocam oldu. Başta sevgili Nermin Hoca’mız. Düşün dünyamda çok önemli yeri olan Prof. Dr. Mübeccel Kıray Hoca’mız ve Dil Tarih’te Türkoloji-Türk Edebiyatı bölümündeki Prof. Dr. Zeynep Korkmaz bildiklerim. Bir dördüncüsü ünlü bir matematik profesörümüzdür. Afganistan’da doğumevini kuran Dr. Münevver Özdolay da bu okulun mezunudur. Yine tarihçiler dünyamızın muhteşem hocası Prof. Dr. Mübahat Kütükoğlu ve saymakla bu sütunlarda yer bulamayacak Konak Meydanı’ndaki bu binada Türkiye’yi aydınlatmaya çıktılar. Okulun var olmak için hayat mücadelesi verdiği 1915-1923 arası da kayda değer bir bölümdür. Nice yüz yıllara devam etmesini istediğimiz okul bugün artık karma eğitim veriyor.