Meşhur Taksim Toplantıları’nın 180’incisiydi…
O günlerde partisini henüz yeni ilan eden Ahmet Davutoğlu onur konuğuydu ve ben de bir arkadaşımla birlikte Yeniçağ Gazetesi adına programı takip edecektim…
Program kokteyl ile başlamıştı. Arkadaşımla bir masaya geçtik ve tabiri caizse pusuya yatmışçasına etrafı gözlemliyorduk…
Zira etraf, ünlü siyasetçiler, gazeteciler, yorumcular vs ile doluydu. Kulis kaynıyordu yani…
Yanımda ikramları mideye indirmekle meşgul arkadaşıma karşımızda bir hazine olduğunu belirtip, “Hadi, ikimiz de etrafa dağılıp kulisleri toplayalım. Buradan bize rahat 1 hafta yetecek malzeme çıkar” dedim…
Arkadaşım, “Kiminle konuşacağız ki, ne öğreneceğiz ki” gibi gerekçelerle ve sanki kıtlıktan çıkmış gibi tıkınmada kalmayı tercih etti…
Ben onu masada bıraktım ve muhalif saflara geçen AKP’nin eski ve ünlü bir milletvekilinin, AKP’nin de çalıştığı TV ekranlarının ünlü bir anketçisi ile sohbet ettiğini fark edip yanlarına sokuldum…
Kısa bir girizgâhtan sonra sohbetlerine dâhil oldum. 10 dakikada ayaküstü iki kulisi kaptım. Derken konu, gecenin onur konuğu Davutoğlu’na geldi…
Anladığım kadarıyla o anketçi, Davutoğlu’na dışarıdan danışmanlık yapıyordu.
Davutoğlu’nun yeniden aktif siyasete dönmesi nedeniyle, AKP iktidarının iflas eden Suriye politikasındaki büyük katkıları o günlerde yeniden gündem olmuştu. Şu meşhur ‘Stratejik Derinlik’ mevzusu yani…
Hemen, “Davutoğlu’nun sırtında bir Suriye kamburu var. Bu konuda kamuoyunu nasıl ikna etmeyi düşünüyor” diye sordum. Ünlü anketçi, bu soruyu kendisinin de Davutoğlu’na sorduğunu ve Davutoğlu’nun verdiği cevabı açıkladı…
Çok dikkate değer bir cevap değildi aktardığı. Genel geçer ifadelerle yanıt vermişti anlaşılan Davutoğlu, bir ikna planı yoktu.
Neyse, devam edelim…
Kokteylin ardından yemek ve nihayet gazeteci Ümit Zileli’nin moderatörlüğünde Davutoğlu’nun konuşmasına geçildi.
Gazetecilere ayrılan yerden arkadaşımla birlikte dinliyorduk.
Davutoğlu, sazı eline almış usta bir ozan gibiydi. Türkiye ve dünyanın içerisinde bulunduğu durumu akademik bir bakış açısı ile anlatıyor, muazzam tespitlerde bulunuyordu.
Öyle popüler siyaset konuşması değildi sizin anlayacağınız, propaganda falan yapmıyordu. Üstelik çok da akıcı konuşuyordu.
Öyle ki ara ara yanımdaki arkadaşımla birbirimize bakıyor ve “Vay be. Davutoğlu’na bak” gibilerinden mimiklerle konuşuyorduk.
Hani “altına imza atarım” dersiniz ya, işte o cinsten şeyler söylüyor, yaptığı uluslararası görüşmelerden kesitler sunuyordu.
Devlet sırrı olarak nitelendirilebilecek, perde arkasında kalmış şeyleri de aktarıyordu bu arada…
Biz de, gazetecilik deyimiyle “bomba” gördüğümüz yerleri gazeteye ayrı bir haber konusu olarak geçiyorduk.
Davutoğlu, o muazzam konuşmasını çözüm önerisi ile berbat etti.
Sorunların çözümü olarak “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliğini” önerdi. Sıkı durun, bu önerinin de ulus devlet düzeyinde gerçekleşmesini savundu…
Yani Türk kimliği üst kimlik olmaktan çıkacak, alt kimlik olacak ama ulus devlet olarak kalacaktık…
Oysa HDP ve dikkate değer eleştiriler ile ayrıldığı AKP aynı üst kimlik mantığını savunuyordu.
Kaldı ki, Türkiye Cumhuriyeti zaten ulus bir devletti ve önerdiği çözüm ulus devletin mantığına, fıtratına uymak şöyle dursun, temeline dinamit koymaktı…
O anda daha iyi anlamıştım; Suriye’de stratejik derinliğin stratejik çukura nasıl dönüştüğünü…
Tahlilde, sorunların tespitinde ne kadar iyiyse, çözüm getirmede o kadar kötüydü hoca…
Siz, tarih boyunca hep karışık olmuş Orta Doğu, Kafkaslar ve Balkan coğrafyalarının tam kesişme noktasında bir ülke olacaksınız ve ulus kimliği yerine vatandaşlık kimliğini üst kimlik yapacaksınız…
Yani devletin eyaletlere, milleti etnisitelere bölmeye yol yapacaksınız… Üstelik toplumun kısmen tarikatlara bölündüğü bir konjonktürde!
Davutoğlu’nun Barzani’nin kanalına verdiği röportajda Suriyelilerin Kürtler için federasyon kararı alması halinde Türkiye’nin buna saygı göstermesi gerektiğini savunduğu haberi, Taksim Toplantılarındaki bu olayı getirdi aklıma…
Sanırım, mimarlarından biri olduğu Suriye politikasının hedefe ulaşmasını, Türkiye’nin stratejik çukurdan çıkmamasını istiyor Davutoğlu!
Hadi hüsnü zanla yaklaşalım, Suriye’nin kuzeyindeki yapının PKKistan olduğunu ve sözde dört ayaklı Kürdistan’ın ikinci ayağı olduğunu göremiyor.
Oysa stratejik derinlik politikasının Suriye sınırımızda bir PKKistan yarattığı ve PKK ile ABD’yi müttefik haline getirdiği gün gibi ortada.
Dahası, o sözde devlet projesinin 3. ayağı da Türkiye…
Kusura bakmayın sayın Davutoğlu, Suriye’ye rejim ihraç etmeye çalıştınız, milyonlarca Suriyeliyi ithal etmemize patladı.
Orada kürtlerden oluşan demokratik bir oluşum yok. Arapların topraklarını işgal eden ve nüfus yapısını bozan PKK teröristlerinden oluşan bir oluşum var.
Küresel güçlerin bir etnisite lehine müdahalesine destek çıkmakla, bir sözde Kürt Devleti’ne yeşil ışık yakmakla nereye mesaj veriyorsunuz bilmem ama andımızdan sonra Suriye çıkışınız da sizin için turnusol kağıdı oldu…
Bilesiniz!