Ocak 1933 Almanya’da yükselmekte olan Nasyonel Sosyalist hareketin fiili olarak yönetimde direksiyona oturma tarihidir. 30 Ocak 1933 te Adolf Hitler, başında olduğu koalisyon ile ulusal uzlaşı hükümeti Şansolyesi olarak, Cumhur başkanı Paul von Hindenburg huzurunda yemin ederek görevi üslendi. Machtergreifung (iktidarı ele geçirmek) ya da Machtübernehmen (iktidarı ele almak) diye adlandırılan bu dönem 3. Reich varlığının fiili başlama tarihidir. Literatüre “kahverengi devrim” olarak geçmesinin sebebi SA kuvvetlerinin kahverengi gömlek üniformasıdır. Hemen Mart 1933 te genel yetki alan Hitler, Almanya’da yaşayan 9 milyon nüfuslu Yahudi cemaatini tedirgin etti. Ortaçağdan beri Hristiyan batı Avrupa’ da değişik nedenlerle dışlanan Museviler için zor günler başlamış, HOLOKOST (soykırım) ya da İbranice SHOAH (felaket) ayak seslerini duyurmaya başlamıştı. Baskıdan bunalan Museviler kaçış yolları aramaya başladı. Yüzlerce kişi Türkiye’ ye geldi. Pasaportlarına “Heimatlos” damgası vurulan bu insanlar “haymatlos” terimini Türkçeye soktular.
1932 yılında Mustafa Kemal (Atatürk soyadı 24 Kasım 1934 te verildi) üniversitelerde kökten reform uygulama emri vermiş ve İsviçreli pedagog Albert Malche’ den rapor istenmişti. Musevi kökenli Fransızca konuşan Malche raporunu 1933 te hazırladı ve Almanya’da ki bu baskı dönemini lehimize çevirme fırsatını kullanarak 100 ün üzerinde bilim adamını Türkiye’ ye davet etti. 6 Temmuz 1933 günü Reşit Galip başkanlığında yapılan toplantıya M. Rüştü (Uzel), Albert Malche, Salih Zeki katıldı. Bu güne “Türk-Alman mucize günü” adı verildi. İşe alınmalarda Türkçe olarak ders verilmesi, Türkçe bilim kitapları yayınlanması şartı konmuştu. NSDAP (Nasyonel Sosyalist İşçi Partisi) baskısından korkan ve Almanya’da dışlanan bu bilim adamları sevinerek bu teklifi kabul ettiler. 1933-34 eğitim yılında 27 yerli, 38 yabancı Ordinaryüs profesör üniversitelerde görev aldılar.
Avusturya işgali ile Türkiye’ ye sığınanların sayısı 1000 i buldu. Aralarında birkaç profesör vardı. Türkiye’nin Musevi desteği artırmıştı. Marsilya konsolosumuz Necdet Kent 18000 kaçak Yahudi’ye Türkiye pasaportu vermiş, Rodos adası konsolosumuz (henüz İtalyanlarda) Selahattin Ülkümen 200 Yahudi’nin Türkiye’ ye kaçmasını sağlamıştı. Bu nedenle kendisine Musevi cemaati tarafından “ Uluslararası Dürüstler” ödülü verilmişti. 2.Dünya Savaşı arifesinde talep artınca bazı önlemler alındı. 67 Yahudi sığınmacının talebi reddedildi, bazıları Türklerle evlenerek ülkemize geldi. 1949 yılına gelindiğinde gelenlerin üçte ikisi geldikleri ülkeye, yüzde otuzu Amerika’ ya gittiler.
Üniversitelerde eğitim kalitesi artmıştı. Babam Dr Arif ATLI’ da sebeplenenlerden biri olmuş ve okul anılarında bu konulara yer vermişti. 8-9 yabancı eğitmelerle deneyim kazanmışlardı. Teknoloji destek cihazların pek olmadığı o dönemde, hekimleri bireysel beceri ve teşhisleri önem arzediyordu. Dr Arif bir İstanbullu olarak güneydoğu da Trahomla mücadelede büyük bir rol oynadı. 1941-47 arası alınan eğitim oldukça iyi bir doktor kadrosu yaratmıştı. 1947 mezunları, ölene kadar dernekleşerek yoğun görüştüler. Ben de birçok etkinlikte kendilerini keyifle izleme fırsatı bulmuştum. İçlerinde en renkli sima Dr İhsan Ünlüer’ di her etkinlikte sahne alır espri ve şarkıları ile renk katardı, müzisyen(tenor operacı),karikatürist, yazar ve Jinekolog olan Ünlüer; “Bizim tıp mektebinden her şey çıkar, biz Alman eğitimi aldık, arasıra doktor bile çıkar” derdi. Babamların bir anısını, sınıf arkadaşları Dr Tarık Minkari anlatımı ile iletmek isterim;
“Fakülte sıralarındayken iki hocamı çok sevmiştim: Prof. Koswig ve Prof. Schwartz. İkisi de 1933’te Almanya’dan gelmiş, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev almışlardı. Prof. Schwartz, babacandı, öğrencilerini sever ve korurdu, şaka yapmaktan hoşlanırdı. Derse tepsi üstünde, formol içinde kurumuş, büzülmüş organlar getirir, bizleri masanın etrafında toplar, onları bize tek tek gösterir, anlatır, öğretirdi. O gün masanın üstünde kurumuş pankreas ve karaciğer dokuları, ayrıca şeffaf bir bardak içinde, limoni bir miktar sıvı vardı.
Hoca gözlerini üstümüzde dolaştırdıktan sonra kurbanını seçti. İhsan’ı aşağıya çağırdı. (İhsan Ünlüer askeri tıbbiyeli, uzun boylu, atletik, üstüne okka gibi oturmuş elbisesiyle ilah gibiydi. Sonraki yaşantısında doktor, jinekolog, Carmen’in Don Jose’si, hayat dolu bir dostumdu.) İhsan aşağı indi, Hoca bir elini İhsan’ın omzuna koyduktan sonra dersi anlatmaya başladı:
‘Bakın çocuklar, sizin kuşak çok talihli! Şimdi idrarda şeker olup olmadığını anlamak için birkaç damla ilaç damlatmak yetiyor. Halbuki benim babamın devrinde doktor idrarda şekerin olup olmadığını anlamak için onu tadardı,’ dedi ve masanın üstündeki bardağın içine parmağını batırdıktan sonra onu yaladı. Bizim soluğumuz kesildi, iğrendik. İhsan’a döndü, onun gözlerinin içine baka baka, ‘Haydi çocuk, sen de yap!’ dedi. İhsan dondu kaldı, parmağını bardağa doğru uzatamadı. Hoca ısrar etti: ‘Haydi çocuk, ben denedim, ölmedim, sen de dene!’ İhsan utandı, sıkıldı ama direnemedi. İstemeye istemeye sağ elinin işaret parmağını bardağa batırdı ve sonra onu iğrene iğrene yaladı. Hoca sinsi sinsi güldü. Bize dönerek, ‘Hekim, her şeyden evvel çok iyi bir observatör olmalıdır’ dedi. Sonra parmaklarını göstererek, ‘Ben bu parmağımı batırdım ama şu parmağımı yaladım. Halbuki genç arkadaşımız aynı parmağını batırdı, aynı parmağını yaladı!’
Hepimiz şaşkın şaşkın bakarken bu kez hoca uzandı, içmeye başladı. Yarısına gelince kadehi İhsan’a uzattı. ‘Güzelmiş’ dedi. ‘Hadi sen de iç!’
İhsan suratını buruşturdu ve öğürdü.
Hoca sakin, ‘Şerbet güzel, niçin kusuyorsun?’
İhsan inanmadı ve içmedi.
Hiçbir derste bu kadar eğlenmedim.”
Aksanlı Türkçeleri ile renkli bu hocaların çoğu Moda’ da otururlardı ve çoğu aynı saatte sabah 7.40 vapuruna binerlerdi bu nedenle bu vapura “Alaman Vapuru” derlermiş ve muhabbetlerine katılmak için fırsat kollarlarmış. Dr İhsan Ünlüer’in Bahariye’ de yaşadığı iki katlı cumbalı ev müze gibi koruma altında. Birçok geceler gür sesi ile gece yarısı mahalleyi rahatsız ettiği için eşiyle kavgaları da semtte ünleniş. Yaşadıkları NİSBİYE sokağının adı da yıllar sonra Dr İhsan Ünlüer sokağı oldu. Yaşarken kıymeti bilinmeyen 1960 darbesinden sonra Üniversiteden uzaklaştırılan Ünlüer kaçak olarak operalarda çalışarak yaşamını sürdürmüş.
Özellikle İstanbul Üniversitesini uluslararası standarda getiren bu operasyonlara emek veren başta Atatürk , arkadaşları ve değerli hocaları rahmetle anıyorum. Güzel hekimlerin, hukukçuların ve öğrencilerin de ruhları şadolsun..
M.Ünvan ATLI Temmuz 2022
Not 7.40 Vapuru ile 7.40 (SemSorok) treni tesadüfen aynı saat. SemSorok Rusya Yahudilerinin dansı ve şarkısıdır.