Özellikle “Atatürkçü” kesimde Atsız’ın bir dönem Atatürk’e mesafeli duruşu örnek gösterilip, Atsız’ı Osmanlıcı ve hatta İslamcı göstermek gibi bazı absürtlükler görüyorum.
Atsız otuzlu yılların başında inkılâplara çok olumlu bakmaktadır. Atatürk’ü de çok sevmektedir. Bazı yazılarında Kemalist bir renk de vardır otuzların ilk yarısında.
Bu yıllara ait yazılarından parçalar:
“İtiraf etmeliyiz… Vazifemizi yapamıyoruz. El çırpmakla, yaşa demekle inkılâba karşı borcumuzu ödemiş sayılamayız.”
Hatta Atsız Türk Ocaklarının kapatılıp yerine Halk Evlerinin açılmasını bile inkılâp açısından olumlu görmektedir:
“Biz her işe şarklılara ait bir heyecanla başlarız. Halk Evleri güzel ve heyecanlı bir harekettir. Temenni ederiz ki bu güzel ve heyecanlı hareket şuurlu neticeler vererek merhum Türk Ocaklarının son zamanlarında olduğu gibi faaliyeti yalnız Cumhuriyet bayramlarında verilen balolara inhisar etmesin.”
Yine o yıllardaki yazdığı bir şiirde şöyle demektedir:
“Arkasında olmasaydı şanlı bir mazi
Bu milletten çıkar mıydı bir büyük “GAZİ”?
Atsız’ın Atatürk dönemindeki bazı yazılarındaki Türkçülüğündeki bu Kemalist rengi görmemek mümkün değildir ki bu da çok normaldir çünkü Atatürk en büyük Türkçüdür ve bizzat Atsız’ın sözleriyle “Atatürk ortalığa bir Türklük dehşeti saçmıştır.”
Atsız’ın daha sonraki yıllarda (altmışlı yıllarda) Atatürk dönemini anlatmak için yazdığı sözdür.
Otuzların ikinci yarısından îtibâren bu durum hızla değişmeye başlar. Bunun temel nedeni, Atsız’ın Rıza Nur ile mektuplaşmaya başlamasıdır.
Genç Atsız, Rıza Nur’un Atatürk hakkındaki görüşlerinin etkisinde kalmıştır. Ayrıca sıkı bir ahlâkî karaktere sahip olan Atsız, özel hayatına çok dikkat etmediğini, fazla içki içtiğini vs. düşünmekte, bu tarz bir hayat yaşamasını beğenmemektedir.
Ondan büyük atılımlar ve Turancılık beklemektedir. Dahası, Atsız, Atatürk’ün etrafındaki dalkavukların da Atatürk’ü yanlış yönlendirdiğini, Atatürk’e “güneş dil teorisi” gibi, “milli tarih tezi” gibi bilimsel olmayan işler yaptırdığını düşünmektedir ve bunları da yazılarında eleştirmiştir. Eleştirince de Atatürk, etrafındaki dalkavukların da etkisiyle Atsız’ın üzerini çizmiştir. Atsız görevden alınmıştır, sürülmüştür vs. Bu olaylar Atsız’ın Atatürk ile ilgili düşüncelerini daha da keskinleştirmiştir.
Yirmi sene önce Atsız’ın bazı yakın arkadaşlarıyla kendi çapımda söyleşi yapmıştım. Kayıtları evde bir yerlerde duruyor. O zaman öğrendiğime göre, Atatürk “Getirin bakalım şu genç adamı, bir konuşalım” diyerek Atsız ile ilgilenmiş fakat Köprülü gibi şahıslar bu iki insanın tanışmasına engel olmuşlar.
Atsız, 1944’te sorgu sırasında şu cümleyi kullanmıştır. Benim arşivimde mevcut:
“Gazi Mustafa Kemal’i tebcil ederim (yüceltirim, ulularım) ama cumhurbaşkanı Atatürk’ü beğenmiyor ve sevmiyorum.”
Atsız’ın altmışlara kadar Atatürk’ü pek sevmediği bir gerçektir. Buna rağmen, 1941 yılında yayınladığı Dalkavuklar Gecesi adlı Atatürk’ü ve etrafındakileri hicvettiği küçük romanı dikkatli okunursa, Atsız’ın orada bile Atatürk’e büyük hayranlık duyduğunu, Atatürk’ü büyük bir adam olarak kabullenmekle beraber, kendisini içkiye ve dalkavuklara bıraktığını düşünerek için Atatürk’e öfke duyduğunu romanda görmek mümkündür. Böyle okuyun, göreceksiniz…
Bununla birlikte, Atsız’ın altmışlardan itibaren Atatürk ile ilgili düşünceleri değişmeye başlamıştır. Atatürk ile ilgili olumsuz yargılar değil, tam tersine olumlu cümleler görmekteyiz yazılarında.
Mesela, 1970’deki şu yazısına bakalım:
“Şunu da unutmamalı ki O Sakarya ve Dumlupınar Meydan Savaşları’nı kazanmış bir kumandan, mahvoldu sanılan bir milleti kalkındıran devlet adamıydı. Tehlike anlarında ülkesini bırakıp gitmiş ve unvanını durup dururken almış değildi.”
Bu demektir ki “Cumhurbaşkanı Atatürk’ü beğenmiyor ve sevmiyorum” düşüncesi 1970’te kesinlikle değişmiştir artık. Yani Atsız, artık Atatürk’ün devlet adamlığını da beğenmektedir.
1972’deki bir yazısında ise şöyle diyor:
“Atatürk’ün büstü bize, İstanbul Üniversitesi Merkez Binasının bahçesindeki Atatürk heykelini hatırlattı. Görenlerin bildiği gibi heykel erkek ve kız iki üniversiteli öğrencinin ortasında Atatürk’ü göstermektedir.
İşin garibi öğrencilerin atlet kılığında, Atatürk’ün ise entarili olarak tasvir edilmiş olmasıdır. Her şeyden önce bir asker olan Atatürk’ü gecelik denecek çirkin bir kılıkla, eski Asuri ve İran hükümdar röliyeflerindeki şekillere benzeyen biçimde canlandırmak hem Türk milletine, hem de onun hatırasına saygısızlıktır.”
Atatürk’ün kötü yapılmış bir heykelini bile hem Türk milletine hem de Atatürk’ün hatırasına saygısızlık olarak görmesi Atatürk ile ilgili artık çok olumlu yargıları olduğunu yeteri kadar açıklamıyor mu?
Oğlu Yağmur Atsız’a da “Atatürk’e geçmişte haksızlık ettiğini” söylemiştir. Altmışlı ve yetmişli yıllara ait bunun gibi başka örnekler de bulmak mümkündür.
Altmışlardan itibaren Atsız’ın Atatürk hakkındaki düşüncelerinin bariz bir şekilde değiştiğini görmemek mümkün değildir. Peki altmışlarda ne oldu? Rıza Nur’un anıları yayınlandı. Bizzat Refet Körüklü’den dinledim, Atsız anıları okuyunca “Ya bizim baba neler yazmış böyle” diyerek konuyu kapatmıştır.
Fazla uzatmayalım, Atsız ömrünün yaklaşık son 15 yılında Atatürk’ü takdir etmiştir ve hakkını vermiştir. Bunu görmemek mümkün değildir.
Otuzlu yılların ilk yarısına kadar da Atatürk’ü sevmektedir. 1935 ve 1960 yılları arası ise Rıza Nur etkisi ile ve diğer yukarıda anlattığımız sebeplerden dolayı Atsız’ın Atatürk’e bakışı mesafelidir. Bunu da görmemek mümkün değildir.
Bununla birlikte, 1960’dan ölümüne kadar Atatürk’ü değerini de, ilk gençliğinde olduğu gibi tekrar takdir etmiştir. Yazılarında bu açıktır.
Bir insanı sevmemiz veya onaylamamız için bence o insanın başka bir insanı sevip sevmemesi kıstas olamaz.
Tabiî bence, benim için. Kıstas benim kıstasımdır, başkasının kıstası, seküler veya değil herhangi bir şeyhin kıstası değil. Ben, bir insanı sevmem için kendi düşüncelerimi ve hislerimi ele alırım, başkalarının düşüncelerini ve hislerini değil. Aksi takdirde, şahsiyetim yoktur.
Yani, Atsız Atatürk’ten nefret etse veya Atatürk’e tapsa da veya tam tersi Atatürk Atsız’dan nefret etse veya Atsız’ı çok sevse de benim için sadece merak konusu olurdu, araştırırdım sebeplerini o kadar.
Sonuçta, Atatürk’ü de Atsız’ı da kendi düşüncelerime göre değerlendirir ve sevip sevmeyeceğime öyle karar verirdim.
Bu iki büyük insan birbirlerinden nefret etse de, birbirlerini aşk derecesinde sevse de benim için pek önemi yok.
Bununla birlikte, hayatının bir dönemindeki mesafeli duruşu hariç, Atsız Atatürk’ün büyüklüğünü takdir etmiştir.