Her türlü tarikat ve cemaat gibi dini içerikli yapılar, tarihin çeşitli dönemlerinde milletlerin ve devletlerin baş ağrısı olmuştur. Bunun en büyük nedeni, cemaatlerin asıl faaliyet alanlarından çıkarak maddi menfaatlere yönelmesidir. Buna bir de dış etkileri eklersek, bir anda masumene görülen tarikat yuvalarının gelecek nesiller için faydalı mı, tehlikeli mi? olduğu sorusuyla karşı karşıya kalırız.
Vahabilik ve Müslüman Kardeşler denilen İhvan-ı Müslimin gibi akımların ortaya çıkmasında İngilizler’in ne denli etkin bir rol oynadığını bilmeyen yoktur. Son yıllarda El Kaide ve IŞİD (DEAŞ) gibi örgütlerin ise ABD tarafından üretildiğini tüm dünya biliyor.
Emperyalistler, ihtiyaç duydukça bu yöndeki örtülü ve açık operasyonlarını sürdüreceklerdir. Feytullah Gülen Cemaati’nin durumu ortadadır. Tamamen CIA endeksli tüm dünya da misyonerlik tarzı faaliyet gösteren bir cemaattir. Ülkemizdeki yapılanması malum. Yıllarca devletin en mahrem noktalarına sızmış, silahlı kuvvetlerdeki yapılandırmalarıyla ihtilal teşebbüsünde bulunmuş legal ve illegal yapılanmasıyla ABD güdümünde faal olmuştur. Ve halen ülkemiz başta olmak kaydı ile, çalışmalarına devam etmektedir.
Milliyetçi bakış açısı ile konuyu irdelediğimizde, her türlü cemaat, tarikat ve tekke gibi yapılanmaların Türk Milleti’nin genleri ile bağdaşmadığını görürüz. Türkler’in genindeki İslam anlayışı Maturilik’tir. Gerisi savsatadır. İlim ve akıl ile İslamiyete bakış açısını sergileyen Türk Milliyetçiliği/Milleti , her türlü tarikata karşı olduğu gibi; mezhepleşmeye de karşıdır.
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, boşuna mı bu dini yapılanların faaliyetlerini kökünden yasaklamıştı. Bu bağlamda, Bedevi kültürüne biat edenlerin dini yaklaşımlarında sergiledikleri tutumun ana kaynaklarından biri de Atatürk düşmanı oluşlarıdır.
Bu günlerde bir takım sapkın olaylarla gündeme gelen, ancak siyasi yönetim tarafından korunup kollanan tarikatlar iyice şımarmış durumdadır. Uygulanmakta olan “yürütmenin getirdiği strateji” nin rüzgarı ile dini akımlara mensup kişiler kendilerini adeta devlet yerine koymaktadırlar. Sarıklı bir generale sahip çıkmayı kendilerine vazife edinenler, Anıtkabir’de “şemsiye tutan” bir subayı anında sürgüne gönderebilmişlerdir.
Yıllar önce söylenen bir şarkıdan, üstlerine vazife çıkaranlar bir sanatçıyı neredeyse linç edebilmektedirler. Sezen Aksu’yu seversin, sevmezsin! Ama kardeşim, illaki sataşacak bir suç ararmış gibi insanları bu kadar taciz etmenin bir izahı var mıdır? Bir de ellerinde Türk bayrakları ile kadının evinin önünde gösteri yapıyorlar. İktidarım “yalak medyası” da onları alkışlıyor.
Zorla gönderildiği cemaat yurdunda intihar eden bir gencimiz ile gündeme gelen cemaatlere maalesef karşı durması gerekenler de sahip çıkmıştır. Bu konuyla ilgili TBMM’de yapılan konuşmada bakın neler söylenmiş;
TARİKATLARA SAHİP ÇIKTI
Ailesinin zoru ile bir cemaat yurdunda kaldığını söylemiştir. Ne var ki TBMM’ye geçen dönemden sunduğumuz Ruh Sağlığı düzenlemesinin de bir an önce geçmesini istiyoruz. İstismarın her zeminin karşısındayız. Gençlerimizi sahipsiz bırakamayız. Suçsuz, günahsız insanlarımızın israfına tahammül edemeyiz. Bu intihar vakası ne ilk ne de son olacaktır. Bu intihar olayın siyasi şekilde konu edilmesi, hesaplaşmaya çevrilmesi insani değildir, vicdani değildir.
Enes Kara olayı kollektif bir saldırı haline getirilmiştir. Kimin inanıp inanmadığı bizim merak sahamız içinde değildir. Herkesin inanç hürriyetini yaşamaya hakkı vardır. Cemaatler ve tarikatlar devletle rekabet etmedikçe, devleti ele geçirmeye çalışmadıkça var olmaya devam edeceklerdir. Dini suçlamalardaki sinsilik bizim meselemizdir. Kimsenin avukatı değiliz. Ama konu dinimiz olunca gözümüzü budaktan sakınmayız.
Bu açıklamaya ne denir ki? Yorum, Türk Milliyetçiliği için kan veren, ter döken, çile çekenlere ait olsun.. Tanrı Türk’ü Korusun…