Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil, TBMM’de kabul edilen Suriye Tezkeresinin ardından Suriye’de şehit olan Bornova taburu askerlerini yazdı. Özdil, “Suriye tezkeresi uzatıldı. Uzatalım… Ama, kaç şehit verdik Suriye’de, bilen var mı? Kaç evin direği yıkıldı? Kaç çocuk babasız kaldı, kaç eş?” ifadelerini kullandı.
Sözcü yazarı Yılmaz Özdil Suriye’de şehit olan askerlerin isimlerini tek tek hatırlatarak TBMM’de önceki gün kabul edilen Suriye Tezkeresinin kabul edilmesini yazdı. Özdil, yazısında “Başkasının evladıyla kahramanlık yapmak ne kolay değil mi? ifadelerini kullandı.
Özdil’in ‘Tezkere’ başlıklı yazısı:
Muhammed Ali. Üsteğmendi. 1 Nisan doğumluydu. Henüz 25 yaşındaydı. Eşi altı aylık hamileydi, ultrason fotoğrafıyla hatıra çekmişlerdi. Bir hafta sonra Suriye’de şehit oldu. 1 Nisan’da, Muhammed Ali’nin doğum gününde oğlu dünyaya geldi. Babasıyla sadece ultrason fotoğrafı olan Ömer Ali bugün iki yaşında.
Şükrü. Uzman onbaşıydı. 27 yaşındaydı. Bir ay sonra baba olacaktı. Heyecanla beklediği bebişine mini mini kıyafetler almıştı, sekiz aylık hamile eşi de kelebek işlemeli kıyafetlerin fotoğrafını çekip, sosyal medya hesabından “babasının kızımıza hediyeleri” diye paylaşmıştı. Suriye’de şehit oldu. Bir ay sonra kızı doğdu.
Uğur. Uzman onbaşıydı. 30 yaşındaydı. Suriye’de şehit oldu. Üç yaşındaki kızı Döne’ye kamuflaj kıyafeti giydirdiler, babasının tabutunu asker selamı vererek uğurladı.
Muammer. Uzman çavuştu. 31 yaşındaydı. Suriye’de şehit oldu. Bir elini emzik gibi emen, öbür eliyle babasının ay yıldız bayraklı tabutunu okşayan oğlu Melih, henüz altı aylıktı.
Emin. Uzman çavuştu. 40 yaşındaydı. Suriye’de şehit oldu. Babasının mezarına toprak atan 15 yaşındaki kızı Miraç, hepimizin zihninde dönüp duran soruyu haykırdı: “Dün gece çok çığlık attım gökyüzüne, belki sesim sana ulaşır diye… Niye bu kadar erken babacığım, niye, isyan etmek istemiyorum ama, ülkede bu kadar şerefsiz varken niye sen?”
Osman. Teğmendi. 30 yaşındaydı. Suriye’de şehit oldu. Babasının kucağında, tıpkı annesi babası gibi pırıl pırıl mutlulukla gülümseyen Serenay, iki yaşındaydı.
Cihat. Polisti. 34 yaşındaydı. Suriye’de şehit oldu. Cenaze töreninde yedi yaşındaki oğlu Araf’ı teskin edebilmek imkansızdı.
Eyüp. Uzman onbaşıydı. Henüz 23 yaşındaydı. Anne babası ayrılmışlardı, ikisi de bakabilecek durumda değildi, bebekken yetiştirme yurduna bırakılmıştı, 18 yaşına kadar orada büyüdü, askere gitti, tezkere bıraktı, uzman onbaşı oldu, annesini buldu, babasını buldu, onları barıştırdı, yeniden biraraya getirdi, kuruşuna bile dokunmadan maaşlarını biriktirdi, anne babasına ev aldı, bebekliğinden beri hiç sahip olmadığı ailesini, yuvasını kurdu. Suriye’de şehit oldu.
Şevket. Binbaşıydı. 38 yaşındaydı. Dört yaşında kızı vardı, Kumsal, altı aylık oğlu vardı, Kıvanç… Kıvanç’ı en son sekiz günlükken görmüştü, altı aydır evine gelememişti, bu yüzden kızıyla fotoğrafı var ama, oğluyla henüz fotoğrafı yoktu. Suriye’de şehit oldu.
TBMM’de önceki gün eller kaldırıldı. Suriye tezkeresi uzatıldı. Uzatalım… Ama, kaç şehit verdik Suriye’de, bilen var mı? Kaç evin direği yıkıldı? Kaç çocuk babasız kaldı, kaç eş?
Hepsi arkadaştı mesela, hepsi İzmir’den gitti… Çiğli askeri üssünden uçakla Hatay’a getirildiler, Amanos eteklerinden Suriye topraklarına girdiler. Sağanak yağmur vardı. Zemin balçıktı. Postalları yapışıp kalıyordu. Çocuklarımızın sürüldüğü yer, sadece mecazi manada değil, kelimenin tam manasıyla “bataklık”tı. Henüz gün ışımamıştı. Keltepe tabir edilen 1083 rakımlı tepeden taciz atışı yemeye başladık. Hava aydınlanır aydınlanmaz, tanksavarla dozerimizi vurdular. Evet, dozerlerimiz greyderlerimiz var orada… Arazi berbat, bazı durumlarda tanklardan fazla işe yarıyorlar. Sabahın köründe tanksavarla dozerimizi vurdular. İzmir Bornova taburu atış yapılan tepeyi almak için harekete geçti. Saat 8’di, karşıdan yoğun ateş başladı. El bombası mesafesine kadar yaklaştılar, göğüs göğüse denir ya, işte öyleydi. Bizimkilerde el bombası yoktu. Herifler hazırlıklıydı. Maalesef, ilk temasta şehitleri verdik, Uğur, Taha, Rıdvan, Arif, Recep, Burhan, Mehmet, Ozan… 8 şehidimiz, 30’un üzerinde yaralımız vardı. Bekir boynundan vuruldu, Uğur tam iman tahtasından yedi, Uğur’a koşayım derken Abdullah da aynı yerden, göğsünden isabet aldı, Tuna’nın sağ koluna, Erhan’ın sağ ayak bileğine, Mesut’un sol koluna, Şevket’in sağ eline, Buğra’nın sağ omzuna denk geldi, Sinan’ın kafasına şarapnel çarptı, Kayhan, Hasip, Reşit, Sedat, Mahmut, İsmail, hepsinde şarapnel yarası vardı, Selçuk’unki maalesef sağ gözüne geldi. Çocuklarımızı bekliyorlardı, pozisyon almışlardı, tahkimli mevzileri vardı, bölgeyi metro hatları gibi kazıp betonlamışlardı. Havan fırlattık, sonuç alamadık. Helikopterimiz geldi, isabet aldı, mecburen çekildi. Uzun namlulu keskin nişancıları vardı, özellikle Afrin’e getirmişlerdi, sıhhiyecimize bile sıktılar, sıhhiyeci İsmail bile yaralanmıştı. Ağır çatışma saat 16’ya kadar devam etti. Bizimkilerin mühimmatı bitti. Uçak desteği istediler. Diyarbakır’dan ik i F16 geldi. İnanın yazarken bile yüreğim kabarıyor, gözyaşlarımı tutamıyorum… Tim komutanımız gencecik bir teğmendi, hedef koordinat tarifi yaparken, “üstüme atın” diye yalvarıyordu telsizden… “Herifler dibimde üstüme atın” diye bağırıyordu. Pilotlarımız nasıl atsın, aradaki mesafe on metreden bile azdı. Ateş desteği verilemedi. Çocuklar vuruştu vuruştu vuruştu, anca hava karardıktan sonra vaziyete hakim olabildi, şehitlerimiz sırtta taşınarak çıkarılabildi.
Başkasının evladıyla kahramanlık yapmak ne kolay değil mi?