Tarikatların devlet içerisindeki örgütlenmeleri tartışılmaya devam ediyor. Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Katli Vacip kitabının yazarı Fethi Yılmaz, “Bu durum böyle devam ederse, bu ülkenin yeni 15 Temmuzları görmesi kaçınılmaz.” dedi.
Gazeteci Fethi Yılmaz, Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan Katli Vacip adlı kitabı üzerine dikkat çeken açıklamalarda bulundu.
BirGün’den Can Uğur’a konuşan Yılmaz, Türkiye’deki birçok tarikatın karıştığı cinayetler ve perde arkasında yer alan siyasilerle ilgili konuştu.
“Bir FETÖ gitti bin FETÖ geldi” sözlerini hatırlatan Yılmaz, ülkeyi yönetenlerin tarikatların devlette örgütlenmesinin önüne geçmemesi halinde yeni “15 Temmuz”ların yaşanabileceğini belirtti.
İşte o röportaj:
-Kitabınız tarihsel bir hattan yola çıkıyor bu bağlamda cemaatlerle sağ iktidarların ilişkisini nasıl yorumlarsınız, nasıl bir ilişki var?
Aslında bugün sık sık gündeme gelen tarikat tartışmasını Osmanlı’ya kadar götürmek mümkün. Cumhuriyet’i kuran kadro da bu sorunu tartıştı ve bir çözüm getirdi. İstiklal Savaşı sonrasında sıra sosyal hayatta eşitlikçi bir düzeni sağlamaya, yurttaşı oluşturmaya gelmişti. Tarikatlar bugün olduğu gibi o gün de bunun önünde engeldi. Gelinen durumdan birçok tarikat lideri de şikayetçiydi. Öyle ki 1925’te tekke ve zaviyeler kapatılırken buna destek verdiler. Düşünün bugün ben “Katli Vacip” kitabında tarikat cinayetlerini anlatıyorum, 1925 yılında yasa görüşülürken Kütahya Milletvekili Nuri Bey, tarikatların işlenen birçok cinayetin sorumlusu olduğunu söylüyordu.
Cumhuriyet’in toplumsal hayatta laikliği esas alan kurucu düşünsel yapısından 1950’li yıllarda çıkıldı. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile tarikatlar yeniden baş gösterdi. Tabi sağ ya da muhafazakar iktidarların her döneminde biz tarikatlara verilen bu desteği görüyoruz. Tarikata verilen destekle hem o cemaatin müridi sizin seçmeniniz oluyor hem de elinizin altında istediğiniz şekilde kullanabileceğiz insan topluluğu olmuş oluyor.
Karşılıklı destek ile hem sağ partiler hem de tarikatlar iktidarlarının devamını sağladılar. Aslında “kazan-kazan”a dayalı bir çıkar ilişkisi. Ama 70 yılı aşkın bu ilişkiden dolayı Türkiye çok şey kaybetti.
-ABD ile tarikatlar arasında da organik ilişkiden bahsediyorsunuz. Bu kısmı açmanız mümkün mü?
Tabi… Soğuk Savaş döneminde nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde tarikat yapılanmalarının doğal müttefiki ABD idi. Aslında Türkiye’nin NATO’ya girdiği tarih ile tarikatlara verilen siyasi desteğin tarihi de örtüşüyor. Yazar Faik Bulut bu örtüşmeyi daha da ileri götürerek, NATO girişin kurallarından birinin de tarikatlara destek vermek olduğunu söylüyor.
Sonrasına bakıyorsunuz, Türkiye’deki “Komünizmle Mücadele Dernekleri” gibi ABD destekli tüm yapıların içinde tarikatlar/cemaatler var. 1960 ve 1970’li yıllarda ABD’nin bu derneklerine sırtını dayayan cemaatçilerin nasıl tetikçi olduklarını, cinayetler işlediklerini ve korunduklarını görüyoruz. Fazla uzatmayayım ama en son örneğini de 15 Temmuz darbe girişiminde gördük. Bugün de ABD’nin aparatı olan ya da olmaya hevesli olan cemaat yapıları vardır.
-Devrimci öğrenci Battal Mehetoğlu’nun bir grup Nurcu tarafından 15 Aralık 1969’da katledilmesi olayı var kitapta. İlginç olan o gün saldırının faillerinden olan Arif Önemli’nin bugünün İslamcı partisi AKP’nin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından törenlerde ‘abi’ diye takdim edilmesi. Bu basit bir hitap mı yoksa bir sürekliliğin yansıması mı?
Süleyman Soylu, Arif Önemli ilişkisinin tabii ki bir geçmişi var. Önemli çocukluk yaşında Nur cemaatine girmiş. Sonrasında birçok suça bulaşmış, cezaevine girmiş. Hatta cezaevinde de sosyalistlere kan kusturmuş biri. Yılmaz Güney’in hapishane arkadaşı Ahmet Atılmış’ın anlatımlarına da kitapta yer verdim.
Önemli ile Soylu aynı siyasi parti geleneğinden geliyor. Önemli’yi cezaevinde birçok Adalet Partili milletvekili ziyarete giderdi. 12 Eylül darbesi sonrasında Arif Önemli 1993’e kadar DYP’de İlçe Başkanlığı yaptı. Daha sonra DYP’nin İstanbul İl Disiplin Başkanlığını sürdürdü. Aynı dönemde Süleyman Soylu da DYP’de siyaset yapan bir isimdi. Yakınlıkları uzun yıllar yan yana aynı partide siyaset yapmaktan geliyor.
İlginç olan ise, 52 yıl önce İçişleri Bakanı’nın Battal Mehetoğlu’nun faili diye açıkladığı Önemli’ye bugünkü İçişleri Bakanı Soylu “ağabey” diye hitap ediyor.
-Norşin Şeyhi’nin öldürülmesi olayı var kitapta bu da çarpıcı bir hadise. İki taraf anlaşmazlığa düşünce mahkeme yerine ‘şeriata gidiyorlar’ yani şeyhe… Sonra ekonomik olarak anlaşmazlık sürünce taraflardan biri şeyhi öldürüyor. Hükümet yetkilileri bu ölümün ardından mesajlar yayımladı. Bu ilişki sarmalında ekonomik ilişkiler nerede duruyor, bir de şeriata gidecek gücü nereden alıyor taraflar?
Öncelikle “şeriata gitmek” ifadesi mahkeme tutanaklarında tanıkların ifadesinde geçiyor. Bölge insanları şeyhin mahkemesine gitmeyi “şeriata gitmek” olarak adlandırıyor. Norşin Şeyhi Abdülkerim Çevik mahkeme kuruyor ve taraflardan biri bu karara karşı çıkıp şeyhi öldürüyor. Mahkeme kuran şeyhe ilk taziye yayınlayanlar; Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu.
Vatandaş güç almıyor, yaratılan hukuksuzlukta siyasilerinde yönlendirmesi ile gücün orada olduğunu düşünerek tarikatlara gidiyor. Tarikatlar on yıllardır aldıkları destekle ekonomik anlamda holdingleşirken ciddi bir mürit sayısına da ulaştılar. Tabi bir de aralıksız süren iktidar desteği var. Siz insanların önüne hakimi değil de şeyhi sürerseniz, bu durumun yaşanılması kaçılmaz olur.
-Kitabınızda tarikatlara dair mahkeme tutanaklarına yansıyan bilgiler var bu anlamda tarikat mensupları bu yazdıklarınıza ne yanıt verdiler ya da siz onlara bunları sordunuz mu?
İsimlerini vermeyeyim ama birçok cemaat üyesi beni arayıp ya da mesaj yazıp teşekkür etti. Kendi içlerinde yaşanan bu durumlardan oldukça şikayetçi olan bir grup da var aslında. Röportajın başına bir anlamda geri döndük değil mi? Yaklaşık 100 yıl önce de neredeyse aynı durumdaydık. “Ülkeye çok şey kaybettirdiler” diyorum ya, işte o “şey”in karşılığı.
Kitabı yazarken birçok isme ulaşmaya çalıştım ama tarikatlar çok kapalı yapılar. Kimilerinin avukatlarına yakınlarına dahi ulaşmaya çalıştım. Hep benzer yanıtları, yani tehditler aldım; “Bunlara bulaşma başın belaya girer”, “Çok güçlüler seni yaşatmazlar”, “Yazık olur sana” gibi onlarca tehdit.
-Tarikatlar arası ya da tarikatlar içi hesaplaşmalarda camilerin seçildiğine tanık oluyoruz kimi kez. Bu alanda çalışan birisi olarak bu insanları bu denli ‘motive eden’ şeyler neler?
Bakıldığında Türkiye’deki birçok cemaatte adını tarihi camilerden alıyor: İskenderpaşa, İsmailağa gibi… Burada Diyanet’in imamı olan isimlerin, cami cemaatini kendi müritleri kendilerini de şeyh yaptıklarını görüyoruz.
“Şeyh uçmaz mürit uçurur” diye bir söz vardır. Tarikat müritleri şeyhlerine ilahi güçler atfediyorlar. Bu da hep böyle kulaktan kulağa, sohbetlerle yayılıyor. Cemaat müritlerinde şeyhe olan bağlılık buradan başlıyor. Tabi burada siyasi liderlerin de katkısı büyük. Cumhurbaşkanlığı makamı bir ülkenin en başındaki konumu temsil eder. Ancak siz bir bakıyorsunuz, Türkiye’nin cumhurbaşkanı bir tarikat şeyhini ziyaret ederken görülüyor.
Soyut anlamda güce sahip olan şeyhe siz somut bir güç de ekliyorsunuz. Şeyhinin üstüne giydirilen ilahi ve siyasi güç zırhını müridi de görüyor. Haliyle artık şeyhinin verdiği talimat eğer bir cinayet ise de bu onun gözünden “Katli Vacip” olan ilahi, dine uygun bir emir oluyor.
-Din tüccarlığı tarikatların en güçlü olduğu alan. Peki tarikatların bu kadar güçlenmelerindeki diğer etkenler nelerdir sizce?
Sağ/Muhafazalar iktidarların desteğinden söz ettik. Ancak Türkiye yakın tarihindeki kırılma süreçlerinde tarikatların hep daha da genişlediklerini görüyoruz. Eğer din tüccarlığı yapacaksanız, yeni insanlara ulaşmanız lazım değil mi?
En kritik eşik tarikatlar için 12 Eylül askeri darbesi. Keza kendileri dahi bunu söylüyorlar. O dönem sol/sosyalist mücadeleye karşı yeni bir toplum mühendisliğine girildi. Yeni toplumsal yapıda din daha başat bir unsur olarak öne çıkarıldı. Ama hep bir gizli ajandası olan tarikatlar bununla yetinmedi. Bu alanda uzun zamandır araştırma yapan bir gazeteci olarak açıkça söyleyebilirim ki, tarikatların/cemaatlerin gizli ajandalarının içinde hep bir cumhuriyeti alaşağı etme hedefi var.
Bunun için okullar aracılığıyla hem kendi “altın nesillerini” yetiştirdiler, hem de devlete yerleştirdikleri isimlerle kendi müritlerinin önünü kumpaslarla açtılar.
Şimdi 10 yıl öncesine gidelim. Devletin neredeyse tüm kurumlarını FETÖ ele geçirmiş. İş arayan dahi FETÖ’ye gidiyordu. Öyle ki aileler çocuklarını üniversiteyi kazansın diye FETÖ’nün dershanelerine gönderiyordu.
Şimdi “Bir FETÖ gitti bin FETÖ geldi” deniyor. Ülkeyi yöneten iktidar olarak Bakanlıkları, yargıyı, güvenliği tarikatlara açarsanız, üstüne yurttaşı da bu tarikatlara yönlendirirseniz ve bu durum böyle devam ederse, bu ülkenin yeni 15 Temmuzları görmesi kaçınılmaz.