“Ekonomimizin içinde bulunduğu istikrarsızlık girdabı kurumsuzlaşmanın bir sonucu” diyen TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski laiklikten adalete gençlikten kadınlara kadar birçok konuda önemli mesajlar verdi.
Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplandı.
Toplantıda konuşan TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski’nin konuşmasında öne çıkan başlıklar şöyle:
GEÇMİŞTEN DERS ALAMAYANLAR: Tam on gün sonra Cumhuriyetimizin kuruluşunun 98. Yıldönümünü kutlayacağız. Yüzüncü yıla da sadece iki sene kaldı. Bu toplantıda, geleceğe ışık tutmaya çalışacak olsak da, geçen 98 yılın anlamı üzerine de bazı görüşlerimi de sizinle paylaşmak istiyorum. Zira geçmişlerinden ders alamayan, hatalarını, eksiklerini görmezden gelen ya da ellerindeki değerli unsurların kıymetini bilmeyen toplumlar ileriye dönük sıçramalarını asla gerçekleştiremezler.
EN ÖNEMLİ İLKE LAİKLİK: Cumhuriyeti kuran kadrolar yıkılan bir İmparatorluğun yarattığı travmayı aşıp, yerine o günün ileri ülkelerinin eşiti olacak bir ulus-devlet koyma projesine giriştiler .On yıldan uzun süren savaşların yıkımına uğramış, felaketler yaşamış Anadolu’dan yeni bir ulus yaratmaya çalıştılar. Bunu gerçekleştirirken kendilerine rehber olarak Aydınlanma çağının ilkelerini aldılar. Bunların en önemlilerinden birisi ve son tahlilde Cumhuriyet rejiminin harcını oluşturan, bugün de demokratik bir rejimin ve barış içinde bir toplumsal yaşamın olmazsa olmaz koşulu sayılması gereken ilke, laiklik idi.
TOPLUMUN YAPI TAŞI: Laiklik din ve vicdan özgürlüğünün güvencesidir. Laiklik ilkesini özümsememiş bir toplumda eşit vatandaşlık kavramının ve bilincinin yerleşmesi çok zordur. Hatta imkansızdır. Vatandaşlık bilincinin olmadığı yerde ise modern ve demokratik bir toplumu kurmak, korumak güçleşir.
Modern ve demokratik bir toplumun yapı taşlarından birisi de kadınların her alanda var olmasıdır. Kadınların toplumsal hayata katılmaları, tüm beceri ve enerjileriyle toplumun ilerlemesine ve değerlerini oluşturmaya katkıda bulunmaları ise, ancak laik bir ortamda gerçekleşebilir.
YENİ BİR KALKINMA ANLAYIŞI: Geçmişin başarılarıyla gurur duymalıyız. Ancak bunların ışık hızıyla değişen bir dünyada yeterli olmayacağını da görmeliyiz. Bugün işgücü piyasasında, en geniş tanımlı işsizlik oranımız % 22 gibi oldukça yüksek bir seviyede, Dünya Adalet Projesi hukukun üstünlüğü endeksinde 139 ülke içinde 117. Sıradayız. Bu tabloya baktığımızda bizim yeni bir Kalkınma anlayışına duyduğumuz ihtiyaç çok açıktır.
ÇORAKLAŞMA TEHDİDİ: Öte yandan toplum olarak büyük bir çoraklaşma tehdidi de yaşıyoruz. Denizlerimiz ve akarsularımız kirleniyor, göllerimiz kuruyor. Katliam boyutlarında bir ağaç kesimine maruz kalan ormanlarımız, son yıllarda sayısı artan ve engellenemeyen yangınların da etkisiyle yok oluyor. Meclisimizde onaylanmasından büyük memnuniyet duyduğumuz Paris Antlaşması kriterlerine bir an önce uyum sağlamalıyız. Yoksa çölleşme ve diğer çevresel tehditler ile baş edemeyiz.
GENÇLERİMİZ ÜLKEYİ TERK EDİYOR: Çoraklaşmanın her anlamda vahim sonuçlarını yaşıyoruz. En becerikli, eğitimli, yetenekli, hayalleri olan gençlerimiz, gözbebeklerimiz istikbali başka ülkelerde arıyor. Ülkemiz 1960’lardan beri göç veriyor. Ancak bugünkü göç yeni ve daha önce benzerini görmediğimiz, bizi kemiren bir göç. Genç işsizliği, özgürlük alanlarının daralması, güzel bir hayat kurabilme olanaklarının azalması da bu yeni nesil göçün hızlanmasına yol açıyor. Doktorlarımız, yazılımcılarımız, girişimcilerimiz, yaratıcı beyinlerimiz, geleceklerini başka yerlerde kurmak üzere ülkemizi terk ediyor. Bu durumu durduramaz ve tersine çeviremezsek ülkemiz insan kaynağı açısından da çoraklaşacak. Yeni bir anlayışla geleceğimizi inşa etmek, bizi bu olumsuz girdaptan da çıkartacaktır.
SEFERBERLİK ÇAĞRISI: Günümüzde refahın asıl belirleyicisi ne yer altı kaynakları ne fiziksel sermaye ne de ucuz emeğe dayalı üretimdir. Yer altı kaynaklarına dayanarak zenginleşmiş ülkeler bulunmakla birlikte, gelişmiş ülke olmak için bu tek başına yeterli değildir. Toplumların refahının en önemli belirleyicileri maddi olmayan kaynaklarıdır.
Bu çerçevede, çağın dinamiğini kaçırmamak, ileri ülkelerin gerisinde kalmamak için acilen ve tüm kaynaklarımızla, raporumuzun ısrarla vurguladığı şu üç unsuru ön plana çıkaracak bir seferberlik içine girmemiz gerektiğine inanıyoruz: İnsani gelişme ve yetkinleşme, Bilim, teknoloji ve inovasyon, Siyasal, ekonomik, toplumsal kurumlar ve kurallar…
DÜNYADAN KOPUŞUN MALİYETİ: Önümüzdeki dönemin dünyada büyük ekonomik, stratejik, ideolojik çekişmelerin yaşanacağı bir dönem olduğu çok söylendi ve halen söyleniyor. Yeni güç dağılımında iş bölümünde çağa ayak uyduran ülkeler öne çıkacak. Bizim gelecek nesillere sorumluluğumuz, ülkemizi bu kritik kavşakta dünya ile aynı dalga boyunda tutmak ve o şekilde ilerletmektir. Dünyadan kopuşun maliyeti hayli yüksek ve hasarı geri döndürülemez olacaktır.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ: İnsani gelişmişliğin en önemli göstergesi kadınların toplumdaki konumudur. Gelecek dönemin en önemli toplumsal dinamiklerinden biri kadın haklarının ön plana çıkması ve savunulmasıdır. Bugün, Taliban Afganistan’ında dahi kadınların her türlü tehlikeye göğüs gererek kazandıkları hak ve özgürlükleri kaybetmeme mücadelesini verdiğini görüyoruz. Kadın hakları mücadelesi, kanımızca geri döndürülemeyecek ve döndürülmemesi gereken bir dinamiktir. Osmanlı döneminden beri kadınların eşitlik mücadelesi verdikleri, pek çok gelişmiş ülkeden önce siyasal haklarına kavuştukları Türkiye’nin böyle bir dönüm noktasında İstanbul Sözleşmesi’nden çıkması kabul edilebilecek bir durum değildir.
ADALETE GÜVEN DUYGUSU: Devletin ve kurumların tüm işlemlerinde hukukla bağlı olması, yargı bağımsızlığının sağlanması, tüm hak ve özgürlüklerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi standartlarında güçlendirilmesi, her bireyin her düzeyde etkin hak arama imkanına sahip olabilmesi elzemdir. Avrupa Konseyi’nde hukuk ve demokrasi standardı sorgulanan bir ülke olmaktan çıkmalıyız. Adil yargılanma hakkının gereklerini, sanık kim ve suç ne olursa olsun harfiyen uygulamalıyız. Aksi taktirde adalete güven duygusu onarılmaz yaralar almaktadır.
KURUMSUZLAŞMA: Çoğulcu demokrasi ve kuvvetler ayrılığının güçlendirilmesi, şeffaf, hesap verebilir bir kamu yönetimi, denetleyici ve düzenleyici kurumların özerkliği, bizi kurumsuzlaşma girdabından koruyacaktır. Kurumsuzlaşma Türkiye’nin cezbedebileceği ve ihtiyaç duyduğu yatırım sermayesinin gelmemesinin sebeplerinden biridir. Kurumsuzlaşma ülkemizin en hayati dış ilişkilerinde erime, hatta kopmalar ile sonuçlanmaktadır.
DERİN ÜZÜNTÜ VE TEPKİ: Yıllardır zirve sonuçlarında, Türkiye’den aday ülke diye bahsetmeyen AB’de komisyonun son idari şema değişikliklerinde Türkiye’yi güney komşu kategorisinden Ortadoğu-Kuzey Afrika masasına almış olduğunu derin bir üzüntü ve tepkiyle karşılıyoruz. Sığınmacılara karşı tampon bölge anlayışını temel alan alışveriş ilişkisindeki ilkesizlik ve güvensizlik hiçbir tarafın çıkarına değildir. Türkiye’nin geleceğinde, bu ilişkilerin üzerinde yükseleceği zeminin de entegrasyon hedefiyle yeniden müzakere edilmesi gerekecektir.
DIŞ POLİTİKA: ABD ve Rusya gibi büyük güçlerle ilişkilerde de gündelik iniş çıkışlardan uzak, uzun vadeli bir stratejik perspektif için ülkemizin kurumsal ve tarihsel birikimine fazlasıyla ihtiyaç vardır. Geleceğin ekonomisinde çevreci hassasiyetlerin ve ilkelerin üretim biçimlerini, tüketici tercihlerini, ticaretin yönünü belirleyeceğini biliyoruz. Bu durumda her alanda hem gelir ve fırsat eşitliğini, hem de çevresel sürdürülebilirliği sağlayıcı kurumsal mekanizmaların en etkin şekilde hayata geçirilmesine ihtiyaç duyuyoruz. Ekonomimizin içinde bulunduğu istikrarsızlık girdabı da kurumsuzlaşmanın bir sonucudur.