Prof. Dr. Kemal Üçüncü yazdı: Kuzey Afganistan ve Güney Türkistan sahası Taliban’ın iktidarına bütün güçleriyle direnmektedirler. Uygar dünyanın Rusya’nın, Türkiye’nin, Batı’nın, Müslüman uygar bir seçeneğe Güney Türkistan sahasında destek vermeleri temel insan haklarına karşı yükselen dinsel fanatizme ve teröre karşı anlamlı bir cevap olur.
Türk Dış Politikası, Atatürk sonrası dönemde ilmi Türkoloji geleneği üzerine kurulan perspektifini ve tarihsel hafızasını önemli ölçüde yitirdi. Atatürk döneminde reel politik şartları gözeten Türk kültür havzasına yönelik bütüncül bir bakış söz konusudur. Bakü Türkoloji kongresi ve alfabe reformu, Balkanlarda Türkçe matbuatın örtülü ödenekten fonlanması, Türkistan’da ve Türk dünyasındaki fikir ve kanaat önderleriyle örtülü temaslar hep devam etmiş Türk kültürüyle ilgili yayınlar ve araştırmalar elçilikler kanalıyla düzenli olarak takip edilmiştir. Türk yurtlarından Bolşevik devrimi sonrası kopup gelmek zorunda kalan bilim adamları, devlet adamları hep vikaye edilmiş onların birikimlerinden istifade edilmiştir.
Japonya’dan Amerika’ya kadar Avrasya üzerine çalışan ciddi akademik kurumlar ve enstitülerde, devlet karar alma mekanizmalarında Türkoloji başat bir öneme sahiptir. Cumhurbaşkanımızın İngilizce “Peskov! How are you?” diye sorduğu ve Türkçe “Hoş geldiniz” cevabını aldığı akıcı Türkçe konuşmasına hayret ettiği Peskov Türkoloji kökenlidir. Mustafa Cemiloğlu’na telefon ettiğinde Rusça, İngilizce konuşmak için ısrar ettiklerinde Cemiloğlu’nun konuştuğu akıcı Türkçeye şaşıran müselman, Amerikancı danişmentler, onun bilgece esprileriyle karşılaşırlar. Soğuk savaş döneminin Kremlin ve Beyaz Saray’daki önemli figürleri arasında hep Türkoloji kökenliler vardır. 1961 yılında Alparslan Türkeş’in gayretleriyle kurulan Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü ve açık mavi kapaklı dergisi soğuk savaş boyunca Moskova tarafından ciddiyetle takip edildiği bilinir. Uluslararası ilişkiler ve diplomasi disiplini temel sosyal bilimlerden uzaklaşıp papatya falına döndükten sonra bu perspektif kaybedildi.
(Soğuk savaşın beyinlerinden ABD Ankara Büyükelçisi görevlisi Ruzi Nazar Türk Kültürü Dergisiyle)
İHTİYAÇ ÇOK ACİLDİR
Velhasıl bu perspektifi önemli ölçüde kaybettik. Türkiye’nin yakın kara ve deniz havzasının envanterini, ilişki ve çelişkilerini ciddiyetle analiz edip kısa, orta, uzun vadeli a,b,c seçenekli politikalarla planlayacak “makul araştırma bütçesi ve kadrosu olan” bir Türkoloji enstitüsüne olan ihtiyaç “çok acildir”. Bu aciliyeti karşılamak en çok da Atatürk’ün partisi CHP’ye yakışır. Türkiye açısından XXI. yüzyıl ilmi Türkoloji disiplini olmadan planlanamaz. Tayin edilemez.
Kültürel ve tarihi arka plan, etnik ve dinsel, mezhepsel ilişkiler, toplumsal eğilimler ve istekler belirlenmeden kalıcı ve tutarlı stratejiler ve politikalar tayin edilemez.
Ciddi devletlerde siyasal eğilimleri dürümcü anketörler “reyizler, cumhurbaşkanı adayı olarak genel başkandan öndeler, absürtlüğü, ciddiyetsizliğiyle ve aymazlığıyla ölçmezler”, bilim ciddi bir iştir.
“O AĞIRLIK BENİM OMUZLARIM ÜSTÜNDEDİR BEN KONUŞAMAM”
Atatürk’ün şu öğretici dersini yeniden hatırlayalım:
“Cumhuriyetin 10. yıl kutlamalarında Ziraat Bankası Genel Müdürü’nün odasında Dr. Zeki Bey’e yaptığı açıklamalar Atatürk’ün milliyetçilik anlayışının en ileri evresini anlamak için çok önemlidir. Bilhassa harbiye eğitimi almışların ve CHP geleneğinden gelen milliyetçilerimizin bu konuya dikkat etmesi gerekir.
‘Benim arkamdaki haritayı görüyor musun?’
-‘Evet Paşam.’
-‘O haritada Türkiye’nin üstüne abanmış bir blok var, Onu da görüyor musun?’
-‘Evet, görüyorum Paşa Hazretleri.’
-‘Hah. İşte o ağırlık benim omuzlarım üstündedir. Omuzlarım üstünde olduğu için, ben konuşamam!’
Düşün bir kere… Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Daha dün bunlar vardılar… Dünyaya hükmediyorlardı! Avrupa’yı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı? Demek hiçbir şey sür-git değildir. Bugün ölümsüz gibi görünen nice güçlerden, ileride belki pek az bir şey kalacaktır. Devletler ve Milletler, bu idrakin içine olmalıdırlar. Bugün Sovyetler Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu Milletler, avuçlarından sıyrılabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun yönetiminde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız!
- ‘Hazır olmak’ yalnız o günü susup beklemek değildir, ‘hazırlanmak lazımdır’. Milletler, buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprülerini sağlam tutarak! Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür! Bugün biz, bu toplumlardan dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz! Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur! Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz; Bizim, onlara yaklaşmamız gerekli…
Tarih bağı kurmamız lazım. Folklor bağı kurmamız lazım. Dil bağı kurmamız lazım…
-Bunları kim yapacak?
-Elbette biz.
-Nasıl yapacağız.
-İşte görüyorsunuz, ‘Dil Encümenleri’, ‘Tarih Encümenleri’ kuruluyor. Dilimizi, onun diline yaklaştırmaya, tarihimizi ortak payda haline getirmeye çalışıyoruz. Böylece, birbirimizi daha kolay anlar hale geleceğiz. Bir sevgi parlayacak aramızda, tıpkı bir vücut gibi, kaderde ve mutlulukta birbirimizi duyacağız ve arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi, ortak bir tarih öğretimiz olması gerekli… Ortak bir mazimiz var, bu maziyi, bilincimize taşımamız lazım. Bu sebeple okullarda okuttuğumuz tarihi Orta Asya’dan başlattık! Bizim çocuklarımız, orada yaşayanları bilmelidirler. Orada yaşayanlar da bizi bilmeli.İşte bunu sağlamak için de “Türkiyat Enstitüsü”nü kurduk. Kültürlerimizi, bütünleştirmeye çalışıyoruz! Ama bunlar, açıktan yapılmaz. Adı konarak yapılacak işlerden değildir. Yanlış anlaşılabildiği gibi, savaşlara da sebep olabilir. Bunlar, devletlerin ve milletlerin derin düşünceleridir.
“DURMADAN DEĞİŞEN DÜNYADA, YARININ MUHTEMEL DENGELERİ İÇİN HAZIR OLACAĞIZ”
İşitiyorum: Benim dil ve tarih ile uğraştığımı gören kısa düşünceli bazı vatandaşlarımız; “Paşanın işi yok! Dil ile Tarih ile uğraşmaya başladı” diyorlarmış. Yağma yok! Benim işim başımdan aşkın. Ben bugün çağdaş bir Türkiye kurmaya ne kadar çalışıyorsam, yarının Türkiye’sinin temellerini de atmaya o kadar dikkat ediyorum.
Bu yaptıklarımız, hiçbir millete düşmanlık değildir.
Barıştan yanayız, barıştan yana kalacağız!
Ama durmadan değişen dünyada, yarının muhtemel dengeleri için hazır olacağız.
Bunları sana, akıllı bir genç olduğun için söylüyorum. Açıktan söylemiyorum, kulağına söylüyorum… Sen bil, gerekçesini kimseye söylemeden böyle davran, çevrenin de böyle davranması için gerekeni yap! İdealler konuşulmaz, yaşanır!
İşte senin sorunun karşılığını da böylece vermiş oldum!”
PROF. DR. GÖKDAĞ’A SORDUM: TARİHSEL OLARAK AFGANİSTAN NERESİDİR
Velhasıl, Türkçülük ve Milliyetçilik tablacı kültürüyle yapılabilecek bir iş değildir. Entelektüel bir arka plan, güçlü bir teorik ve pratik birikim, literatür gerektirir. Büyük telefon, ince gözlük, parlak takım elbise yeterli değildir.
Irak ve Suriye’de, Balkanlar’da, İran’da, Rusya’da Türkoloji perspektifi olmayan bir dış politik vizyonun ülke menfaatlerimize verdiği zararı gördük.
Şimdi Afganistan meselesine bu pencereden bakmayı deneyelim. Bir Afganistan lafıdır gidiyor. Oysa ki Afganistan şunun şurasında 250 yıllık mesele bahsedilen bölge tarihi Güney Türkistan coğrafyasıdır.
Meseleyi Türkiye’nin çok değerli Türkologlarından Prof. Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ hocamızla yaptığımız sohbet etrafında irdeleyelim:
1.Değerli hocam tarihsel ve coğrafi olarak Afganistan neresidir?
“Asya’nın güneyinde yer alan Afganistan, doğusunda Pakistan batısında ise İran’la komşudur. Ayrıca Çin, Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan’la da sınırdaş olan Afganistan’ın yüzölçümü 652 bin km, nüfusu ise 36 milyondur. Coğrafî konumu sebebiyle önemli bir stratejik kavşak noktasında bulunan Afganistan, 18. yüzyılda bağımsız olmuştur. Uzun yıllar iç çatışmalara sahne olan ülkede feodal anlayışın hakim olduğu görülmektedir. Peştun, Türk ve Tacik gibi büyük etnik grupların dışında az sayıda da olsa Hintli, Arabî ve Ari topluluklar da görülür. 2004’te kabul edilen anayasada 14 etnik grubun varlığı tanınmıştır. Bunlar: Peştun, Tacik, Hazara, Özbek, Beluc, Türkmen, Nuristani, Pamiri, Arap, Gujar, Brahui, Kızılbaş, Aymak ve Pashai. Tarihten günümüze Afganistan’da hakimiyet mücadelesi ağırlıklı olarak Türkler ve Peştunlar arasında yaşanmıştır. Önceleri Horasan diye bilinen bölgede Afganistan ismi 18. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Bu dönemde hakimiyet Türklerden Peştunlara geçmiş ve ülkenin ismi Afganistan olarak kabul edilmiştir. 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar Horasan adıyla anılan ülkede her bölgenin ayrı ayrı ismi bulunmaktaydı. Bugün bu bölgeler Afganistan’ın başlıca eyaletleri durumundadır. (Kabil, Kandehar, Herat, Hezaracat, Sistan, Noristan, Vahan, Bedehşan ve Türkistan)
Afganistan’da M.S. 50. yılından 18. yüzyılın ortalarına kadar Türk hakimiyetini ve Türk devletlerini görüyoruz. Bunlar sırasıyla Saka (İskit), Kuşan Türkleri, Akhunlar, Samanoğulları, (ordusunun büyük bir kısmı Türklerden oluşmaktaydı) Gazne Türkleri, Selçuklu Devleti, Harezmşahlar, Timur ve Babür İmparatorluğu. Afganistan’a yerleşen ilk Türk boyunun Halaçlar olduğu ve bunların 480 yılında Akhunlarla bu bölgeye geldiği ve yönetimi ele geçirdiği bilinmektedir. Yine Halaç Türkçesinin Eski Türkçe unsurları koruması da Halaçların bu bölgede eskiden beri yaşadığı görüşünü kuvvetlendirmektedir. Selçuklu Devleti yönetiminde Oğuz Türkleri, yani Türkmenler bölgeye gelmişlerdir. Yine bazı görüşlere göre Moğol istilası döneminde Türk-Moğol karışımı Hazaralar Afganistan’a yerleşmişlerdir. Özbek Türklerinin Timur ve Babür Devletleri döneminde, Kazak ve Kırgızların Bolşevik saldırılarının önünden 20. yüzyılda kaçarak buralara sığındıkları ve yerleştikleri bilinmektedir. Afganistan’da Türk varlığı hakkında Babür’ün hatıratı başta olmak Zafername, Tarih-i Reşidi gibi eserlerde detaylı bilgiler yer almaktadır.
- Afganistan devletinin ortaya çıkış süreci:
- yüzyılın ortalarında Ahmet Şah Dürranî önderliğinde kurulan Afganistan Devleti, Afgan kabilelerini ön plana çıkarmış ve yönetimde etkin kılmıştır. Devletin kurucusu olan Ahmet Şah Dürranî ve onun oğulları Halaçların bir kolu olan Abdali boyunun Sadozay koluna mensuptur. Daha sonra Afganistan yönetimi Dost Muhammed ile 1818 yılında artık Peştunlaşmış bir Türk boyu olan Barakzaylara geçmiştir. Afganistan’da yaşayan Halaçların bir kısmı 10. yüzyıldan itibaren İran’a göç etmişlerdir. Bugün Afganistan’da Peştu dili ile konuşan Gılzay (Galzay, Gılzey)’lar ile Halaçların etnik münasebeti eskiden beri bilim adamlarını meşgul etmiştir. Köprülü’ye göre Halaçların bu sahada daha Eftalitler zamanından beri yaşadığını göz önünde tutan bazı âlimler Halaç kelimesinin hilac ve hilc şekillerinde telaffuz olunarak Hindistan’daki Halaç sülale isminin, mahalli telaffuza göre Hilci şekline girdiğini ve gılzay kelimesinin de hilç+zayyani Kalaçzadeler, Halaçoğulları anlamına geldiğini ileri sürmüşlerdir. Khilji-Khalji-Khalaj-Ghilji-Ghilzai adlarıyla Afganistan’da kalanlar ise Peştunlaşmıştır. Khilji-Gılzay adıyla Peştunlar içinde önemli bir grubu oluşturan Afganistan Halaçları, Sünnîdir. İran’da Halacistan bölgesinde yaşayan Halaç Türkleri, kendi özgünlüklerini koruyabilmiş; Afganistan, Pakistan ve Hindistan’dakiler yerli etnik gruplara karışarak asimile olmuşlardır.
“BAZI KAVİMLERİN ETNİK MENŞELERİ İLE İLGİLİ İSİMLENDİRMELER BULANIKLIK ARZ ETMEKTEDİR”
- Afganistan’da Etnik Kompozisyon
“Afganistan çeşitli etnik grupları barındıran bir ülkedir. Bu etnik gruplar uzun yıllar bir arada yaşadığı için birbirleriyle karışmışlar, iç içe geçmişlerdir. Türk asıllı olan Hazaralar, Afşarlar, Halaçlar dillerini kaybetmişler Darice ve Peştunca konuşmaya başlamışlardır. Bazı Tacik gruplar da Türkçe konuşmaktadırlar. Bu karışım nedeni ile bazı kavimlerin etnik menşeleri ile ilgili isimlendirmeler bulanıklık arz etmektedir. Afganistan’da ilk Türk yerleşimini oluşturan Halaç Türkleri dillerini kaybettikleri için ağırlıklı olarak Afganlaşmışlardır. Hazaraların menşei Türk-Moğol ve daha çok da Moğollara dayandırılmaktadır. Tarihte Türkler ve Moğollar, diğer milletler tarafından birlikte anılmışlar “Türk-Moğol halkları”, “Türk-Tatar halkları ve dilleri” gibi adlandırmalar neticesinde Hazaralar çoğu zaman Moğol olarak anılmışlardır. Türk ismi bugün bile daha çok Oğuz Türkleri ile ilgili kullanılmakta, diğer Türklerin menşei ile ilgili karışık düşünceler özellikle sürdürülmektedir. Batılı bir yazarın “Afganistan’ın kuzeydoğu uzantısı olan Vakhan koridorunda Kırgızlar yaşar. Bunlar da Özbek ve Kazaklar gibi Türk-Moğol’dur. Dilleri Türkçe, görünüşleri Moğol’dur.” ifadeleriyle dile getirdiği kanaatleri bu konudaki bulanıklığı göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Hazara kökenli araştırmacı Hüseyn Ali Yazdanî kendisi ile yapılan bir söyleşi de Türk-Moğol meselesine yaklaşımını şu cümlelerle belirtir: “Türk ve Moğol arasında hiçbir fark yoktur. Türk de Moğoldur ve böylece Hazaralar, Türkmenler ve Özbeklerin kökü aynıdır ve akraba oluyorlar.” Cengiz Han döneminden sonra Türkler ve Moğollar çok fazla iç içe olup karışmışlardır. Geçmiş dönemlerde yapılan tarih ve dil araştırmalarında Türk, Tatar ve Moğol isimleri birlikte kullanılmıştır. Bu kullanım Klasik Türk ve Fars edebiyatında oldukça yaygındır. Bugün bile özellikle Kazak ve Özbek Türkleri arasında Kereyit, Nayman, Celayir adlarını taşıyan Moğol kökenli Türkleşmiş grupların varlığı bilinmektedir.
“AFGANİSTAN TÜRKLERİNİN BÜYÜK BİR ÇOĞUNLUĞU DİLLERİNİ KAYBETMİŞLERDİR”
- Afganistan’da Türklerin durumu
Afganistan Türkleri ile ilgili ülkemizde yapılan çalışmalar çok az ve yetersizdir. Bu çalışmalarda Afganistan’da yaşayan Türk gruplarının isimleri ve nüfusları birbirinden farklı yansıtılmaktadır. Özbek ve Türkmen Türkleri, Afganistan Türkleri deyince ilk akla gelenlerdir. Afganistan’da bunların dışında Kırgız, Kazak, Karakalpak, Uygur, Aymak, Tatar, Kızılbaş ve Halaç Türkleri vardır. Türkmen-Oğuz ana kitlesinden kopan Afşarlar da Kabil civarında yaşarlar. Yine Türklük grubunun dışında tutulmaya çalışılan ama son dönemlerde yapılan çalışmalarla Türk oldukları ortaya konulan Hazaralar da Afganistan’da önemli bir güce sahiptir.
36 milyonluk ülke nüfusunun %38’i Peştun, %27’si Tacik ve %30 Hazara ve Türklerden oluşmaktadır. Son dönemde Sovyet işgaline karşı direnişte ve iç çatışmalarda birçok Afganistan vatandaşı göç ve ölüm nedeniyle ülke nüfusunu farklı etnik grupların lehine veya aleyhine değiştirmiştir. Hazara nüfusunun önemli bir kısmı İran, Pakistan ve Türkiye’de göçmen olarak yaşamaktadır. Afganistan Türklerinin büyük bir çoğunluğu dillerini kaybetmişlerdir. Günümüzde de Türkçe aleyhine durum sürmektedir. Afganistan Avşarları üzerinde yapılan dil araştırmalarında onların Türkî adını verdikleri dillerini unuttukları, 30 yaşın altındaki Avşarların Avşarca bilmedikleri ifade edilmektedir. Halaç Türkleri Peştuca, Çağatay ve Kızılbaş Türkleri ise Farsça konuşmaktadır. Afganistan’da Peştu ve Dari dilleri resmî diller olarak kabul edilmiştir. Resmî dillerin dışında ülkede ayrıca beş millî dil ve yirmiden fazla mahallî dil konuşulmaktadır. 1980’den itibaren Özbekçe ve Türkmence de resmî dil olarak kabul edilmiştir. Bu dillerde ilköğretim için ders kitapları hazırlandığı gibi radyo, gazete ve kitap yayınları da yapılmaktadır.
Afganistan’da çok kuvvetli bir Türk tabakası mevcuttur. Wilber’e göre Afganlar iki ana bölüme ayrılır: Durraniler ve Ghilzailer, bu boyların alt grupları içinde zikredilen Turan, Burhan, Tokki, Hotak, Andar, Taraki ve Baraklar orada bir Türk dilinin varlığının kesin kanıtıdır. Ghilzailerin Halaçların soyundan geldikleri görüşü kuvvetlidir. 7-13. yüzyıllar arasında Türk aşiretleri bu bölgeye yerleşmiş ve adlarını vermiştir. Bu Türklerin bir bölümü güneye inmiş ve zamanla Afgan aşiretlerini oluşturmuştur.
Afganistan’da yaşayan ve ana Türk kütlesinden uzakta bırakılan Kızılbaş ve Aymak Türklerinden de kısaca söz etmek gerekir. 19. yüzyılda Afganistan’ın kuzey ve doğusunda diğer birkaç Türk grubunun da bulunduğu saptanmıştır. İzleyen yıllarda bu grupların Tacik, Özbek veya Afgan topluluklarına karışmış olması olasıdır. Bununla birlikte Türk gruplarından biri olan Kızılbaşlar ayırt edilebilirler. 19. yüzyılın ortalarında kendi aralarında hâlâ Türkçe konuşurlardı. Bugün ise Farsça konuşmaktadırlar. Nüfuslarının yüz bin civarında olduğu sanılmaktadır. Afganistan’ın batısında çoğunlukla adlarından Çahar Aymak diye söz edilen ve zaman zaman Hazaraların içinde gösterilen bir milyona yakın nüfusu olan birkaç aşiret yaşar. Dört aşiret anlamına gelen Çahar Aymaklar Firuzkuhiler, Taimeniler, Cemşidiler ve Taimurilerden oluşur. Taimurilere Sünni Hazaralar da denir. Bu aşiretlerle ilgili antropolojik ölçümler yapılmamıştır.
Akhun ve Kuşanlar bölgede egemen olduktan sonra eski adıyla Horasan’da Türkler kalıcı olarak yurt tutmuşlardır. Afganistan’da Karluk ve Oğuz grubuna mensup Türkler bugün daha çok Özbek ve Türkmen kimliğiyle öne çıkmaktadır. Kıpçak Türkleri daha az sayıda olup Özbek Türkleri arasında kalmıştır. Afganistan’da dillerini ve kimliklerini koruyan iki büyük Türk grubunu Özbekler ve Türkmenler oluşturur. Türk-Moğol ortak kökenli Hazaralar ise dillerini kaybetseler de etnik kimliğini koruyan en büyük etnik gruplardan biridir.
ÖZBEKLER
Afganistan Türkleri arasında en kalabalık nüfusa sahip olan Özbeklerin sayısı dört milyon civarındadır. Yoğun olarak Afganistan’ın kuzeyinde yer alan Mezar-ı Şerif’ten Herat’a kadar olan Faryab, Cevizcan, Seripul, Samangan, Bağlan, Herat, Mezar-ı Şerif illerini kapsayan Türkistan ve Kunduz, Tahhar, Bedahşan illerinin yer aldığı Katagan bölgesinde yaşarlar. Timur, Şeybani ve Babür devletleri döneminde Özbek Türklerinin sayıları ve etkinliği artmıştır. Özbek kimliği 14. Yüzyıldan itibaren oluşmaya başlar. Özbek adı, Altınordu Hanlığı’nın bölünmesinden sonra bugünkü Özbekistan’da kurulan Akordu hanı Özbek Han’ın (1312-1340) adından gelir. Şeybani Han’ın bölgeyi ele geçirmesiyle çok sayıda Özbek Türk’ü Afganistan’a göçer.
Afganistan’da Özbek nüfusun artmasının bir nedeni de Çarlık Rusyası döneminde Özbekistan’da oluşturulan dini baskılarla oluşan göç dalgasına Bolşevik ihtilalinden sonra rejim karşıtı grupların Özbekistan’dan Afganistan’a sığınması sonucu oluşan dalgayı eklemek gerekir. Komünizm karşıtı Özbek Türkleri -Rusların adlandırdığı Basmacı gruplar- Afganistan’a göç etmek zorunda kalmışlardır.
Afganistan’da Özbeklerin yaşadığı bölge 19. Yüzyıl sonlarına kadar Buhara, Hive ve Hokant Hanlıkları içinde kalmıştır. Afganistan Özbekleri arasında yaşayan Tatar, Kazak, Kırgız, Kıpçak, Uygur, Karakalpak gibi Türk boylarına mensup toplulukların büyük çoğunluğu geçmişten beri bir arada yaşadıkları Özbeklerin dillerini konuşmakta ve bazı kişilerin de siyasî sebeplerle kimliklerini gizlemektedir.
Bir dönem Afganistan ordusunda Genelkurmay Başkanlığı görevinde de bulunan Raşit Dostum Afganistan Özbeklerinin liderliğini üstlenerek onların haklarını elde etmede önemli roller üstlenmiştir. Afganistan’daki Sovyet işgalinin ardından Taliban’a karşı diğer gruplarla işbirliği yapan Dostum’a bağlı güçler başarılı olmuştur. Kurduğu Cümbiş-i Milli Partisi girdiği seçimlerde Türklerden oldukça fazla oy almış çok sayıda Türk, Afganistan Parlamentosuna girmiştir. Güney Türkistan’da yaşayan Kızılbaşlardan Aymaklara ve Kırgızlardan Türkmenlere kadar tek birleştirici unsur olarak görülmektedir. Bu nedenle ülkedeki siyasi dinamiklerde belirleyici bir rolü bulunmaktadır.
Dostum, inişli çıkışlı siyasi hayatında iki kez Başkan Yardımcısı olmuştur. Geçen aylarda zehirlenmiş ve tedavisi Türkiye’de yapılarak Afganistan’a dönmüştür. Geçen hafta Taliban’ın Mezar-ı Şerif’in düşmesiyle Özbekistan’a kaçmak zorunda kalmıştır. Son dönemde Özbek Türkleri arasında siyasi gücü azalan Dostum partisinin başkanlığını Türkiye’de eğitim alan oğlu Batur Dostum’a bırakmıştır.
TÜRKMENLER
Ülkede yer alan Türklerin ikinci büyük grubu olan Türkmenler, Afganistan’ın kuzeyinde Kunduz’dan Herat’a kadar olan bölgede yaşamaktadırlar. Mezar-ı Şerif, Kunduz, Faryab, Cevizcan ve Herat’a bağlı birçok köy ve kasabada çoğu Ersarı boyundan iki milyon civarında Türkmen nüfusu bulunmaktadır. Ersarı boyundan olanların dışında öteki boylara mensup Türkmenler de mevcuttur. Bunlar, Teke ve Yomut boylarından olup Herat’ta yaşamaktadırlar. 19. yüzyıla kadar göçebe yaşayan Türkmenler, 20. yüzyılın başlarından itibaren yerleşik hayata geçmişlerdir. Çoğunlukla hayvancılıkla uğraşırlar ve bu alanda ülkenin ihracatında önemli paya sahiptirler. Büyük çoğunluğu Sünni’dir. 7. yüzyıldan beri bu bölgede yaşayan Türkmenlerin önemli bir bölümü, 1887 yılında Afgan-Rus sınırının çizilmesiyle Türkmenistan’a göç etmiştir. 1920’li yıllarda ise Rusların Türkistan’ı işgal etmesinin ardından bu bölgeye Türkmen göçü olmuştur. Özbeklerin aksine Türkmenler, Afganistan’da on yıllarca süren çatışmalar boyunca tarafsız kalarak çatışmalardan kaçınmaya çalıştılar. Sonuç olarak, iç savaş ve modern yeniden inşa süreci sırasında ve sonrasında onları siyasi olarak temsil edecek güçlü liderleri veya savaş ağaları yoktu. Buna göre, Afganistan’ın sosyal ve politik ana akımından ayrı kaldılar. Tarihsel olarak karar alma süreçlerinden dışlanmış ve yönetici sınıf tarafından görmezden gelinmiştir. Hakları hakkında konuşmak için hiçbir temsilleri yoktu ve genel yönetim yapılarında hiçbir zaman düzgün bir şekilde temsil edilmemişlerdi.
HAZARALAR
Hazaraların etnik menşei ile ilgili değişik görüşler vardır. Hazaraları birçok araştırıcı Moğollara bağlamakta ve onların Cengiz Han döneminde şu anki yaşadıkları yerlere geldiklerini söylemektedir. Bir kısmı ise onları Türk-Moğol karışımı olarak göstermekte, bazı araştırmalarda onların Türk oldukları vurgulanmaktadır. Z. V. Togan’a göre, Cengiz hakimiyetiyle beraber bazı Türk boyları Afganistan’a göçtüler. Moğollar zamanında alay manasında kullanılan Hazare ismini taşıyan bu kabileler günümüzde de hayatlarını devam ettirmekte ve Farsça konuşmaktadır.
Hem krallar döneminde hem de işgalden sonra Gülbettin Hikmetyar iktidarı sırasında Afganistan’da en fazla zulme Hazaralar maruz kalmıştır. Hikmetyar işgalden sonra hem Türkiye’den hem İhvan-ı Müslimin yoluyla diğer İslam ülkelerinden yardım aldı ve Ruslardan çok Hazara Türklerine ve diğer Türklere saldırdı ve onlara her türlü zulmü yaptı. Son 200 yıldır Hazara Türklerinin okumaları engellendi. Çocukları zorla ellerinden alınıp dışarıda köle olarak satıldı. 20-30 yıl öncesine kadar Hazaralara kölelik muamelesi yapılmaktaydı. Bugün de Afganistan’da bütün alt hizmetler hammallık, çobanlık, lağımcılık bütün ağır işler Hazara Türklerine yaptırılmaktadır.
Dini inançlarından dolayı dışlanan bir başka halk da Nuristanilerdir. Peştunların Hazaralara bu düşmanlıkları hem onların Türk olmalarından hem de Caferî mezhebine bağlılıklarından gelmektedir. Gördükleri zulümler Hazaraları diğer Türk topluluklarına daha fazla yaklaştırmış ve Türk gruplarla ortak hareket etmesini sağlamıştır. Hazaralar diğer Türklere kardeş veya soydaş anlamında “kavım” diye hitap etmektedirler. Türkmenlerden amca oğlu anlamında “Abaga” kelimesi ile Özbeklerden teyze oğlu anlamında “Bole” kelimesi ile bahsederler. Peştunların ağzında Hazara ve Kızılbaş sözü aşağılayıcı bir anlam taşıdığından birçok Hazara Türkü kendini grubun dışında tutmuş ve başka isimlerle tanımlamışlardır. Bu durum da Hazara nüfusunun az olarak görünmesine yol açmıştır.
Hazaraların şifahi halk edebiyatında Türk dünyasının tamamında rastladığımız Ergenekon Destanı, Köroğlu Destanı, Ferhat ile Şirin Hikâyesi, Keloğlan Masalları, Nasrettin Hoca Fıkraları canlı bir biçimde yaşamaktadır. Hazaralara göre Türkler (Moğollar) iki kere hicret ettiler. Bu göçlerden biri Ergenekon diye bir bölgeye olmuştur. Ergene, dağın kenarı; kon, yeşil yer demektir. Dağlık yeşil bir yerin adını Ergenekon koymuşlar. Burada demir dağı eriterek köprü ve çıkış yeri yapmışlardır. Ergenekon bölgesi Hazaristan’daki Uruzgan şehri olmalıdır. Hazaralar arasında bilinen Ergenekon Destanı Oğuz Kağan’la da ilişkilidir. Destana göre Oğuz Kağan Karluk Türklerindendi. Onun çocukları 24 boya ayrılmıştı. O Allah’ın birliğine inandığı için amcaoğullarıyla geçinememiş ve Ergenekon’a göç etmiştir. Masallarda kullandıkları tekerlemeler “vardı, yoktu” şeklinde başlar. Kızılbaş adı altında toplanan Dulkadir, Birelü, Karaçalı, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Ağaçeri, Afşar, Muslu, Teklu, Kaçar, Bayındır, Ustaçlu gibi isimler Hazaraların arasında yaşamakta olup, bunlar aynı zamanda Oğuz- Türkmen boylarının da isimleridir ve Anadolu, Azerbaycan, İran, Irak coğrafyasında da yaşamaktadır. Sosyal hayatlarında “Aksakal” müessesi çok canlı olarak yaşamaktadır.
TÜRKİYE İLE HAZARALARIN İLİŞKİLERİ OLUMSUZ ETKİLENEBİLİR
-Bugünkü Afganistan tablosunda neler görüyorsunuz?
Güney Türkistan ve Horasan olarak da bilinen Afganistan coğrafi konumu itibariyle önemli bir güzergahta yer almıştır. Dünyanın en fakir ülkeleri arasında yer alan ülkede 36 milyon nüfus yaşamaktadır. Afganistan, İslam öncesi ve sonrası çeşitli medeniyetlerin beşiği olmuştur. Gazne, Herat ve Belh gibi kentler Türk-İslam dünyasında birer ilim ve kültür merkezi haline dönüşmüştü. Ancak Afganistan’da iradeli ve adaletli bir siyasi iktidarın olmaması bu ülkeyi iç savaşa ve huzursuzluğa sevk etmiştir. Afganistan yakın tarihinde güçlü devletlerin vesayet savaşlarına sahne olmuştur. Diğer taraftan da belli İslam ülkeleri de Afganistan’da yapılmış vesayet savaşlarının bir parçası olmuştur.
Ülkede yıllardan beri devam eden savaşın sonucunda binlerce Afgan, yurtlarını terk ederek Pakistan ve İran başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde mülteci olmuştur. Komşu ülkelere sığınan Afgan mültecileri söz konusu olan ülkelerin yardımlarıyla açılan medreselerde din eğitimi almış öğrenciler Afganistan tarihine ve kültürüne yabancı birer din adamı olarak yetiştirilmiştir. Afganistan cihadıyla başlayan bu serüven günümüze dek devam etmektedir. Bugün bile komşu ülkelerde yaşayan Afgan mültecilerinin çocukları hem ülke içinde hem de ülke dışında birer gladyatör olarak savaş sahnesinde kendileri için değil, diğerler için savaş vermektedirler. Irak ve Suriye’de İran tarafından sahaya sürülen Tugayı ağırlıklı olarak Hazaralardan oluşmaktadır.
Afganistan’daki Türk ve Moğol kökenli Hazaralardan oluşturduğu askeri gücü bölgedeki Türkmen varlığına ve Türkiye’nin çıkarlarına karşı kullanan İran Şia mezhebine mensup bölge insanlarından hem yumuşak hem de askeri güç olarak yararlanmaktadır. İlerleyen dönemlerde Türkiye ile Hazaralar arasındaki ilişkileri olumsuz etkileme potansiyeline sahip bu durumun ortadan kaldırılması noktasında Hazara liderlerinin tutum alması gerekir.
Ülkede farklı etnik grupların oluşu, yıllardır devam eden sorunların bir parçası olmuştur. Afganistan’ın bağımsızlığından yıllar geçmesine rağmen hala ülkede tek millet kavramı oluşmamıştır. Her etnik grubun kimliği millet kavramının yerine geçmiştir. Dolayısıyla her birey belli bir sosyal tabakaya mensup olup birey kimliği ile bu çerçevede değerlendirilmektedir. Toplumdaki bireyler kendini tek bir milletin parçası olarak saymayıp mensup olduğu gruba ait olduğunu ileri sürmektedir. Ülkede böyle bir tablonun çıkması sebebiyle sosyo-kültürel ve siyasi anlamdaki sorunlarda çözüme gidilmemektedir. Ülkede siyasi iktidar belli bir grubun eline geçmekte diğer etnik gruplar ise siyasi iktidarın dışına itilmektedir.
“TÜRKİYE, GÜNEY TÜRKİSTAN OLARAK DA ADLANDIRILAN BU STRATEJİK BÖLGEYE YETERİNCE İLGİ GÖSTERMELİDİR”
-Afganistan’da Kuzey Afganistan tarihi Güney Türkistan temelli bir yeni perspektife ne dersiniz?
Bu siyasal kararların daha çok etnik, sosyal ve hatta bölgesel değerlere göre alındığı ve buna bağlı olarak siyasal tercihlerin de etnik kimliklere göre yapıldığı Afganistan’da Hazaralarla birlikte ülke nüfusunun neredeyse yarısını oluşturan Türk kavimleri arasında belli bir siyasal bütünlük mevcut değildir. Bu da Afganistan Türklerini ülkedeki tüm siyasal rekabetlerde zayıf duruma düşürmüştür.
Öte yanda nüfus potansiyeli açısından en güçlü bir grup olan Afganistan Türkleri, tarih boyunca bu ülkede rejimlerin değişmesinde başrol oynamalarına rağmen, gerektiği şekilde siyasal sistemde temsil edilmemektedirler. Özellikle lider kadronun siyasal formasyon yetersizliği nedeni ile farklı oyunlara alet olmaya devam etmektedir.
Afganistan’da başlayacak olan yeni siyasal rekabetlerde de bu ülkedeki Türk unsurlarının mevcut parçalı yapılarının devam ettiği görülmektedir. Bu da hiç kuşkusuz Afganistan Türklerinin siyasal manadaki mahrumiyetlerinin devamını kaçınılmaz kılmaktadır.
Türkiye, Güney Türkistan olarak da adlandırılan bu stratejik bölgeye yeterince ilgi göstermelidir. Türkiye bölgede Türk nüfusunun yoğunluğunu avantaja çevirecek politikaları geliştirmelidir. Hazara toplumuna dönük olarak İran’ın yürüttüğü Şialık eksenli propaganda Türklük vurgusuyla etkisiz hâle getirilmelidir. Afganistan-Türkiye ilişkilerinin tarihsel temelleri mevcuttur. Afganistan’ın imarı ve kalkınmasına yönelik adımlar iki ülkeyi birbirine yakınlaştıracağı gibi, İran, Rusya ve Çin’in bölgedeki hâkimiyet alanları oluşturmalarını engelleyecektir. Türkiye’nin manevra kabiliyetinin zenginliği Afganistan’ı yanına almasıyla mümkündür. Bu birlikteliği sağlayacak etnik, dinî ve kültürel ortaklıkların açığa çıkarılması atılacak adımların başında gelmektedir.
Türkiye’nin Afganistan politikasında dört unsur ön plandadır. Bunlar, Afganistan’ın birlik ve bütünlüğünün korunması, güvenlik ve istikrarının sağlanması, ülkede halk desteğini ve katılımı ön planda tutan geniş tabanlı siyasi yapının güçlenmesi ve Afganistan’ın terörden ve aşırı akımlardan arındırılarak, halkın huzur ve refaha kavuşturulmasıdır.
“TALİBAN’IN AFGANİSTAN’DA KALICI HAKİMİYETİ SÖZ KONUSU DEĞİLDİR”
Bu hedefler doğrultusunda Türkiye gerek ikili düzeyde gerek BM ve NATO’nun gayretlerini desteklemek suretiyle Afganistan’a kapsamlı katkılarda bulunmalıdır. Keza Afganistan’ın komşularıyla ilişkilerinin gelişmesi, ülkemizin Afganistan’a yaklaşımının başat unsurlarından birini teşkil etmektedir.
Taliban’ın Afganistan’da kalıcı hakimiyeti söz konusu değildir. Emperyalist güçler (ABD, Rusya, Çin) kendi menfaatlerine uygun olarak kısa vadede destekleseler de Afganistan’ın etno-kültürel yapısı bu bölgede Taliban türü yapılanmaları uzun süreli barındırmayacaktır. Türk Cumhuriyetleri, İran, Çin, Rusya ve Türkiye için tehdit unsuru ve terör ihraç eden bir bölge olması kuvvetle muhtemel Afganistan’daki Taliban yönetimine dini saiklerden dolayı sempati duymak tehlikelidir.
Dış politikada ensar-ihvan türü yaklaşımların yakın dönemde başımıza neler açtığını Suriye örneğinde görmek mümkündür. Afganistan meselesi Kasım ayında Türkiye’de yapılacak Türk Konseyi’nde Türklük merkezli ortak politikalar oluşturulmalıdır. Olası iç savaş durumunda Özbek, Türkmen ve Hazaraların yaşadığı bölgelerin ayrı bir devlet olarak yapılandırılmaları da muhtemel senaryolar arasında olmalıdır. Afganistan’da Türkiye’ye bağlı ve sempati duyan milyonlarca insan varlığından yumuşak güç olarak yararlanmalıyız. Taliban yönetimindeki Afganistan Türkiye’ye göçmen akınını başlatacağı gibi uyur durumda olan radikal dini örgütleri de cesaretlendirecektir.
Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan gibi Afganistan’la sınırı olan Türk devletleri Taliban yönetiminin uygulamalarından en fazla olumsuz etkilenecek ülkelerdir. Bölge ülkelerinde varlığı bilinen Hizbüt Tahrir türü dini örgütler Türk devletleri için tehdit unsuru olup Taliban desteğiyle istikrarsızlık alanı yaratabilirler. Afganistan neredeyse iki bin yıllık bir Türk yurdudur. Bugün de nüfusunun üçte birinden fazlasını Türk soylular oluşturur. 18. Yüzyıla kadar tarihi kaynaklarda Horasan olarak geçen adlandırma aynı zamanda Türkiye Türklerinin milli belleğinde “Atalarımız Horasan’dan gelmiş” cümlesindeki ata vatana -Afganistan’a- da işaret eder.”
*
TALİBAN’IN İKTİDARINI “ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞI BAŞARISI” OLARAK GÖRMEK YANLIŞ
Afganistan bugün Avrasya satrancının en aktif oyun alanlarından biri konumunda. ABD bölgede kalıcı bir statüko ve huzur temin edemeyince çekilerek geride bıraktığı kaosla Avrasya’nın büyük güçleri Çin ve Rusya’yı asimetrik savaşla dizayn etmeye yöneldi. Çin’in Kuşak Yol inisiyatifinin yolunu mayınladı. Hakeza bölgenin ana güzergahlarından Orta Asya Türkistan coğrafyası Avrasya satrancının en önemli alanlarından biri olarak Amerikan Afganistan’daki kaotik boşluk tarafından destabilze edilme, emilme potansiyeli taşıyor. Türkiye, Rusya buna izin vermemelidir. Bu durum Avrupa’nın da çıkarlarına aykırıdır. Çin ve Rusya Taliban iktidarı sonrasında bu tabloyu görerek Taliban’a karşı diyaloga açık, kontrol altına almaya, gelecekte sönümlemeyi amaçlayan bir dil kullanıyorlar. Afganistan’da Taliban’ın konjonktürden yararlanarak tesis ettiği iktidarı “ulusal kurtuluş savaşı başarısı” olarak takdim etmek büyük yanlıştır.
Ülke büyük bir şiddet örgütü tarafından teslim alınmıştır. Çaresizlik içindedir. Bu durumu Afganistan halklarının iradesi diye takdim etmek olan biteni görmemektir. Hele ki Afganistan’ın kuzeyindeki Türk boylarının iradesi bu yapının içinde yoktur. Temel insan hak ve hürriyetlerini, yaşam hakkını hiçe sayan, din ve mezhep ayırımı yapan bir siyasal irade hangi koşullarda tekevvün etmiş olursa olsun insanlık vicdanında gayrı meşrudur.
Kuzey Afganistan ve Güney Türkistan sahası Taliban’ın iktidarına bütün güçleriyle direnmektedirler. Uygar dünyanın Rusya’nın, Türkiye’nin, Batı’nın, Müslüman uygar bir seçeneğe Güney Türkistan sahasında destek vermeleri temel insan haklarına karşı yükselen dinsel fanatizme ve teröre karşı anlamlı bir cevap olur.
Bu yazı Prof. Dr. Kemal Üçüncü tarafından ODA TV’ye yazılmıştır.