Kaynak:DOĞU KARADENĠZ ARAŞTIRMALARI, İstanbul 2013, s. 113-125.
GİRESUNLU ÜNLÜ EŞKIYA MİCANOĞLU HÜSEYİN
AYHAN YÜKSEL
Genel olarak soygun yapıp halkın malına ve canına kasteden, etrafı haraca kesenlere
şakî ve bu kelimenin çoğulu olarak eşkıya denmiştir. Ayrıca Celâlî, eşirrâ, harâmi,
haramzâde, türedi, haydût, uğru kelimeleri de bu anlamda kullanılmıştır. Çoğu araştırmacı
eşkıyayı köylülere yardım etmeye çalışan kır isyancıları olarak takdim eder. Araştırmacı
Karen Barkey ise onların kırsal toplumun esas zorbaları olduğunu ifade eder. Ona göre eşkıya
grupları kırsal topluma zarar vermişlerdir. Onların kaynaklarını yağmalamış ve yerel iktidar
sahipleri tarafından baskı altında tutulmalarına etkin bir şekilde katılmışlardır1
. Ne var ki,
eşkıyalığın bazen merkezî iktidarlara karşı halkın menfaatlerini savunma gibi mahiyet
kazandığı da görülmüştür. Devlet görevlilerinin baskı ve zulümlerine bir tepki olarak eşkıya
reisleri büyük şöhret kazanmış, halk muhayyilesinde kahramanlık destanlarına konu
olmuştur2
.
Doğu Karadeniz’de gerek Osmanlı döneminde, gerek Millî Mücadele yıllarında,
gerekse Cumhuriyet döneminde halk ve hükümet tarafından eşkıya olarak nitelendirilenler
arasında Tirebolulu Hoçuroğlu Hüseyin; Fatsalı Hekimoğlu İbrahim, Lâz Mehmed; Ünyeli
Gürcü Deli Reşid; Giresunlu Fahir, Kara Mahmud, Goloğlu Anzırlı Mehmed, Bulancaklı
Hacı Velioğlu Nuri Efendi; Rizeli Sandıkçı Şükrü; Tonyalı Şişmanoğlu Ahmed, Reşadiyeli
Güpür Mehmed; Şalpazarlı Kadiroğlu Ali Osman; Keşablı Tomoğlu İsmail ve Micanoğlu
Hüseyin sayılabilir. Bu dönemlerde gayrimüslim eşkıyalara da rastlanır. Bunlar arasında Rum
Yanidis, Yanidisoğlu Haçika, Sarı Yani’yi, Ermeni Haçik’i saymak mümkündür. Burada
üzerinde durulacak olan Micanoğlu Hüseyin, Giresun yöresinde türkülere konuş olmuş, dost
meclislerinde türkülerini söylemenin bir gelenek halinde sürdürüldüğü, hemen hemen bütün
halkın hikâyesini bildiği ünlü eşkıya olarak dikkat çekmektedir.
Halk arasında eşkıyalığa başlayış öyküsü şöyle anlatılır3
: Micanoğlu Hüseyin 1274
(1858) yılında Giresun’un Keşab nahiyesine bağlı Engüz (Dokuztepe) köyünde doğmuştur.
1 Karen Barkey, EĢkıyalar ve Devlet: Osmanlı Tarzı Devlet MerkezileĢmesi (çev. Zeynep Altok),
İstanbul 1999, s. 22.
2Eşkıya, genellikle sarp dağlarda yuvalanırdı. Bu durumda belli bir gücün desteğine ihtiyaç duyulurdu.
Çünkü, yiyecek temini, haber alma, lojistik destek gibi uzun süreli faaliyetleri için bu gerekliydi.
Kendilerine bazen köylüler, bazen de bulundukları yörenin zengin ağası yardımcı olur ve bunlar yatak
adıyla anılırdı. Yatağı olmayan eşkıyanın uzun müddet barınması mümkün değildi. Ehl-i örfün halkı
ezdiğini gören eşkıya zulmünü daha da artırırdı. İki ateş arasında kalan köylü tehlikenin daha çok
geldiği eşkıya tarafına meylederdi. Böylece birçok eşkıya grubu taşrada köy ağaları, şehirlerde ise zabit
ve idarecilere işbirliği içine girerdi. Halk eşkıyaya para, yiyecek ve barınak vermek zorunda kalırdı.
Osmanlı döneminde eşkıyaya yardım ve yataklık yapan halk “nezir akçesi”ne bağlanarak para cezasına
çarptırılabilirdi. Bk. Mücteba İlgürel, “Osmanlılar’da Eşkıyalık Hareketleri”, DĠA, XI, 467-468.
3Kerempelioğlu Ersöz (Şaban Ersöz), Micanoğlu Hüseyin’in hayatını yazmış ve önce Karadeniz
gazetesinde “Micanoğlu: Abdülhamit devrinde hükümete meydan okuyan, Giresun havalisinin en
Babası Ömer Ağa, annesi Yakuboğlu Osman’ın kızı Ayşe kadındır. Giresun’da Sultan Selim
Camisi yanındaki medreseye devam eder, arkadaşları ile bir gece medreseye gizlice kadın
getirdiği için medreseden atılır (1880), tahsiline devam etmek için Sayca köyünden arkadaşı
İsmail Ağa’nın oğlu Hüseyin ile birlikte Erzurum’a gider. Zeki, çalışkan olmasına rağmen
imtihanda başarılı olamaz, Giresun’a döner (1881), daha sonra da askere gider. Bir söylentiye
göre askerden firar edince dayısı Yakuboğlu Şükrü’nün yanına gelir. O günlerde bir kadın
yüzünden çıkan kavgada Kalafatoğlu Memiş Hoca öldürülür. Kalafatoğlu Memiş’i öldürenin
Micanoğlu olduğu tespit edilince takibata çıkılır, o da firar ederek şekavete başlar4
.
Bir diğer söylentiye göre de Erzurum Süvari Alayı’nda nişanlısı Emine’nin Memiş
Hoca’nın oğluna verildiğini duyunca firar eder. Onun gelişiyle köyde dedikodu alır yürür;
Micanoğlu’nun gelinle ilişkisi olduğu etrafta söylenmeye başlar. Dedikodululardan rahatsız
olan Micanoğlu’nun eski nişanlısı, bir akşamüstü eline bir değnek alarak Micanoğlu’nun
yolunu keser, münakaşa başlar, gürültü üzerine dışarı çıkan Memiş Hoca da kavgaya
karışınca, Micanoğlu karakulak bıçağını çekerek onu öldürür5
. Memiş Hoca’nın öldürülmesi
üzerine köyün ileri gelenlerinden Hamaloğlu Hasan Ağa tarafından tutulup adalete teslim
edilir. Mahkeme tarafından on sekiz yıl hapis cezasına çarptırılır. Ancak, hapishaneye
konulduktan altı ay sonra Gürcü Deli Reşid’in adamı Eğribel Mehmed’le birlikte
hapishaneden kaçar.
Hikâyenin devamında; hapishaneden kaçan Micanoğlu, bir süre gizlenmeye çalışırsa
da sonunda Bulancak’ın Yaykınlık köyünden Gürcü Topaloğlu Eyüb ve Gürcü Deli Reşid’in
çetesine katılmak zorunda kalır. İlk soygunu Bulancak’taki Şemsettin köyünde Yılancıoğlu
Mustafa Ağa’yı soyarak yapar. Bu kanun dışı faaliyetleri köy basma, yolcu ve kervanları
soyma şeklinde devam eder. Micanoğlu, artık dağlardadır ve dokuz kişilik çetenin başı
olmuştur.
Micanoğlu, hükümet kuvvetlerinin yanında yer alarak kendisini takibe çıkanları teker
teker yakalayarak öldürmeye başlar. Hamaloğlu Hasan Ağa’yı, sonrasında Vanazıt köyünden
Tekbaşoğlu Kamit/Komit Ali Ağa’yı, aynı gün Uğurca köyü imamı Mehmed Efendi’yi,
müthiş eşkıyası” adıyla ilk sayısından (2 Ocak 1952) itibaren tefrika etmeye başlamış ve Micanoğlu’nu
“… Zamanında genç kızların sevgilisi ve Giresun’un Guilianosu olan bu sevimli haydudun bazen bir
hâkim kadar adil, bazen martininden ölüm saçan bir cani ve ekseriya fakirleri koruyan, merhametli bir
insan ruhu taĢıdığını göreceksiniz” sözleriyle tanımlamıştır. Kerempelioğlu daha sonra Micanoğlu’nun
hayatını “Sevimli Haydut Micanoğlu” adıyla YeĢilgiresun gazetesinde (24 Nisan 1956-28 Nisan 1959)
tefrika olarak yeniden yayınlamıştır.Doğu Karadeniz eşkıyalarına dair yapılan çalışmada Micanoğlu’na
da yer verilmiştir. Bk. Yaşar Küçük, Doğu Karadeniz Bölgesi EĢkıya ve Kabadayıları: TürkülerDestanlar, Trabzon 2006, s. 127-140.
4Osman Fikret Topallı, Halk ġöhretleri: Micanoğlu (basılmamış risale), Giresun, ts, s. 1. Osman Fikret
Topallı’nın bu risalesinden yararlanmamızı sağlayan Müge Topçu ve Veysel Usta’ya teşekkür ederim.
5Küçük, a.g.e., s. 128.
Sarvan köyünden Salbacakoğlu Halil İbrahim Ağa’yı vurur. Hamaloğlu Hasan Ağa’yı,
kendisini kurtarmak vaadiyle kandırarak hükümete teslim etti diye öldürür6
.
Micanoğlu şekavede başladıktan bir müddet sonra Uğurca köyünden, Gotkile namıyla
tanınan Köroğlu isimli şahıs bir olaydan dolayı firar edince kendisine haber gönderip yanına
alır. Söylenilenlere göre Micanoğlu katiyen adam öldürmez, bütün bu işleri Gotkile’ye
yaptırırmış.Eşkıyalığı sırasında Micanoğlu’nun Giresun ağa ve beylerine güveni kalmamış,
yalnız fırıncı Sarı Mahmudoğlu Mustafa Efendi’ye son derecede güvenirmiş. Bir aralık
“Kümbet Boğazı” yaylasında Larçınoğlu Genç Bey’in oğlu Hakkı Bey’i dağa kaldırmağa
kalkışmış ise de “rica ve hatır” üzerine bırakmış. Hakkı Bey’i dağa kaldırmasının sebebi,
Mican’ın yakalanması için hükümetçe sıkıştırılması, Genç Bey’in de görünüşte bazı
girişimlerde bulunmasıymış.
Micanoğlu ve çetesinin yaptığı soygunlar ve bilhassa Şebinkarahisar’a gidip gelen
kervanları vurması üzerine yüzbaşı vekili Palabıyık Kemal Ağa, yanına aldığı Aslan Bey ve
Soloğlu Ahmed Ağa ile birlikte onun takibine çıkar ve Micanoğlu’nu yakalamaya çalışır.
Fakat Micanoğlu’nu ele geçirmek mümkün olmaz. Micanoğlu kendisini ele geçirmeye çalışan
kuvvetleri meşgul ederek yakalanmamayı başarır. Topallı’ya göre bunda “fakir ve fukaraya,
düĢkünlere yardım etmesi, ırz ve namusa saygılı olması, tecavüzde bulunmaması, fırsat
buldukça namazını kılıp orucunu tutması, kıĢın yataklık yapan köylerde hocalkı yapması”
etkili olmuştur. Ara sıra kıyafet değiştirerek hatta çarşaf giyerek Giresun’a gelir, çocuklara
para ve simit dağıtırmış7
.
Mican takipten kurtulmak için kendisine daha güvenli barınma yerleri aramaya
başlar. Karagöl yaylasına8
çıkarak Türkmen Ağaları’ndan Erbaalı Kel Sayid/Seyid’e misafir
olur. Kel Seyid, yanında kırk-elli kadar insan çalıştıran, sürüleri obaya sığmayacak kadar çok
olan zengin birisidir. Kendini takibe çıkan kolluk kuvvetleri Micanoğlu’nun izini burada da
bulur. Micanoğlu, Yanbulu denilen bir dağ geçidinde hükümet kuvvetlerini pusuya düşürür,
jandarmaların bir kısmını esir alır. Micanoğlu hakkındaki kimi sözlü, kimi yazılı kaynaklara
dayanan hikâye bu şekildedir.
Onun adının geçtiği arşiv belgeleri Micanoğlu’nun diğer bir yönünü
aydınlatmaktadır. Micanoğlu, Giresun-Şebinkarahisar yolu üzerinde bulunan maden
işletmelerinden haraç almaktadır. Eğribel madenini işleten Fransız şirketin sahibine mektup
yazarak haraç ister. Maden şirketi haraç vermeye yanaşmayınca bu sefer Micanoğlu madenin
6Topallı, a.g.e., s. 5.
7Küçük, a.g.e., s. 130; Topallı, a.g.e., s. 3.
8Dereli ilçesinin güneybatısında, Giresun-Ordu-Sivas illerinin birleşme noktasına yakın bir konumdaki
3107 m. zirveli Karagöl dağında bulunan Karagöl gölü ve çevresindeki çayırlarla kaplı alanlar, yöresin
en ünlü yaylarından birini oluşturur. 3000 metrenin üzerine çıkan yükseklik sebebiyle yazın bile kar ve
buz görülür (Giresun Ġl Turizm Envanteri, ts, s. 38).
Karagöl yaylasından gelen suyunu keser. Maden susuz kalır. Bu haraç isteme olayı, konuyla
ilgili türkü yakılmasına yol açar9
:
Vara vara vardım maden yoluna
Bir mektup yazdım direktörüne
Eğer bu maden iĢleyecekse
Bin altın göndersin Micanoğlu’na
Karagöl altından kırk atlı geçtim
Martin kurĢunun suyunu içtim
Sağımdan vuruldum soluma düĢtüm
Dil bilmez Çerkezler içine düĢtüm
Ben de vardım maden baskununa
Yar yağmur yağmıĢ daĢın üstüne
BeĢ üz asker kalkmıĢ Mican üstüne
………………..
Karagöl yaylasında Kel Seyid’in misafiri olan Micanoğlu’nun hem Fransız şirketin
sahibinin eşi ile, hem de Kel Seyid’in gelini ile aralarında bir gönül ilişkisi olduğu etrafta
söylenmeye başlar. Gerek madene yaptığı baskın sebebiyle hükümet kuvvetlerinin takibi,
gerekse Kel Seyid’in gelini ile olduğu söylenilen gönül ilişkisi bir bakıma Micanoğlu’nun da
sonu olur. Bir söylentiye göre Kel Seyid, hükümetle anlaşarak Micanoğlu ve arkadaşlarını
tutuklar. Kaçmasını önlemek için ellerine ve ayağına kelepçe ve bukağı vurur. Micanoğlu’na
karşı hissi bir yakınlık duyan Kel Seyid’in gelini yoğurt tasının içinde bukağının anahtarını
yoğurt çanağına atıp çoban hizmetçiyle Micanoğlu’na gönderir, o da kelepçeyi ve bukağıyı
açarak anahtarı geline gönderir, böylece kaçmasını sağlar. Micanoğlu dışarıya çıkınca
köpeklerin saldırısına uğrar. Köpeklerden kurtulmak için yakındaki bir göle girer. Uzun süre
suda kalan Micanoğlu, üşütür hasta olur, Çivriz yaylasına yakın Yassıalan’da ölür. Cenazesini
Keşap’a getirirler10
.
Diğer bir inanışa göre de Çivriz deresi içinde bir başka adamın ölüsü bulunur,
müfreze bu ölüye müsademe edilmiş gibi üç beş el kadar silah atar ve bu kişinin Micanoğlu
olduğu söylenilir. Adamın ölüsü müfreze tarafından Keşab’a getirilir, Micanoğlu’nun
9Küçük, a.g.e., s. 131-132.
10Hasan Tahsin Okutan, Micanoğlu için “… Micanoğlu adında birinin çapulculukla ünlendiği ve Koç
[Hüseyin], Küçük Hüseyin, ReĢit ve benzerleri gibi avanesiyle bu çapulculuğun sınırı Görele, Tirebolu,
Alucra, SuĢehri, Koyluhisar, Mesudiye, Gölköy ve Ordu’ya kadar geniĢlettiğini, Çivriz köyünde
öldüğünü” yazar (ġebinkarahisar, Giresun 1948, s. 191).
anasından “telkin ve tehditle” ölünün Micanoğlu olduğunu söylemesi istenilir. Micanoğlu’nun
anası ölenin Micanoğlu olmadığını bildiği halde “oğlum diye feryad eder11”.
Diğer bir söylentiye göre geliniyle olan ilişkisi sebebiyle Kel Seyid, Micanoğlu ile
arkadaşlarını birbirine düşürür. Arkadaşları Micanoğlu’nu öldürüp bir duvarın üzerinden
aşağıya atarlar. Cenazesi Giresun’a getirilir.
Ama halk arasında Micanoğlu’nun bu şekilde ölmesi, olaya destanî bir hava
kazandırır. Bir inanışa göre Micanoğlu, o sırada çığ altında kalarak ölen Kel Seyid’in
çobanlarından birisine kendi elbiselerini giydirmiştir, herkes Micanoğlu’nun çığ altında
kalarak öldüğünü zannetmiştir. Aslında Micanoğlu ölmemiştir. Micanoğlu bu diyarı terk
etmiş ve o “sır olmuĢtur”. Hatta, Micanoğlu’na Osmanlı ülkesinin değişik yerlerinde rastlanır.
Micanoğlu’nu kimisi Midilli’de, kimisi Zonguldak’ta, kimisi Mekke’de görür12. İşte, halk
tarafından çok sevilen, efsanevî bir kimlik verilen ve adına türkü yakılan Micanoğlu’nun
hayatı kısaca böyledir.
Dünyadaki benzeri örnekleri gibi öldüğüne inanılmayan bir halk kahramanı şeklinde
görülüp hayatı efsanelere boğulmuş olan Micanoğlu hakkındaki resmî kayıtların mevcudiyeti
onun faaliyetleri hakkında inanılır bilgilere ulaşmayı sağlar. Yaptığımız çalışma sonucu
arşivde Micanoğlu’na dair şimdilik bir kayıt ile dört belgeye rastladık. Bunlardan ilki
Tirebolu ayânlarından Kethüda-zâde Mehmed Emin Ağa’nın (ö. 1849) oğlu Mehmed Esad
Bey’in sicil kaydıdır. 13 Mart 1887 tarihli sicil kaydında Mehmed Esad Bey’in gönüllü olarak
Gürcü Deli Reşid’in ve Micanoğlu’nun takibine çıktığı belirtilir13
.
İlk kez burada yayımlanan diğer üç belgeden biri, Micanoğlu’nun İngiltere uyruklu
Licese (Şaplıca) maden direktörüne yazdığı tehdit mektubunun sureti; diğeri İngiltere’nin
Trabzon konsolosu tarafından Trabzon Valisi Ali Sururî Paşa’ya verilen 29 Nisan 1887 tarihli
mektubu; üçüncüsü ise Licese madeninden Giresun iskelesine sevk olunan cevherin naklini
engellenmesine, altı kişilik çete efradıyla birlikte kendisini takibe çıkan Giresun zaptiyesinin
silahlarını almasına, yolcuların eşyalarını gasbetmesi üzerine yakalanmasına çalışılmasına
dairdir14. Micanoğlu’nun yörede etkinliğini gösteren bu belgeler arasında bir eşkıya reisinin
günümüze ulaşan nadir mektup suretlerinden birinin olması dikkat çekicidir. Micanoğlu’nun
11Topallı, a.g.e., s. 6.
12Küçük, a.g.e., s. 133-134. Tirebolulu Eseoğlu Hasan Yüksel (1904-1976) donanma ile Midilli’ye
giden Tirebolulu bir bahriye neferinin yanına yaklaşan bir kişinin sohbet sırasında “…ben de
Giresunluyum. Ġsmini duyduğun Micanoğlu benim” dediğini, o bahriye neferinin ismini vererek
naklederdi.
13 BOA, SAİDd, nr. 165, s. 117. Kayıtta “…fahrî olarak muhâcir ReĢîd ve KeĢâblı Micanoğlu
refâkatlerinde çend nefer eĢhâs-ı rezîleden müteĢekkil firkateyn eĢkıyânın izâle-i vücûdlarına veya
derdest ve tenkillerine me’zûn edilerek…” denilmektedir.
14 Trabzon vilâyetine yazılan 10 Ramazan 1304 (2 Haziran 1887) tarihli yazı müsveddesinden
anlaşıldığına göre Micanoğlu Licese madeninden Giresun’a sevk edilen cevheri Giresun yolundan geri
çevirmiş, katırcıları tehdit etmiş, Kanlı Han mevkiinde altı kişilik çete efradıyla Giresun zaptiyelerinin
silahlarını ve bir takım yolcuların iki yüz lira kadar parasını almıştır (BOA, DH. MKT, nr. 1423/118).
mektubunun ana teması muhtemelen Nisan 1885’te Licese madenine yapılan baskın, bu
baskının sorumlusu olarak görülen Micanoğlu’nun yakınlarının hükümet kuvvetleri tarafından
tutuklanması ve konsolosun Micanoğlu hakkındaki düşünceleridir.
“EĢkıyâ-i Giresun KeĢâb Mîcânoğlu Hüseyin Efendi” imzası ile yazılan, “Karahisar-ı
Ģarkî mutasarrıflığından Avrupalı mâdenci direktörü Ağa’nın huzûr-ı âlîsine” şeklinde
başlayan ve “Fûtüvvetlü benim dostum direktör ağa hazretleri” diye devam eden tarihsiz
mektupta Micanoğlu şöyle demektedir:
“Bu kerre zât-ı âlîlerinize mahsûsen selâm ederim. Kaldı ki sizler beĢ on seneyi
mütecâviz mâdenci olduğunuz ma‘lûm ve bendeniz de beĢ altı seneden berü eĢkıyâ olduğum
beyân ol-cihet Ģimdiye kadar sizlere bir kusûr getürmüĢ olmayup Licese isnâdından dolayı
karındaĢım Mehmed ile Süleyman yirmi mâhı mütecâviz taht-ı tevkîfde kalup bî-gayr-i hak
halbuki, bendeniz ile Muhâcir Küçük Hüseyin15 olduğu hepinize ma‘lûmdur. Kaldı ki, Ģimdiki
halde sizlere Ģu kadar çok recâ ederim. Bu iki karındaĢlarımı mahbûsdan çıkarup kendünüze
zaptiyye edüp iskân etmeniz[i] matlûb ederim. Her kaç lira altun mesârif ederseniz bendenize
beyân edesin. On beĢ güne kadar çıkarırsınız bendenize iki bin altun vermiĢ kadar hükmü
vardır.Ve eğer bu iĢe gayret etmezseniz evvelâ canınıza saniyyen cevherine dahi
Uzundere’den gelen Ģeylerine dahi Karagöl’den giden suya bu tahrîr ile himâm Ģeylere
man‘î-i Ģer‘î olacağım. Ma‘lûmunuz olsun. Kaldı ki, sizlere on beĢ gün mühlet. Cevâbınızı
isterim. Bu iĢe gayret etmedikten sonra sizlere daha rahatlık yoktur. Katırcınızı iĢletmem. Her
bir cihet kötülük ederim. Sonra bendenize beyân eylemedin dimiyesiniz. Ġrâde[ye]
muntazırım16”.
Micanoğlu’nun maden direktörüne yazdığı bu tehdit mektubu üzerine İngiliz
konsolos Ali Sururî Paşa’ya durumu bildiren Fransızca bir mektup yazar. Mektubun
tercümesine göre konsolos şunları söylemektedir:
“15 Nisan [1]303 [27 Nisan 1887] tarihinde vuk‘u bulan mükâlemeye istinâden
Ġngiltere devlet-i fehîmesi teb‘asından Licese mâden direktörüne eĢkıyâdan Micanoğlu’nun
yazdığı tehdîdli mektûb sûretinin leffen huzûr-ı âlî-i vilâyet-penâhîlerine takdîmle kesb-i Ģeref
eylerim.
Bu tehdîdden mâden idaresi korkmakda olduğundan ümîd-vârım ki, zât-ı âlî-i vilâyetpenâhîleri eĢkıyâ-i merkûmenin derdestini ve cem‘iyyet ve mazarratını men‘ edecek tedâbiri
diriğ buyurmazlar. ġâki-i merkûm Micanoğlu’nun refâkatinde Gürcî muhâcirlerinden üç
Ģahıs bulunduğunu haber almıĢdım. Çürüksulu sa‘âdetlü Ali PaĢa’nın bana bugün verdiği
15Dâhiliye Nezâreti’nden Trabzon Vilayetine muhatap 23 Mart 1304 (4 Nisan 1888) tarihli bir yazı
müsveddesi Küçük Hüseyin’e dairdir. Belgeye göre Küçük Hüseyin Giresun kazası dâhilinde ölü
olarak ele geçirilmiştir. Küçük Hüseyin’in yakalanması için Trabzon Merkez Tabur Ağası Süleyman
Ağa ile oğlu Mülâzım Hacı Bey tarafından hafiyelere kullanılan beş bin kuruş paranın sarfı hususunda
herhangi bir emir verilip verilmediğinin araştırılması istenmiştir (BOA, DH. MKT, nr. 1499/22).
16BOA, Y. PRK. EŞA, nr. 6/67, lef: 1.
viziteyi bir vesîle add ile bundan bi’l-istifâde buna dair ettiğimiz mükâleme üzerine Ali PaĢa
Ģâki-i merkûm refâketinde yalnız Gürcî olarak bir âdem bulunup o da dâmâdı Ali
Bayrakdaroğlu olduğunu cevâben söyledi. Ve her ne kadar bu eĢkıyâ cem‘iyyetine ehemmiyet
verilür ise de ehemmiyete Ģâyân bir Ģey olmayub eğer Serasker PaĢa hazretleri kendüsüne
kimsenin ma‘lûmatı olmaksızın hafî bir emir verirse bunların cem‘iyyetini az müddet zarfında
mahv edeceği ümid-kavîsinde bulunduğumu ve bu sûretle Devlet-i Âliyye ile Ġngilizler’in
menfa‘atine bir hidmet etmiĢ olacağını ilâve-i makal eyledi. Ümîd ederim ki, bu takrîrim zât-ı
âlî-i semûhîleri ile Ali PaĢa beyninde hiss eylediğim az çok bürûdetin ber-taraf olmasına bir
vesile-i cemîle olacakdır. Ġhtirâmât-ı mahsûsa-i fâ’ikamın kabûl-i temînâtı mercûdur
efendim17”.
Gerek Micanoğlu’nun maden direktörüne, gerekse konsolosun Trabzon valisine
yazdığı mektuptan Micanoğlu’nun hayatına dair yeni bilgiler elde etmemiz mümkün
olmaktadır. Bir kere Micanoğlu, İngiliz maden direktörü ile çok yakın ilişki içinde
bulunmakta ve direktöre “dostum” diye hitap etmektedir. Micanoğlu’nun “beĢ altı seneden
berü eĢkıya olduğum” ifadesinden hareketle 1881/1882’de dağa çıktığı söylenebilir18. Bu
yıllarda Licese madeni Şebinkarahisar’a dört saat mesafededir ve simli kurşun madeni
çıkarılmakta, bir İngiliz şirketi tarafından işletilmektedir. Madenin çıkarılması için gerekli
olan bütün alet ve edevat ile çıkarılan cevheri ezip temizlemek üzere bir de fabrika
bulunmaktadır. Günde yedişer tona kadar maden cevheri çıkarılan fabrikada, sayıları üç yüz
ile beş yüz arasında değişen işçi çalıştırılmaktadır19. Micanoğlu, haraç aldığı böyle büyük bir
maden cevheri işleyen fabrikaya baskın yapmıştır. Bu baskını Micanoğlu ile Muhacir Küçük
Hüseyinyapmasına rağmen, hükümet kuvvetleri Micanoğlu’nun kardeşi Mehmed ile
Süleyman’ı yakalamışlardır. Mehmed ve Süleyman yirmi ayı aşkın bir süreden beri de
hapishanede tutulmaktadırlar. Micanoğlu, İngiliz maden direktörüne Mehmed ve Süleyman’ı
hapishaneden çıkarmasını, kendisine muhafız olarak almasını talep etmekte, bu iş için kaç lira
altın masraf ederse kendisine bildirilmesini istemekte, on beş günlük de bir süre vermektedir.
Direktör bu işi yaparsa karşılığında Micanoğlu’na iki bin altın lira vermiş sayılacaktır. Yani,
Micanoğlu aldığı haraçtan bu kadar bir miktarı düşmüş olacaktır. Eğer, direktör hapishanede
olan Mehmed ve Süleyman’ı on beş güne kadar kurtarmazsa Micanoğlu, direktörün canına
kastedecek, çıkarılan maden cevherinin taşınmasına engel olacak, Karagöl’den gelen suyu
17BOA, Y. PRK. EŞA, nr. 6/67, lef: 2.
18Yaşar Küçük, Kerempelioğlu’na ve Engüz köylülerine dayanarak Micanoğlu’nun 20 yaşında eşkıya
olduğunu düşünmektedir (Küçük, a.g.e., s. 135). Ancak, belgede Ali isimli bir damattan
bahsedilmektedir. O halde, ne zaman evlenmiştir, ne zaman evlenecek yaşa gelmiş bir kız babası
olmuştur? Bunlar dikkate alındığında eşkıya olduğu tarihle ve yaşıyla ilgili değerlendirmelerde bugüne
kadar bir çelişki söz konusudur. Topallı’nın verdiği doğum tarihine göre 23 yaşında eşkıya olduğu
söylenebilir.
19Madene yapılan baskın ve direktöre yazılan tehdit mektubundan sonra İngiliz direktörün Licese
madeninde kalmadığı, yerine Alman uyruklu Eschrich isimli bir kişinin geldiği anlaşılıyor (Salnâme-i
Vilâyet-i Sivas, Sivas 1306, s. 247).
kesecek, kısaca her türlü kötülüğü yapacaktır. Mektuplar, çete efradının etnik yapısı hakkında
da bilgi vermektedir. Buna göre Micanoğlu’nun çetesinde bu sırada üç değil, bir Gürcü asıllı
bulunmaktadır. Bu da Micanoğlu’nun damadı Ali Bayrakdaroğlu’dur. Konsolosa göre çeteye
fazla ehemmiyet verilmemelidir. Aslında serasker tarafından verilecek gizli bir emirle çete
kısa bir müddet içinde yok edilebilecektir. Çetenin ortadan kaldırılması da İngiltere ile
Osmanlı devletinin menfaatine olacaktır.
İngiliz hükümetinin Osmanlı hükümeti nezdinde yaptığı girişimler netice vermiş ve
Dâhiliye Nezâreti’nden Sivas Vilayetine 22 Haziran 1303 (6 Temmuz 1887) tarihli yazı
müsveddesinden anlaşıldığına göre “madenin müdürünü tehdit eden ve cevherin Trabzon’a
nakline engel olan” Micanoğlu’nun takibine çıkılmış, hatta muhbir de kullanılarak
Şebinkarahisar’da Bandıra köyünde kaldığı tespit edilmiştir20
.
“Sefaretlerin dahi Ģikâyetçi olduğu meĢhur Ģakî” Micanoğlu Hüseyin, beş aylık sıkı
bir takibatın sonunda, Dâhiliye Nezâreti’nden Hariciye Nezâreti’ne muhatap 4 Ağustos 1303
(16 Ağustos 1887) tarihli yazı müsveddesine göre “meyyiten”, yani ölü olarak ele
geçirilmiştir21. Micanoğlu’nun nerede ve nasıl, kimler tarafından ölü ele geçirildiğine dair bir
kayıt şimdilik bulunmamaktadır. Bu belgede ilginç olan bir husus, Micanoğlu’nun ele
geçirilmesi üzerine halktan teşekkür telgrafları geldiğinden söz edilmesidir. Madeni işleten
The Asia Minor Mining Company Limited, Micanoğlu’nu ele geçirdiği için Avni Bey’e
Ağustos 1887 tarihli, deri üzerine elle yazılmış bir teşekkürnâme vermiştir22
.
Uzun yıllar Giresun, Şebinkarahisar, Erzincan, Tokat, Trabzon, Samsun ve dağlarında
dolaşan eşkıya Micanoğlu için türküler yakılmış ve yakılan türküler dilden dile söylenerek
bugüne ulaşmış olup sevilerek dinlenilmektedir 23 . Micanoğlu’nun birçok özelliğinin ve
faaliyetlerinin bu türkülere yansıtıldığını görmek mümkündür. Yaptığı soygunlardan ve aldığı
haraçlardan fakirlere yardım ettiği, köprü, çeşme gibi hayır eserleri yaptırdığı söylenilen ve
buna dair birçok olay anlatılan Micanoğlu, halkın sevgisini kazanmış, eşkıya olarak baskıcı ve
yağmacı bir kimliğinin yanında, iyiliği ve kötülüğüyle, her haliyle halkın belleğinde Köroğlu
gibi bir karakter olarak algılanmıştır24
.
Adına yakılan türkünün derlenen sözlerinden bazıları şöyledir:
Rakı koydum fincana
20BOA, DH. MTK, nr. 1429/70.
21BOA, DH. MKT, nr. 1439/95. Belgede “sefâretlerden dahi vukû bulan Ģikâyat ve tebligat üzerine
vukû bulan iĢ’arât-ı mükerrere semeresi olarak Ģakî‘-i meĢhûr Micanoğlu’nun bu kerre meyyiten
derdest olunduğu hakkında Trabzon ve Sivas Vilayetlerinden ve beyân-ı teĢekkürü hâvî cânib-i
ahâliden gelen telgrafnâmelerin birer sûretleri li-ecli’l-malumat leffen savb-ı âlî-i dêveriyelerine irsal
kılındı…” denilmektedir.
22Denizler Kitabevi Efemera Müzayedesi (8 Ekim 2006), İstanbul 2006, s. 91.
23Micanoğlu türküsü Ahmet Yamacı tarafından Halim Giresunlu’dan derlenmiş ve notaya alınmıştır
(TRT Repertuar no. 1247).
24Fikret Karadeniz, “Giresun’da Bir Alp Tipi ya da Bir Köroğlu Gibi Micanoğlu”, Üç Kent Bir Ülke
(Anadolu Denemeleri), Trabzon 2002, s. 133.
Hele bakın Mican’a
Kör olası Kel Seyid
Nasıl kıydın bu cana
Oy benim canım Mican’ım
Dünyalarda bir canım
Martinimin pulları
Gece kestim yolları
Aslan Mican geliyor
Saymaz karakolları
Oy benim canım Mican’ım
Dünyalarda bir canım
Mican’ımın martini
Dolar dolaĢ boĢalır
Kel Seyid’in gelinleri
Giyinir de kuĢanır
Oy benim canım Mican’ım
Dünyalarda bir canım
Karagöl obasında
Su içtim kana kana
Mican’ın ağaları
Ağlıyor yana yana
Oy benim canım Mican’ım
Dünyalarda bir canım
Esbiye’nin pirinci
Ayvasıl’ın turuncu
Agaların içinde
Aslan Mican birinci
Oy benim canım Mican’ım
Dünyalarda bir canım
Karisar yolu taĢlık
Eskidi zıpka baĢlık
Gotkile hiç durmuyor
Her gün istiyor harçlık
Oy benim canım Mican’ım
Dünyalarda bir canım
Ayvasıl burnu burun
Beyler geriye durum
Micanoğlu geliyor
Altına iskemle kurun
Oy benim canım Mican’ım
Dünyalarda bir canım
Micanoğlu’nu vurdular
Çifte faytona koydular
Zaptiyeler ölüsünü
Konak önünde soydular
Oy benim canım Mican’ım
Dünyalarda bir canım
Mican’ın baĢında baĢlık
Koynunda kurĢundan haçlık
Mican’ın vurulduğu yer
Çivriz köyünde bir taĢlık
Oy benim canım Mican’ım
Dünyalarda bir canım
Koç Hüseyin kaça durdu
Arkasından martin vurdu
Alaybeyi birçok yerde
ġu Mican’a pusu kurdu
Oy benim canım Mican’ım
Dünyalarda bir canım
Mican sen öleceksin
Kabire gireceksin
Dokuz tahta altında
Ne cevap vereceksin
Oy benim canım
Dünyalarda bir canım