/ Tarihçi Gül Bezci
Osmanlı’da Ramazan ayı geldiğinde nasıl bir atmosfer oluşurdu?
Osmanlı Ramazan ayını diğer Müslüman ülkelerden farklı yaşamış, kendine has bir hayat tarzı haline getirmiştir. Bu özel ayın ihtişamını en muazzam şekilde başta İstanbul olmak üzere Anadolu’nun her kesimi şaşalı bir şekilde yaşamıştır. Gelenek haline getirdiği dinî ve sosyal merasimleri toplumun Ramazan ayına has kültürünü oluşturmuştur.
Ramazan ayı boyunca toplumsal hayatın ritmi hızlanır, bayramda da aynı canlılık devam etmiştir. Ramazan ayını Osmanlı’nın içinde geçiren seyyahlar “Bu ne hoş bir aydır, konukseverlik, hoşgörü ve bereket ayıdır” diye tanımlamışlardır.
Ramazan ayını bir kültürel şölene çeviren Osmanlı, Türk gelenek ve göreneklerini, Türk estetik zevkini, yaptıkları bazı törensel gösterileri de birleştirerek, oruç ibadetini halkın zorlanmadan, eğlenceli bir şekilde yerine getirmesini sağlamıştır.
Kardeşlik, yardımlaşma, misafirperverlik, dayanışma, yoksulları doyurma, fakiri incitmeden sevindirme, bütün toplumu aynı ailenin bir ferdiymiş gibi görebilme şuurudur Ramazan. Geldiğinde İstanbul’un nabzını değiştirmiş, tam bir Müslüman şehri yapmıştır. Şehrin bu yükselen ritmi, diğer din mensuplarına da kutsal halkaya dâhil olma çağrısı yapmıştır.
Osmanlı toplumunda Ramazan ayı siyasi ve iktisadi açıdan nasıl bir öneme sahipti?
Ramazan ayı geldiğinde devlet ricali ile ulemanın önemli mevkideki kişileri halka açık bir şekilde konaklarında iftar yemeği vermiştir. Aylar öncesi hazırlanan Ramazan ayı programına uygun şekilde davetli listesi belirlenmiştir. Bu iftar yemeğini fırsat bilip devletin durumunu konuşmuşlar, yapılacak düzenlemeleri belirlemişlerdir. İftar arkası ilmî ve edebî sohbetler etmişlerdir.
Ramazan ayının gelmesiyle padişah diğer aylara nazaran daha fazla halkın içine karışmıştır. Sarayından tebdil değiştirerek çıkan padişah, kapalı çarşıyı, tütüncüleri, mürekkepçileri, sergideki esnafı dolaşmaktadır. Esnafın narh fiyatlarına uyup uymadığını, ekmeğin gramajının eksikliğini, halkın tenbihnamelere uyup uymadığını denetlemiştir.
Osmanlı Devleti’nde devlet erkânına, Ramazan-ı Şerifte maddi sıkıntı çekmemeleri ve daha fazla hayır ve hasenatta bulunmaları için hem maaşlarının bir bölümü Ramazan’dan önce verilir hem de ‘Bayramiyye’ ya da ‘Ramazaniyye’ adı ile çift maaş ödenmektedir.
Ramazan ayının ilk günü bütün devlet daireleri tatil edilmekte, gazeteler ise o güne mahsus basılmamaktadır. Ramazan’ın ilk gününden sonra bütün devlet dairelerinde memurlar çalışmalarına sırayla devam etmektedir. Bu çalışma sırası için yeni bir nöbet cetveli düzenlenir, bu düzenlenen cetvel çalışma yerine asılırdı. Ramazan ayı kışa denk geldiğinde günler kısa olduğu için, resmi daireler sadece gece açık bulunurdu.
Piyasada satılan malların devletin belirlediği fiyatın üzerinde satılıp satılmadığı denetlenirdi. Pâdişâhın vekîli olan Vezîr-i Âzâm bununla görevliydi.
Ramazan’da önemli alışveriş mekânları haline gelen sergiler artık birer halka açık pazar haline gelmiştir. En ünlü Ramazan sergileri Fatih ve Beyazıt camilerinin avlularında kurulmuştur. İstanbul’da oturan gayrimüslimler de bu sergileri takip ederler alışverişlerini buradan yaparlardı. Sergilere halktan herkesim insan padişah ve üst düzey memurlar dahi gelmekteydi.
Ramazan ayında yaşam, geceleri gündüzlere göre daha mı yoğun yaşanıyordu?
Osmanlı’da Ramazan ayı gelince sanki geceyle gündüz yer değiştirmiştir. On bir ay boyunca son derece yavaş bir ritimle yaşanan hayat birden bambaşka canlılık ve renklilik kazanmıştır. İftardan sonra herkes eline kandilini alır yollara dökülürdü. Kahveler, dükkânlar hatta devlet daireleri bile sahura kadar açık olurdu.
Ramazan ayının her yıl on gün önceden gelmesiyle bütün mevsimler bu kutlu şölene şahit olur, dinin ritmiyle tabiatın ritmi kucaklaşırdı. Özellikle Ramazan ayı yaz aylarından birine denk gelirse, akşamları gündüzden daha hareketli bir şehir manzarası yakalanırdı.
Sarayda Ramazan nasıl geçerdi?
Osmanlı padişahları ve Osmanlı halkı, Ramazan ayını dinî ve sosyal hayat açısından her şeyiyle muntazam bir şekilde idame ettirmeye çalışırdı. Oruç ibadeti, nefsi terbiye etmesinin yanında, insan hayatını intizama sokar. Toplumdaki herkesi kaynaştırması gibi faziletlerinin yanında ideal bir toplum için çok önemli bir ibadet sayılmaktadır. Devlet yönetimi ve din adamları Ramazan’ın feyizli geçmesi için gerekli tedbirleri alırdı. Bir yandan vaaz ve nasihatlerle insanların dinî bilgi ve maneviyatları güçlendirilir, bir yandan da ziyafetler, yardımlaşma ve hediyeleşmeler ile sosyal dayanışma güçlendirilirdi.
Ramazan ayı boyunca sarayın kapıları Müslüman ve gayrimüslimlere sonuna kadar açıktı. Gerek sahur vakti gerek iftarda isteyen istediği gibi saraya gelip kurulan sofraya oturabilirdi. Konuklara iftar sonrası saraydan giderken “diş kirası” diye nitelendirilen küçük keselerde para verilirdi.
Sarayın mutfağında Ramazan’a özgü çeşit çeşit yemekler yapılırdı. Ramazan için özel aşçılar getirilir, bir aylık yemek listesi aylar önceden kendilerine verilirdi.
Ramazan tenbihnamelerinden bahseder misiniz, bu tenbihnamelerde hangi konulara yer verilirdi?
Ramazan ayının yaklaşması toplumda sosyal hayatın da değişmesi anlamına gelmektedir. Bu ayın yaklaşması ve halkın Ramazan’ı daha rahat ve huzurlu olarak geçirmesi için hükümet tarafından birtakım tenbihnameler konulmaktaydı.
Ramazan ayı gelmeden önce hükümet tarafından belirlenen bazı tenbihnameler halkın bu kutsal ve mübarek ayı huzurlu ve refah bir şekilde geçirmesi için belirlenmektedir. Ramazan günlerinde ve gecelerinde bu aya hürmeten dükkânların, evlerin, sokakların ve ortak kullanım alanlarının temizliğine normal zamanlardan daha fazla itina gösterilmesi gerekirdi. Padişahın şehri teftişi sırasında halkın padişaha karşı davranış şekli ve hanımların seyir yerlerine hangi günlerde gidebileceği, arabalı arabasız gezintilerde uyulması gereken kurallar bu tenbihnamelerle halka duyurulurdu.
Ramazan ayı için yapılan ekmeklere hususi olarak dikkat edilirdi. Ramazan ayında fırınlarda pişirilecek olan ekmeğin has undan imal edilip beyaz ve pişkin olması ana husustu. Bu yüzden Ramazan’da pişirilecek olacak ekmeğin numûnesi Ramazan’dan önce padişah tarafından incelenir eğer padişah bu ekmeği beğenirse Ramazan için onaylardı. Ekmeğin bu denli ihtimamlı olması tenbihnamelere de konu olmuştur.
Ramazan ayında içki içenlerin cezası çok büyüktür. Meyhanelere sadece gayrimüslimler girebilirdi. Müslümanlar meyhanede yakalanır yahut sokakta sarhoş olarak yakalanırsa çok ağır cezalandırılırdı. Tenbihnamede bu hususta aleni uyarılar yer almaktadır.
Gerçekten bir mazereti olmayanlar oruca devam edecek, özrü olanlar da çarşıda herkesin görebileceği bir şekilde oruç bozamayacak, eğer aksi bir durum yaşanırsa da bu kişiler cezalandırılacaktır. Bu tenbihleri memurlar büyük bir önemle takip edeceklerdir. Tenbihe aykırı hareket eden kişiler görülürse cezalandırılmaları kararlaştırılmıştır.
Ramazan’da iftar ve sahur sofralarına özel yiyecek ve içecekler nelerdi?
Sofra düzeni, yemekler, yemek adabı, tatlılar ve iftara davet edilen misafirler Osmanlı toplumundaki Ramazan ayının birer kültürel hazinesidir.
Ramazan ayına hazırlık aşamasında, Ramazan’dan bir hafta önce aile reisi kağıdı kalemi alır, Ramazan için ne gerekliyse listeye yazardı. Evin hanımına da sorar eksikleri tespit ederlerdi. Beş altı teneke yemeklik sade yağ, buna “Rugani” denirdi. “Dakîk” denilen has un ve Odesa’dan gelen böreklik un listeye eklenirdi. “Elmasiye” denen meyve peltesi de Ramazan’da özellikle iftariyeliklerin arasında yenmekte ve hazırlık aşamasında kilo ile alınmaktadır. Durumu orta halli olanlar mahalle bakkalından, variyetli olanlar ise Asmaaltı denen dükkândan en kaliteli yiyecekleri temin ederlerdi. Yazın ev hanımlarının Ramazan için hazırladığı reçeller ve şuruplar vardır. Aylar önceden kurulan turşular ise yine Ramazan için özel sebzelerden hazırlanmaktadır.
Ramazan’da menülere yeni yeni yemekler ve tatlılar eklemek için komşudan tarif alınırdı. Özellikle Güneydoğu ve Doğu hanımlarından bol yağlı ve etli yemeklerin tarifleri bir tarafa not edilir, pastırmalı kıyma, içli köfte ve envai çeşit dolmalar o Ramazan sunulurdu.
Söğüş, et, soğuk pilav, pestil ezmesi sahurun ana yemekleriydi.
Oruç kısa bir dua ve besmeleden sonra mutlaka zemzem ile açılırdı. Arkasından bir hurma yenirdi. İftar yemeği iki bölümden oluşurdu. Birinci bölümde ‘iftariyelik veya iftariye’ denilen bir tür kahvaltı yenirdi.
Ramazan ayının ekmeği pidedir. İftar yemeğinden önce yenen kahvaltı havasındaki iftarlıklar büyük bir tepsi üzerine sıralı küçük küçük tabaklarda çeşitli reçeller, türlü peynirler, zeytinler, sucuklar, pastırmalar, simitler, mevsimine göre turşuları kapsayan yiyecekler bulunurdu.
Ramazan’ın en önemli çorbası işkembe çorbasıdır. Toplumda hindi derisinden işkembe çorbası yapanlar bile görülmüştür. Hatta işkembe çorbasına o kadar rağbet vardır ki iftara beş on dakika kala kâselerini alıp işkembeci dükkânına koşanlar hatta nöbete kalanlar bile görülmüştür.
Daha çok vükela ve vüzera konaklarına has olan “Yumurta-yı Hümayun” adlı kıymalı yumurtalı has yemek asıl yemek kısmının ikinci kısmını oluştururdu
Çorbayla başlayıp soğanlı yumurta ile devam eden iftar yemeği et yemeği ile devam ederdi. Kebap, pirzola, güveç, köfte gibi yemek türleri sofraya konurdu. Et yemeğinden sonra sıra böreğe gelmiştir. Börek ise muska, su, sigara, fincan, bohça böreği gibi türlerdendir. Börek kalkınca usulen sebze yemeği gelirdi. Sebze de mevsimine göre yapılırdı. Sebze yemeğinin ardından pilav görünürdü. Pilav da hakiki pirinçten yapılırdı.
İftar sofralarının en gözde tatlısı güllaçtır. Halk arasında özellikle kaymaklı güllaç meşhurdur.
Toplumda “Ehl-i Keyf” olarak nitelendirilen lezzet düşkünleri için baklava önemli bir yer arz ediyordu. Baklavayı her şeyden üstün tutan ehl-i keyfler mutlaka Ramazan’da yemekten sonra baklava tüketmişlerdir.
Ramazan’da iftar yemeğinde gaziler helvası denen un helvası, soğuk paça ve sebzelerden lahana ile zeytinyağlı yemek bulundurulması ayıp karşılanırdı.
Yemek bittikten sonra kahve içmek her evde değişmeyen adettir. Hatta tiryakisi olanlar iki yahut üç fincan kahve içerler. Kahve içmeyenler ise genellikle şurup içerler. Evlerde hanımların kaynattığı mevsim meyvesinden elde edilen şuruplar Ramazan için özel hazırlanırdı.
Ramazan ayına özel dinî merasimler var mıydı?
Osmanlı padişahları, kültürel gelişmeyi sağlamak ve ilmî hayatın canlılığı için huzurlarında ilmî toplantılar yapar, etraflarına ulemâyı toplar, hatta özel hoca edinirlerdi. Bu sohbetlere “huzur dersleri” denirdi. Ramazan’ın birinci günü başlayıp sekizinci günü sona eren huzur dersleri Fatiha suresi ile başlanmış, surelerin muayyen sırası takip edilerek sürdürülmüş, Nahl suresiyle son bulmuştur.
Cer, medresede eğitim gören öğrencilerin, üç aylar başladığında dinî olarak insanlara faydalı olmak için köylere gitmeleridir. Bu cerre çıkma olayı da Osmanlı’da rutin olarak her Ramazan’da uygulanan olaylardandır.
Osmanlı döneminde Hırka-i Şerîf etrâfında teşekkül eden önemli geleneklerden biri de Ramazan ayının on beşinci günü gerçekleştirilen Hırka-i Şerîf ziyâretidir. Müslümanlar tarafından alınıp bereketlenmek için saklanan ve günümüze kadar gelen “Lıhye-i Saâdet” diye de bilinen sakal-ı şerif ziyaretleri Osmanlı’da her Ramazan düzenli olarak yapılan ziyarettir.
Ramazan ayında en çok ziyaret edilen yerler genelde muhterem zatların türbeleridir. Bu türbelerden en meşhuru Peygamber Efendimizin “Konstatiniyye surunun dibine salih bir kişi gömülecektir.” diye rivayet ettiği Eyyûp el-Ensari Hazretlerinin (Eyüp Sultan Hazretleri)nin türbesidir. İstanbul’da halkın Ramazan’da ziyaret ettiği diğer türbeler: Aziz Mahmud Hüdayi, Murad-ı Münzavî, Abdülfettah-ı Bağdadi Akrî, Emir Buharî, Zenbilli Ali Efendi Türbesi gibi önemli türbelerdir. Bu türbeler Ramazan ayında her zamankinden daha fazla dolup taşar ve Müslümanlar bu mübarek zatların ruhlarından feyz alarak dualar ederler ve maneviyatta olgunlaşırlardı.
Ramazan ayında ne gibi eğlenceler düzenlenirdi?
Ramazan’ın Türk kültürüne özgü bir başka yönü de bir ibadet ayı olmasının yanında aynı zamanda Türk mizah ve eğlence oyunlarının bu ayda yoğunlukla uygulanmasıdır.
Teravihten çıktıktan sonra herkes kendine has eğlenirdi. Kimisi mahya seyrederdi, mahya seyretmeyenler yahut mahyanın seyrine doyanlar, Direklerarası diye eğlencesiyle ünlü yere gider orada vakit geçirirdi.
Ramazan’da incesaz denen çalgılar da meşhurdur. Büyük bir kıraathane kapının üstüne gelen loca gibi yerde saz heyeti vardır. Başlarında İsmail Hakkı Bey, elinde def, sazı idare etmektedir. Fasıl; hicaz, peşrev icra edilmiş, besteler okunmuş, şarkılara geçilmiş, hanendeler ellerindeki deflerle o zamanın modası şarkılar ile sahuru bekleyen renkli bir saz faslı olmaktaydı.
Ramazan akşamlarında, iftarı yapar yapmaz insanlar Şehzadebaşı’na akın ederdi. Tiyatrolar genellikle bu semtte toplanmıştır. Tiyatroya para verilerek girilirdi. Girenler içerde, giremeyenler de tiyatro salonunun önünde kalabalık halinde eğlenirdi. Davul, zurna, mızıkaları dinlemek ücretsizdi. Tiyatroya, Karagöze veya saz eğlencesine gitmeyenler çayhanelere yahut sergi alanlarına giderdi.
Ramazan eğlencesine çocuklar da kurulan Karagöz ile Hacivat, Meddah, Kukla gösterileri ile katılırlardı. Merakla akşamı beklerler, gösteri başlamadan saatler öncesinden yapılacak yere gelirlerdi. Ortaoyunu da Karagöz gibi Ramazan’ın neşesiydi. Ramazan akşamlarını süsler, Karagöz’e yahut tiyatroya gitmeyen ortaoyununa gelirdi.
Ramazan ayına özgü Anadolu’da en güzel geleneklerden birisi halk arasında düzenlenen helva geceleriydi. Daha çok köy odalarında toplanılıp yenilen helvalar meşhurdur. Ayrıca saz ve söz meclisleri kurulmakta, çeşitli oyunlar oynanmakta herkesin kararınca getirdiği yemekler yenmektedir. Sahura kadar eğlence sürer, sohbetler edilirdi. Kahvehanelerde toplananlar aralarında yüzük oyunu gibi değişik oyunlar düzenler, birbiriyle yarışırlardı.
Ramazan bayramına hazırlık süreci ve bayramla ilgili neler söylemek istersiniz?
Ramazan ayı sadece oruç ayı değildir. Asıl bayram, Ramazan bittikten sonra değil, bizzat Ramazan boyunca yaşanır. Senede bir defa gelir, onun sevinci ise on bir ay sürer. Ramazan Türk halkının düğünüdür. Tüm halkta “Çok şükür on ay kaldı” diye bir ay daha yaklaşmanın sevinci olur.
Bayrama dokuz gün kala, orta halli aile hanımlarının çoğu, Kapalıçarşı ya da sergilerin olduğu Beyazıd çarşısına giderlerdi. Buralardan bayram için gerekli ihtiyaçlar tedarik edilir, çocuk ve hanımların bayramlık elbiselerinin dikimleri yapılırdı. Kahya, divan efendisi gibi hizmetçilere hane sahibi tarafından çamaşır ve elbiselik alınırdı. Damat ve gelinlere en pahalı hediyeler seçilirdi. Evin beyleri ise küçük çocuklarla birlikte hanımdan ayrı alışveriş yapardı. Galata yahut Beyoğlu’na alışverişe gider bayram için fes diktirirlerdi. Bayram için alınan tatlılar da beylerin seçimine kalırdı
Günler öncesinden evler bahçeler temizlenirdi. Ramazan’a başlamadan evvel yapılan temizliğin belki iki katı temizlik bayram için yapılırdı. Bayramda bayramlaşmaya gelecek olan hısım akrabaya verilecek ikramlar hazırlanır, baklavalar günler öncesinden tepsi tepsi açılır, evde ve yiyeceklerde eksik varsa tamamlanırdı. Bayram harçlıkları keselere konur, bekçiye, davulcuya verilecek bohçalar da hazırlanırdı. Bu bohçalar haremden selamlığa verilirdi. Selamlıktan da hareme mukabele olarak un kurabiyesi yollamak adetti.
Bayram namazları büyük bir azamet ve ihtişam içinde kılınır, namazdan sonra ilk tebrikleşmeler cami avlusunda başlar, tanıdıklar burada, el öperek, tokalaşarak bayramlaşırlar. Çıkışta da ulema yahut yaşça büyük olanların ellerini öpüp dualarını alırlardı.
Bayram namazından sonra eve dönülmeden önce mezarlığa gidilir, yakınların kabri ziyaret edilir, Fatiha ve Yasin-i Şerif okunurdu. Evlerine dönen cemaat eve girer girmez kapı önünde bekleyen ailesiyle kucaklaşır, küçükler öpülür, sevinç içinde bayram tebrik edilirdi. Daha sonra komşu ziyaretleri başlardı. Memurlar da amirlerinin evlerine bayram ziyaretine giderdi.
Tebriğe gelenlere genellikle badem şeker ve lokum ikram edilirdi. Bazen yanına bardaklar konulmuş bir kâse içinde gülbeşeker, sakız yahut hindistan cevizi reçeli gibi macun kıvamında tatlı ikram edilirdi. En meşhur ikram da baklava olmuştur. Arife günü komşuların bir araya gelmesiyle kat kat açılan baklava bayramın en gözde tatlısıdır.
Erkek çocuklarına kabartılmış motifli, kız çocuklarına da kenarları fırfırlı renkli mendiller hediye edilirdi.
Müzisyenler ev ev dolaşır para toplarlardı. Zurna çalan iki kişi önde, davul çalan iki kişi ise arka tarafta dururdu.
Fatih, Vefa, Kadırga, Üsküdar, Beşiktaş gibi semtlerin meydanlarına bayram meydanı kurulurdu. Bu meydanların etrafı çadırlarla çevrilir, kocaman bir çadırın içinde hokkabazlar ve ip cambazları gösteriler yapardı. Hatta havuz kurulur, içine konulan fok balığı on paraya çocuklara izletilirdi. Meydanın başka taraflarına değişik şekillerde salıncaklar kurulurdu. Dönme dolaplar, atlıkarıncalar çocukların en büyük eğlenceleriydi. Meydanın dış tarafında ise her türlü yiyecek satıcıları bulunurdu. Horoz şekeri, elmaşekeri, şerbet, sütlaç tezgâhlarda çocukları beklerdi.
Osmanlı toplumunda bayramın özel bir yeri vardır. Sosyal dayanışmayı, toplumda sevgi ve saygıyı arttıran bayram, dargınları da barıştıran bir köprüdür.
Kaynak: GÖNÜL – Kültür ve Medeniyet Dergisi