Orhan Pamuk Veba Geceleri’nde Atatürk ile dalga geçiyor. Bir Nobel daha almak için yine ülkesini kötülüyor
Odatv’nin konuk yazarı Sevda Kaynar, Orhan Pamuk’un Veba Geceleri kitabında Mustafa Kemal Atatürk ile nasıl dalga geçtiğini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni nasıl kötülediğini yazdı. Kaynar yazısında, ““Eyy Avrupa anla artık anla beni. Ben sizdenim. Onlardan değilim. Atatürk benim için tek madalyalı Kolağası Kâmil. Uyduruk ada, uyduruk bayrak, uyduruk dil. Mingerce yani. Dil-i geçmiş zamanın dili. Türkiye gibi. Beş yılda beş kere daha hak ettim verdiğiniz Nobel’i” ifadelerini kullandı.
Odatv’den Sevda Kaynar’ın ilgili köşe yazısı şöyle:
Veba Geceleri. Nobel almış bir yazarın son ve müthiş kitabı. Yıldızlar yanıp sönüyor tepemizde. Sanki havai fişekler patlıyor dört yanımızda. Reklam kampanyaları. Mutlaka oku anlamında söyleşiler. Hayranlıkta tavan. Beş yıl üç yüz kırk beş sayfa. Dayan yüreğim dayan. Hele Covid günlerine rastlaması da ayrı bir kehanet, yazarımızın büyüklüğünü anlamamız için adeta tanrısal bir işaret.
Kapak resmini de kendi çizmiş. Demek ki nasıl bir heyecan ve hezeyana kapılmış ki resmi bile kimseye bırakmamış, fırçayı eline almış. Picasso’ya nal toplatmış.
İlk okul ayarında bir resim. Olsun, bu ülke ne ressamlar görmedi ki. Kenan Evren çizdi, herkes sanatın esrikliğinde eridi. Gerçi o tablolar sonradan gerçek değerini bulup depolarda tarih oldu ama sanat bu. Hele romanda tartışılmaz olursan bütün dallara konabilirsin, kendi müzeni kurar, çaktırmadan müzelik bile olabilirsin.
Peki Veba Geceleri nasıl bir roman? Nasıl bir sanat eseri?
Beş yılda yazılmış, ilahi rastlantıya bakın ki Covid tepemize binince o da zamanın ruhunu yakalamış.
Peki öyle mi?
Hayır!
Veba Geceleri’ni okuyan biri birkaç sayfa sonra romanın asıl amacını, bütün kurgunun ardındaki belki sipariş üzerine tasarlanmış konuyu, sarakayı, zekamızı hiçe sayan ama başarılı olamayan gizli mizahı keşfeder.
DEVİR ABDÜLHAMİT DEVRİ…
Konuya gelince:
Veba Geceleri Minger denen yazarın uydurduğu bir adada geçer. O kadar ayrıntılı bir ada tablosu çizilir ki bu nedenle yazarın asıl niyetini ilk başta anlamayanlar olabilir. Anladığınız an bırakacağınız için bu ayrıntılarla önünüze kelimelerle adeta barikatlar kurulmuştur.
Adada Veba Salgını başlar. Devir Abdülhamit devridir. (Vahdettin olsaydı amaç en başından belli olacaktı. Romancı belli ki burada tarihle oynamış.) Adaya Abdülhamit’in yeğeni ve onun kocası Dr. Nuri yollanır. Vali Sami Paşa dahil herkes veba ile boğuşmaktadır artık.
Bu arada yedi düvelin donanmaları adayı ablukaya alır. Bunların arasında padişahın donanması da vardır. Vahdettin ve Düvel-i Muazzama iş birliği artık ortadadır. Bu ihaneti tarih defalarca tekrarlamıştır.
Ve asıl kahraman artık belirmeye başlar.
Kolağası Kâmil!
(Kapak resminin sağ alt köşesinde belirtilen, tek madalyalı, dikkat edilmezse görülmeyen bir figür.)
Yunan savaşından başka savaş görmemiş, tek madalyası olan, askeri okulu derece ile bitirmiş, annesinin ikinci evliliğinden dolayı ona kırgın, ince bıyıklarını yukarı doğru tarayan yakışıklı genç subay. Romanda onun için şu satırlar da var:
“Genç subayın o anda tarihin kendisine vereceği büyük rolü o sırada aklından geçirmediği…”
Kolağası Kamil’in evinin bahçesinde çocuk iken kargaları kovaladığı da araya sıkıştırılmıştır. Hala anlamayanlar için. Vebanın korkunç boyutlara geldiği bir gün Kolağası Kâmil postaneyi basar, bütün telgraf sistemine el koyar. Ve daha sonra bir Rum bir eczacının amblemini taşıyan komik bir bayrağı sallayarak Komutan Kâmil olur, daha sonra da Cumhurbaşkanıdır artık.
Mustafa Kemal Atatürk’ün telgraf sistemine ne kadar önem verdiğini, Kurtuluş Savaşı’nda ilk iş olarak bu sistemi düzenlediğini bilenler Kolağası Kamil’in postaneyi basmasındaki ince noktayı anlayacaklardır mutlaka. Uyduruk bir bayrak da yine Kolağası Kâmil tarafından dalgalandırılmakta, Türk bayrağının yazarın gözündeki yeri iyice anlaşılmaktadır.
Abdülhamit devri paşaları, yeni vali tayinleri, adadaki telaş, heyecan, sürekli karantinaya alınan insanlar, bu arada hapse tıkılanlar, adayı terk eden varlıklı aileler, yabancı konsoloslar, adayı Türklerle paylaşan Rumlar, şeyhler vs. vs. Bütün bunlar roman kurgusunu oluşturmak için zaten yazar tarafından oluşturulmuş tiplemeler. Ve ne yazık ki hepsi usta bir romancının yapması gereken ruhsal tahlillerden uzak, tıpkı kapak resmi gibi çiziktirilmiş kişilikler.
İnsan sormadan edemiyor:
“Ayrıntılı psikolojik özellikleri verilmeyen, hepsinin figüran olduğu belli bu kişiler için mi beş yıl harcandı? Orhan Pamuk’un romancılığına inanan biri böyle bir soruya evet derse yazarın oluşturduğu kale bir anda yerle bir olur, belki de sipariş üzerine yazılan bu roman yüzünden Orhan Pamuk efsanesi kendi sıradan gerçeğine kavuşur.”
Roman 345 sayfa. Son sayfayı bitirdiğinizde büyük romanların sonunda beliren saygı, beğeni dorukları hatta tutku belirmiyor asla. Bir tek soru gelip dayanıyor boğazınıza:
Neden?
Neden Nobel almış bir Türk yazarı o ülkenin içinde bulunduğu durumu es geçip, fikirleri ile gerçek kurtuluş çaresi olan bir büyük insanın, Mustafa Kemal Atatürk’ün hatırasına böyle edebi bir saldırı düzenler?
Onun heykellerini yıkan meczuplara yazarın kendi yüksek seviyesinden yollanan bir onay değil de nedir bu?
Bu noktada Orhan Pamuk’u (onun yazarlığına saygı nedeniyle) belki savunma isteğinden doğan şu yetersiz cümleler de akla gelebilir?
Acaba bu roman bir sipariş üzerine mi yazıldı?
Kendini Türk kimliğinden soyutlamış yazara bu utandığı kimlikten iyice soyunması için şunlar denmiş olabilir mi?
‘Şu Atatürk efsanesine de bi çak bakalım? Ermenileri kestik demen unutuldu, şimdi de en dokunulmaz olanı yerinden kıpırdat, senin romancılığına toz kondurmayanların önüne lezzetli bir yem at.’
ORHAN PAMUK NE BİÇİM DUYGULAR İÇİNDEYDİ
Veba Geceleri siparişi yerine getiriyor belki ama okuyucunun bir yazardan daimi siparişi olan iyi roman özelliğini es geçiyor, uzatmalı dizi film senaryolarına taş çıkarıyor.
Belli olmaz belki bir gün dizi de olur, Kolağası Kâmil rolünü canlandıracak aktör de tavsiye üzerine atanır. Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş Savaşı kahramanlığından dizi kahramanlığına geçiş yapar. Senaryoyu kim yazarsa yazsın. Çünkü filmin senaryosu Türk Milleti üzerine kurulan asıl büyük senaryonun fragmanıdır.
Acaba Orhan Pamuk bu romanı yazarken ne biçim duygular içindeydi?
Bir mızıklanma mı yoksa?
“Eyy Avrupa anla artık anla beni. Ben sizdenim. Onlardan değilim. Atatürk benim için tek madalyalı Kolağası Kâmil. Uyduruk ada, uyduruk bayrak, uyduruk dil. Mingerce yani. Dil-i geçmiş zamanın dili. Türkiye gibi. Beş yılda beş kere daha hak ettim verdiğiniz Nobel’i.”
Ben olsam Veba Geceleri gibi edebi hiçbir yanı olmayan bir romandan sonra uykularım kaçar, tüm şöhretime, saygınlığıma ve edebi kimliğime uygun yeni bir roman tasarlarım.
Veda Geceleri.
Bence bu bir borçtur, bir özür arzusudur.
Bir romanla Türkiye’ye, Türk kimliğine ve onun büyük kahramanına veda edecek olan yazardan artık beklenen budur.