Uzun yıllar ‘Kişisel Gelişim’ eğitimleri başlığı altında pek çok eğitim aldım ve aktardım. Tüm bu yıllar içerisinde medeni durumum bekardı ve çocuğum yoktu. Dolayısıyla eğitimlerde verdiğim örnekler otuz yıllık yaşam tecrübemle sınırlıydı. Eğitimlerimde altı deneyimle doldurulmamış bir cümle kuruyordum; “Evlilikte eşiniz veya çocuklarınızdan biri sizinle çok zıt bir kişilik tipine sahip olabilir” Bu cümleyi duyunca evli olanların gözleri doğrularcasına parlar, gülümserlerdi. Şimdi tanımaya yetecek kadar süre evli kaldıktan ve iki çocuktan sonra bu cümlenin ne anlama geldiğinin içi örneklerle doluyor. Bazı benzeyen özelliklerimizle birbirimize yakınlaşıyor ve bazı zıt özelliklerimizle birbirimizi itiyoruz.
Benim genel olarak sakin ve sessiz bir yapım var. Eşimin de öyle. Sakin sessiz ortam ihtiyacımız karşılanmadığında öfkelenebiliyoruz. Büyük oğlumuz da bize benzemiş. Hepimiz küçüğün pire gibi hareketliliğinden, sesinin tiz ve yüksek çıkmasından muzdaribiz. O zıp zıp zıplayıp sevinçten, coşkudan çığlık attığı anlarda bizim için düşmana dönüşüyor. Büyük oğlumuzun detaycılıktan kaynaklanan yavaşlığı zaman zaman bizleri çıldırtıyor. Küçük olan son derece dağınık, büyük olan bir o kadar düzenli. Ben geçmişle çok ilgiliyim, geçmişte yaşarım, geleceği pek hesap etmem, eşim ise gelecekle daha çok meşguldür, geçmişi düşünüyorsa da hiç dile getirmez. Anne ve babalarımız da böyle farklı tarzlara sahip olabiliyorlar. Biri geçmişi sıkça anarken diğeri hiç geçmişi anmayıp, anı yaşayıp geleceği için kaygılanabiliyor. Kağıt üzerinde basit gibi görünen bu zıtlıklar hayata geçince kavga ve nefret sebebi olabiliyor. Bir tiyatro sahnesine alırsak zıt kişiliğe sahip iki kişiyi;-Bu komodinleri artık elden çıkaralım, evde adım atacak yer kalmadı. -Olmaz, onlar annemin hatırası. Biri o anda ve gelecekte evde ferahlık peşinde, diğeri geçmiş anılara eşyalar üzerinden sıkı sıkı bağlı. Ve kurdukları cümleler birbirlerini gıcık ediyor.
Başka bir örnekte iki çocukla bulaşık makinası boşaltıyoruz, ben neyin nereye konacağı ve işin biran evvel bitmesine odaklanırken, küçük oğlum tencere kapaklarını Kaptan Amerika kalkanı ya da şapka yapıyor yerine koymadan önce uzun uzun oyunlar oynuyor çünkü onun zaman kaygusu yok. Büyük oğlum düzenli ve görev insanı. Biraz söylenerek de olsa görevini zamanında yerine getiriyor. Üçümüz arasındaki bu zaman kullanımı farkı sabrımı fena halde zorluyor. Hazırlanıp kapıdan çıkarken özellikle hissedilir aile bireylerinin zaman kullanım farkı.
Aile içinde başlayıp, iş hayatında ve sosyal ilişkilerde devam eden bu farklılıklar bizi hem zorlar hem de hayatı renkli kılar. Herkesin aynı olduğunu düşünemiyorum bile, hayat çok sıkıcı olurdu. Böyle de epey zorlayıcı.
En kötüsü kendi tarzını en doğru sanan insanlar. En güzeli de tüm tarzları tanıyan, anlayan, hoşgörüyle karşılayan bir insanla zaman geçirmek, sohbet etmek, akıl danışmak.
Farklı kişilik tipleri aile içinden sonra en çok müşterisi bol, insanla ilişkili mesleklerde bizi zorlar. Bu yüzden şirketlerde çalışanlara bol bol kişisel gelişim eğitimleri aldırılır. Zor müşterilerle başetme yöntemleri öğretilir. Zor müşteri her zaman öfkeli müşteri değildir, bizim kişilik tarzımıza zıt olan müşteri de bizim için zor müşteridir. Satış yaptığım yıllarda daha karşıdan bana doğru yürürken tüylerimi diken diken eden, ‘’çattık yine’ dediğim müşteriler olurdu.
Gönül ister ki hep kendi tarzımıza uyumlu insanlarla karşılaşalım. Ne kadar seçici olursak olalım bu mümkün değil elbet. Herhangi bir alışverişte, çıkışta karşılaşacağımız kasiyerde, komşumuzda, spor salonunda birlikte spor yaptığımız insanlarda ve nicelerinde zıttımızla karşılaşacak ve sürtüşme yaşayacak ya da içimizde bir sıkıntı hissedeceğiz. Eğer gelişmeye ve değişmeye açıksak bu karşılaşmaları kendi avantajımıza kullanabiliriz. Gelişmeye açık yönlerimizi güçlendirmek, aşırı keskin uçlarımızı törpülemek için fırsat olarak değerlendirebiliriz. Dengeli, uyumlu bir kişilik tipi için buna ihtiyacımız var.
Biz kendimizde bu değişim ihtiyacını görüyor muyuz yoksa herkes yanlış biz doğru muyuz?