Eski İngiltere başbakanı Liz Truss, kendini Elon Musk’ın ‘Büyük bir destekçisi olarak tanımladı ve İngiliz Medyasını sert eleştirdi – Rıdvan Kemal ERTUĞ / İNGİLTERE
Habercilik yaptığım yıllardan bu yana siyaseti dikkatle takip ederim, ancak genelde politikacılardan ve siyaset dünyasından uzak durmayı tercih ederim. Margaret Thatcher’ın sert neoliberal politikalarına duyduğum tepki ve Tony Blair’ın işçi sınıfına verdiği sözleri yerine getirememesiyle yaşadığım hayal kırıklığı, siyasi liderlere olan yaklaşımımın şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Ancak son dönemlerde dünya liderlerinin çözmesi gereken kritik sorunlar – savaşlar, iklim krizi ve ekonomik belirsizlikler – beni bu konuları daha da yakından düşünmeye ve endişelere itiyor.
Daha önce yazılarımda belirttiğim gibi hemen hemen her sabah Guardian gazetesi başlıklarını okuyarak güne başlarım. Spor haberleri dahil, detaylara göz atarım.Bu sabah The Guardian gazetesinde “Eski Başbakan, İngiltere’nin medyasını ‘düzeltmek’ gerektiğini söyledi” başlıklı haber dikkatimi çekti. Haberde, eski İngiltere Başbakanı Liz Truss’ın, medyayı İngiltere’nin başarısızlıklarından sorumlu tuttuğu ve BBC, Times, Guardian ve Financial Times gibi önde gelen medya kuruluşlarının “önemli meseleler yerine, anlamsız hikayelere odaklandığını” ifade ettiği aktarılıyordu. Truss, bu medya organlarının ‘düzeltilmesi’ gerektiğini savunarak demokrasinin temel taşlarından biri olan basın özgürlüğünü tartışmaya açmış oldu.
Hiç şaşırmadım ve satırları okumaya devam ettiğimde, Liz Truss’ın, BBC, Times, Guardian ve Financial Times gibi İngiliz medya kuruluşlarının “düzeltilmediği” takdirde ülkenin başarısızlığa uğrayacağını kabullenmek ne kadar düşündürücü, değil mi!. Kendi kendime Liz Truss’ın sadece 49 günlük kısa başbakanlık döneminde ki ekonomik kaos ve başarısızlıklar hala hafızalardan kazınmadan bu nasıl bir çıkış ki!,dedim. Bu bağlamda, karşımızda Trump çizgisindeki popülist liderlik anlayışına yakın bir duruş sergileyerek, yeni bir dönemde yer alma şansı arayışında olan bir Liz Truss var! diye de düşündüm.
Adeta yok olan liderlerin bir nevi “yeniden diriliş” stratejisi geliştirdiğini görmemiz gibi bir durum.
Liz Truss’ın çok kısa süren başbakanlık günleri çalkantılı ekonomik kararları ve öngörülemeyen piyasa dalgalanmalarıyla hatırlanıyor. İngiltere’nin modern tarihindeki en kısa süreli başbakan olan Truss, görev süresince uyguladığı “mini bütçe” politikalarıyla İngiliz ekonomisinde büyük bir karmaşa yarattı. Finansal piyasalarda meydana gelen çöküş, özellikle konut kredisi faiz oranlarının öngörülemez bir şekilde artmasına yol açmış ve Truss’ın liderliğinin sorgulanmasına neden olmuştu.
Truss’ın bu söylemleri, eleştirilerden uzak durmak ve kendi siyasi başarısızlıklarının faturasını medyaya kesmek çabası olarakta görülebilir. Oysa şeffaflık ve hesap verebilirlik demokrasinin temel ilkelerindendir ve özgür medya bu ilkelerin korunmasında çok önemli bir role sahiptir. Truss’ın medya hakkındaki eleştirileri, demokrasinin işleyişine zarar verme potansiyeli taşıyan tehlikeli bir yaklaşım olarak değerlendirilmelidir.Guardian’daki haberde dikkat çeken bir başka nokta da Truss’ın, İngiliz medyasının “başarısızlık hikayeleri”ne odaklandığını vurgulamasıydı. Ancak şu unutulmamalıdır ki medya, sadece başarı hikayelerini değil, toplumun yüzleştiği sorunları da işlemekle yükümlüdür. Truss’ın medya özgürlüğünü hedef alan bu söylemleri, onun liderlik konusundaki eksikliklerini daha da gün yüzüre çıkarmaktadır.
VOA – Amerika’nın Sesi’ne konuşan 10 Downing Street kısa görev süresinden bu yana kendini ifade özgürlüğünün savunucusu olarak konumlandıran Truss, medya ortamını nasıl yeniden şekillendireceği konusunda ayrıntı da vermiyor veya vermekten kaçınıyor. Geçtiğimiz yıl, Pekin’in ulusal güvenliğe yönelik “tehdit” olarak sınıflandırılması çağrısında bulunduğu bir dönemde, Çin’e kara mayını imha ekipmanı ihraç etmek isteyen bir seçmeni adına lobi faaliyeti yürüttüğü yönündeki haberler sorulduğunda sinirli bir yüz ifadesiyle şöyle cevap vermişti “İngiliz medyasıyla ilgili çok büyük bir sorunumuz var. Önemli konulara odaklanmıyorlar. Bürokratları ve polis memurlarını sorumlu tutmayı başaramadıkları sömürücü çeteler olsun, ülkemizde şu anda yaşadığımız borç krizi olsun, en yüksek düzeyde onca borçlanma olsun, 1990’lardan bu yana en yüksek borçlanma oranları olsun; bunlara odaklanmıyorlar.” demiş hatta şöyle eklemişti, “Milletvekilleri sadece işlerini yaparken, basın milletvekilleri hakkında saçma hikayelere odaklanıyorlar. Bu çok büyük bir sorun ve onlar düzelene kadar ülke düzelmeyecek. BBC de dahil olmak üzere İngiltere’nin sol görüşlü medyası, Times ve Guardian gibi kuruluşlar da dahil olmak üzere, Guardian ve Financial Times, özgür konuşmadan, serbest piyasa politikalarından hoşlanmıyor ve bu ülkedeki statükonun sorgulanmasından hoşlanmıyorlar. Ben de onlarla mücadele etmeye devam edeceğim.” demişti.
VOA – Amerika’nın Sesi Londra muhabiri Lyndon Lee ile yapılan röportajda, İşçi Partisi’nin Çin ve İslamcılığa “borçlu” olduğunu iddia etti ve son haftalarda X’i kullanarak çocuk istismarı vakalarını gündeme getiren Musk’ın “BBC gibi kurumlar tarafından örtbas edilen İngiltere’de olup bitenler hakkında gerçekleri anlattığını” savundu. Truss şöyle devam etti: “Bence Britanya’daki medya tam bir başarısızlıktı. BBC, Times, Guardian ve Financial Times gibi birçok gazete ülkemizde gerçekten neler olup bittiği hakkında haber yapmadı. Ve bence Elon Musk’ın buna ışık tutması ve bu insanları ifşa etmesi çok hoş.”
Liz Truss’ın hakikaten talihsiz diyebileceğimiz son açıklamaları , BBC, Times, Guardian ve Financial Times gibi önde gelen medya kuruluşlarını doğrudan hedef alması, medya özgürlüğü ve bağımsızlığı konusunda, aynen son aylarda Amerikan basınında olduğu gibi ciddi endişelere yol açabilir. Truss’ın, İngiltere’nin köklü medya kuruluşlarını doğrudan hedef alarak onları “ülkenin başarısızlığına sebep olmakla” suçlaması, sadece medya özgürlüğü açısından değil, demokrasinin temelleri açısından da tehlikeli bir duruş sergiliyor. Yazdığı ‘Ten Years to Save the West / Batıyı Kurtarmak İçin On Yıl’anı kitabı ile hayal kırıklığı yaşadığına ve bu detaylarda ortaya çıktığı gibi onun hala ders almadığına işaret ediyor.
Boris Johnson ve Liz Truss’ın siyasi kariyerleri, hem politik hem de ekonomik anlamda İngiltere için oldukça sarsıcı bir dönemi temsil ediyor. Boris ve Truss ikilisi Birleşik Krallık politikasına başta olmak üzere ülke ekonomisine büyük darbe vurmuştur. İkilinin liderliği, Brexit ile İngiltere’nin uluslararası prestijine ve iç ekonomik dengelerine ciddi şekilde zarar verdi dememiz de mümkündür. Boris Johnson, popülist söylemleri ve ilgi çekici bir medya kişiliği olarak öne çıkmayı başarsa da, liderlik döneminde kararsız politikaları ve sık sık yaşanan skandallarla anıldı. COVID – 19 pandemisi sırasında alınan gecikmeli kararlar ve Brexit sonrası ekonomik sorunlar, Boris’in plansız ve yüzeysel bir liderlik anlayışını gözler önüne serdi. Çoğu zaman krizi yönetmek yerine gündem değiştirmeye çalıştı, bu da ülkenin sorunlarını daha da derinleştirdi. Liz Truss ise, Johnson sonrası dönemde ülkeyi istikrara kavuşturması beklenirken, ekonomik bir çöküşe neden olan kısa süreli bir liderlik sergiledi. Özellikle “mini bütçe” skandalı, Truss’ın liderlik yetersizliğinin ve uzmanlığa olan kayıtsızlığının bir göstergesiydi. Finansal piyasaları altüst eden konunun uzmanları tarafından kabulü zor kararları, İngiltere ekonomisinin kırılgan yapısını daha da zorladı. Truss’ın liderliğinde ülke, kısa sürede benzeri görülmemiş bir ekonomik belirsizlik yaşadı.
49 yaşında ki Liz Truss’ın başbakan olarak geçirdiği 49 günü anlattığı Ten Years to Save the West / Batıyı Kurtarmak İçin On Yıl: Truss’un görevde olduğu süreyi siyasi sağa silah çağrısıyla birleştiren kitap, satışa çıktığı ilk hafta boyunca Birleşik Krallık’ta 2.228 kopya satmıştı. Guardian gazetesinin eleştirmeni Truss’ın kitabını “okuduğum en utanmazca pişmanlık duymayan, huysuz, politik ve ekonomik açıdan en sığ ve klişelerle dolu kitaplardan biri” olarak tanımlamıştı.
Eski başbakan Truss’ın ilk hafta satışları David Cameron’ın anı kitabının 21.000, Tony Blair’in kitabının ise 92.000’e ulaşmasıyla karşılaştırılabilir. Margaret Thatcher’ın anılarının 500.000 kopya sattığı tahmin ediliyordu ancak 10 Downing Street’in diğer eski sakinleri kitap satışları söz konusu olduğunda karışık kayıtlara sahipler . John Major’ın anıları ilk haftasında sadece 5.415 kopya sattı ancak toplamda 200.000’i aştı. Edward Heath’in ‘The Course of My Life’ adlı kitabı 20.000 kopyayı geçmekte zorlanırken, Gordon Brown’ın My Life, Our Times adlı kitabı yaklaşık 30.000 kopya sattı. Liz Truss’ın sadece 49 günlük başbakanlık serüveni zihinlerde; felaket bir mini bütçe ile sarsılan Büyük Britanya’da milyonları sayısız krizle karşı karşıya bırakmış, “büyüme, büyüme, büyüme” konulu ilk kez çıktığı Muhafazakar Parti konferans konuşması ise kısa süren liderlik döneminde gerçeklerden ne kadar uzakta kaydığını ispatlamıştı.
Sonuç olarak toparlarsak, Liz Truss’ın bu yaklaşımı, İngiltere’nin siyasi ve ekonomik geleceği konusunda ciddi soru işaretleri yaratmaktadır. Bir liderin, kendi başarısızlıklarını dış faktörlere yükleyerek sorumluluktan kaçmaya çalışması, demokrasi ve şeffaflık ilkelerine zarar verir. Medya özgürlüğüne yönelik bu tür saldırılar, sadece medya organlarının değil, halkın da bilgi alma hakkını tehlikeye atar. Truss’ın liderlik mirası, şu an için çalkantılı bir başarısızlıklar zinciri olarak hatırlanıyor ve gelecekte bu durumun değişip değişmeyeceği ise büyük bir soru işareti olarak ortada duruyor.
Bu web sitesi çerezleri kullanır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek, çerezlerin kullanılmasına izin vermiş olursunuz. Gizlilik ve Çerez Politikamızı ziyaret edin. KABUL
Subscribe to notificationsYour'e subscribed to notifications