12 Eylül 1980 darbesi olduğunda Ülkücüler rahat bir nefes alarak, derin bir “oh” çektiler! Bugün 60 yaşın üzerinde olan 12 Eylül döneminin Ülkücüleri, başlarına geleceklerden habersiz, askeri müdahaleye sıcak bakmaktaydı!…
Bir anda mucize olmuş, kardeş kanı durmuştu… Ülkücüler de artık özgürce eğitimlerini tamamlayacak, işlerine gidebilecek, can güvenlikleri sağlanmış olacaktı !. Artık ülküdaşlarını, yakınlarını, ailelerini kızıl kurşunlara kurban vermeyecekti.!
Peki, ihtilal oldu da ne oldu ? Evet kan durdu. Rahat bir nefes aldık. Askeri alkışlayalım mı, alkışlamayalım mı? Peygamber Ocağı dediğimiz ve Türk Milleti için her zaman kutsallığını korumuş olan TSK’nın, vatanın bütünlüğünü korumak ve ferdi olarak kendi can güvenliğini kollamaktan başka suçu olmayan Ülkücüleri, vatan hainleri ile aynı kefeye koyacağı kimin aklına gelirdi…
Ama korkulan oldu!. 12 Eylül’ün şeytani yüzü kısa sürede ortaya çıktı. Türklük Ülküsü’ ne gönül vermiş on binlerce Ülkücü, dayanılmaz korkunç işkence tezgahlarından geçirildi. Bizler 1944’leri yaşamadık, tabutluları görmedik, ama nesil olarak daha kötüsünü yaşadık.. Kan, göz yaşı, zulüm, işkence, ölüm, binlerce sakatlık, zindanlarda geçen yıllar; kaybolan istikballer, yetim kalan çocuklar, dul kalan kadınlar; evlatlarını kaybeden analar babalar ve dar ağcına verilen dokuz şehit…
12 Eylül katilleri, dokuz Ülkücüyü haksız ve suçsuz yere, birilerine yalakalık yapmak için dar ağacına götürdüler. Onlar, inandıkları dava uğruna son sözlerinde Kelime-i Şehadet getirerek “uçmağa varırlarken“; Türk milletine kan kusturan, kızıl efendilerinin ideallerini gerçekleştirmek için binlerce can alan, asılmadan önce son sözlerinde imamı dahi reddeden vatan hainleriyle, Ülkücüleri aynı kefeye koyan, ABD uşağı, 12 Eylül’ün ta kendisi idi. Şanlı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin menfaatperest generalleri ( Günümüzdeki FETO’cular gibi) ABD’ye kendilerini satmıştı..
12 Eylül’ün zulmü sonraki yıllarda da kendini gösterdi. Her türlü zor şartlarda Türk Milleti’nin imdadına yetişen hareketin, lider kadrosuna yıllarca siyaset yasağı getirildi. Ülkücülerin sadece yaşamı, gelecekleri, istikballeri değil, demokratik hakları da ellerinden alındı. On binlerce Ülkücü işinden oldu, çevresinden dışlandı, yüksek okul – üniversite eğitimlerini bırakmak zorunda kaldılar. Binlerce Ülkücü, 12 Eylül zulmünden kurtulmak için sevdiklerini, ailelerini terk ederek “el ” yurtlara kaçmak zorunda kaldı. Yıllarca vatanından uzak, gurbet ellerde onurlarıyla, gururlarıyla yaşam mücadelesi verdiler: Yusuf yüzlüler, zindanlarda çile doldururken, onlar karşılarındaki sol marjinli sığınmacılara açılan “sıcak kucakları” imrenerek, ama boyun eğmeden izlediler.
Zaman geldi, o günler de geçti. Günümüzde 12 Eylül’cüler yargı önüne çıkarak mahküm oldular. Ancak şurası bir gerçek ki, bu suçluların büyük bölümü tespit edilmedi ve hak ettikleri cezalara çarptırılmadı.. Önemli bir temada şudur: 12 Eylül’ü sorguladıklarını iddia edenler; Ülkücülerin çektikleri zulmün milyonda birini çektiler mi? Yürütmeyi elinde bulunduran hiç bir kuvvet, oy avcılığı yapmak uğruna Ülkücülerin avukatlığına soyunmaya hakları ve hadleri olmadığı gerçeğini, toplumun her kesimi bilmelidir; “Çekilen bunca çile“, verilen binlerce can, çeşitli oluşumlarda inandıkları dava uğruna mücadele eden ve etmekte olan Ülkücü Hareket mensuplarının, bağrından kopan Yüce Türk Milleti’ne hediyesi olmuştur. Türk Milleti’ne kendi öz evlatlarından başka sahip çıkacak güç yoktur. Çünkü onlar, can verirler, kan verirler ama asla satılmazlar; asla teslim olmazlar, asla emperyalistlerin hegemonyasını kabul etmezler. Onlar, “Namertçe sürünmektense, erkekçe ölmesini bilirler.”..
Ülkücü Hareketi bitirmek için 12 Eylül’ün gücü buna nasıl yetmediyse, günümüzde de tüm nifakatların hareketi bölme, yok etme çabaları asla amacına ulaşamayacak. Görünen o dur ki; Ülkücü Hareket enterne edilmek istenmektedir…
Ülkücüler en zor dönemde kol kola kenetlenmesini bilecek kadar ileri görüşlüdür: Artık gün, birlik ve beraberlik içinde Bozkutlar’ın “titreyip kendilerine dönme” günüdür…
Yılmayacağız, yıkılmayacağız.. Başaracağız….
Tanrı Türk’ü Korusun
2021- Emin Demirel