Binlerce araç ve bina kundaklandı, sokaklar yangın yerine döndü, yüzlerce mağaza yağmalandı soyulup soğana çevrildi.
Fransız hükümetinin aldığı önlemler fayda vermedi, kullandığı yumuşak üslup isyancıları yatıştırmaya yetmedi. İşler çığırından çıkınca bu sefer sopayı kapan radikal Fransız Milliyetçileri sokağa indi kendi göbeklerini kendileri kesmeye mahallelerini, sokaklarını, kentlerini korumaya kalktılar.
Basına yansıyan son haberlere göre isyanın dördüncü gününde polis ile protestocular arasında yaşanan kovalamaca esnasında bir kişi hayatını kaybetti.
Şu ana kadar çatışmaların mal kaybına sebep olsa da büyük bir can kaybına yol açmaması sevindiricidir ve lakin bu böyle gitmeyebilir.
Malını, mülkünü ve hatta canını tehlikede gören insanların öfkesi sokağa taşarsa çatışmalar tam bir katliama da dönüşebilir.
Görünen o ki farklı kültürlerden gelen kişilerin bir arada yaşaması özellikle de geri kalmış toplumlara mensup kişilerin gelişmiş bir topluma entegrasyonu hiç de öyle anlatıldığı gibi kolay bir iş değil.
Özellikle nüfus dengeleri gözetilmeden izin verilen göç hareketleri göçmenlerin kendi kimlik ve kültürlerini yaşatmaya çalıştığı gettolara yol açıyor. Bu gettolarda yetişen yeni nesiller iki dünya arasında sıkışmış ve son derecede öfkeli gençler ortaya çıkarıyor ve bunlar hızla radikalleşebiliyor.
Öfke ve umutsuzluğun genç insanları hızla radikalleşmeye yönlendirmesi aslında çok beklenen bir durumdur bir de üstüne üstlük bu öfkeyi kullanmak isteyen bazı radikal örgütler ile iç ya da dış güçler de piyasadaysa işlerin rayından çıkması an meselesidir.
Özellikle göçmen karşıtı radikal ırkçı örgütler için bu tip ortamlar son derecede verimli bir iklim yaratmaktadır.
Fransa’da radikalizmin yükselmesi ve Le Pen gibi birinin iktidara gelmesi artık çok büyük bir olasılıktır ve daha da kötüsü bu dalga hızla tüm Avrupa yarımadasını da saracaktır.
Peki, kim haklı kim haksız?
Bana göre haksız olanlar öncelikle göçmenlerdir!
Bunlar yaşadıkları ülkeyi beğenmedikleri, yaşamaya, üretmeye elverişli bulmadıkları için yaşam biçimi modern ve refah seviyesi yüksek olan gelişmiş ülkelere göç etmeye çalışmaktadırlar.
İşin normali bunların yaşadıkları ülkeyi terk etmek yerine kalıp ülkelerini, kültürlerini ve yaşam biçimlerini değiştirmeye çalışmaları değil midir?
Oysa onlar ülkelerini terk etmekte fakat ülkelerini terk etmelerine neden olan kültür, gelenek ve göreneklerini terk etmeye yanaşmamaktadırlar. Daha da kötüsü gittikleri ülkeye meydan okuyup kendi arkaik düzenlerini o ülkelerde de sürdürmek ve hatta o ülkelere de dayatmak istemekte ve değişime direnmektedirler.
Peki, nesiller boyunca acı çekilerek, emek ve çaba harcanarak erişilmiş çağdaş yaşamın ve refah toplumunun göçmenler tarafından baltalanmasına kim neden izin versin?
Bir refah toplumu kendi değerlerine saldıran göçmenler ile refahını niye paylaşsın?
Elbette bu olmuyor ve sonuçta bir çatışma ortamı doğuyor. Açıkça söylemek gerekirse göçmenler bu tavırlarını sürdürürlerse ortamın çok daha sertleşebileceğini düşünmekteyim.
Gelelim Türkiye’ye; biz yüz yıldır çağdaş uygarlık seviyesini yakalamak, modern bir refah toplumuna dönüşmek için çok acı çektik, çok çabaladık.
Şimdi geri kalmış ülkelerden gelen eğitimsiz, vasıfsız ve saldırgan eğilim, inanç ve ideolojilere sahip milyonlarca göçmen ülkemize doldurulmuş durumda.
Demedi demeyin durum ağzına kadar dolu bir barut deposunda sigara içmeye benziyor bir kıvılcım ortalığı anında darmaduman edebilir.
Türkiye’nin Fransa’nın yaşadıklarından ders çıkarması ve bu milyonlarca göçmeni bir an önce memleketlerine göndermesi gerekmektedir yoksa her şey için çok geç olacak!