Veryansın tv’den Nihat Genç’in yazısı…
Bir gün önce Kılıçdaroğlu’na mucizevi muhteşem gibi övgüler düzenler bir gün sonra küfretmeye (mesela Tele 1, Sözcü..) başladılar!
Bir gün önce AKP’ye ağır sözler söyleyenler bir gün sonra (mesela Karar Gazetesi) övgüler düzmeye başladı!
Bir seçim arifesi ve sonrasını yaşadık, iktidar-muhalefet ekranda ve yazılı basında binlerce yazarı bir daha test ettik!
‘Allah Allah…’ deyip millete gaz verip yalın kılıç hücuma geçerlerken sorun yoktu, heyhat, bataklığa saplanıp .öt üstü düştüklerinde anında komutanları satmaya harcamaya başladılar!
Bastılar gaza verdiler coşkuyu ve duvara toslayınca, anında çark edip, suçu yine liderliğe yıktılar!
Tarihte lejyoner de denilen paralı askerlik vardır, parayı kim verirse onun adına kılıç sallarlar ve en ünlüsü Hindistan’da İngilizlerin Doğu Hindistan Şirketi’ne ‘asker yazılan’ sepoy’lardır!
Yazarlar aydınlar akademisyenler paralı asker lejyoner, sepoy olamaz!
Sepoyların ağzının içine bakan millete de ‘sömürge’ denir!
Yazarlık, savaşta barışta, yangında, felakette, kriz anlarında, çıkmaz sokaklarda, kilitlenmiş politik arenada, kafa karışıklığı ve çaresiz anlarda ülkesi ve insanlık değerleri ve hukuk ve bağımsızlık vs adına siyasi, felsefi, sosyoloji ve tecrübesi ve sağduyuyla kimsenin adamı ve tarafı olmadan vicdanının kalemiyle cesurca yazabilmek demektir!
Cumhuriyet Gazetesi’nden Barış Doster ve Zülal Kalkandelen ve Yeniçağ’dan Arslan Bulut ağır mahalle baskısı ve sıkıştırılmışlıklarına rağmen dil ucuyla olsun sepoy taburlarına katılmadılar, fazla isim veremiyoruz, sayıları bir elin parmakları kadar değiller, direnenlerin oranı maalesef binde bir dahi değil!
Hiç kuşkunuz olmasın birkaç güne kalmaz sepoyların ellerine yeni bir hikaye (yol haritası) tutuştururlar ve aynı sepoylar kaldıkları yerden yeniden kendi devletine ve milletine ve insanlık değerlerine karşı yine bodoslama duvara karşı hücuma geçerler!
Herkesi hukuk önünde eşitleyen Cumhuriyet ve insanlık değerlerini savunmak her yazarın asli ve ilk görevidir!
Kafayı dağıtacak yalpalayacak şaşıracak yolunu kaybedecek kadar karışık bir şey değil, yazarlığın asli vazifesi: çok basit, toprak bütünlüğünü savunmak zorundasınız. Hepimizi bir arada tutan anayasanın giriş maddelerini savunmak zorundasınız ve hukuk ve eşitlik ve insan hakları değerlerini savunmak zorundasınız. Kimse ve hiçbir grup mezhep etnik yapı imtiyazlı değildir! Ve ülkeyi bölmek ya da soymak isteyen tarikatlar etnik yapılar ve padişahın kayırdığı sınıflara karşı asla taviz vermemelisiniz!
Pergelin ayağını bu olmazsa asla olmaz temel değerlerde tuttuktan sonra bir yazar olarak istediğiniz fikri yazın çizin istediğin fantastik renkli marjinal hatta sapkın fikirleri savunmakta serbestsin!
Yani kafayı kıracak kadar zor bir matematik sorusu değil bu!
Dünya üzerinde yaşayan her insanın asli görevidir ülkesini milli düşmanlara karşı korumak ve insanlık değerlerini savunmak!
İktidarı alalım da nasıl olursa olsun alalım, diyemeyiz. Çünkü milli düşmanlarla iktidar alınamaz. Bir insan kafayı bu kadar kırar mı? Hem Cumhuriyet’i savunup hem tarikatçı partilerle iş tutuyorsun hem vahşi terör örgütleriyle ortaklık yapıyorsun hem CIA organizasyonu Fetö’yle berabersin! Hem de dilinizde barış demokrasi lafları, olamaz, ama oldu, maşallah hepsi dünya fikir mimari oluverdi!
Her biri Aristo oldu Sokrates oldu Niçe oldu, bize ve millete akıl fikirler verdiler, yüzde yüz garantili öngörülerde bulundular. Gerçek’i ve ihaneti kasıtla maskelediler, yani acımasız gerçek, silah yok, mühimmat yok, askerin ayağında çizme çantasında tek öğünlük yiyecek ve teşkilat yok, sorgusuz sualsiz tartışmasız takıldılar bir alametin peşine, istisnasız alayı kılıçtan geçirildi ve imha edildiler!
Dalkavukluk soytarılık yalakalık, yanlarında az kalır!
Öyle bir gaza bastılar ki aptallıklarını düşünecek zamanları hiç olmadı ve Cumhuriyetçi seçmenleri neden milli düşman ihanet odaklarının ve tarikatların ve terör örgütlerinin suç’una ortak ediyoruz, diye hiç düşünmediler, ki, yazarlık herhalde biraz ‘düşünce’dir! Yalnız ‘askerlik’te düşünce yoktur, emir-komuta vardır!
Büyük sorumuz da burada, komuta kademesini ve komutanlarını hiç tanımayan karargahı tayin eden ve Altılı Masa gibi, CHP artı HDP eşittir seçim zaferi hücum, diye, haritaları ellerine tutuşturan kimlerdir hiç dert etmeyen ‘askerler’!
Hakikat şu ki, komuta kadrosu gibi bu yazarlar da ‘elenip’ ‘seçilip’ ‘denenip’ ‘kıvama getirilip’ bu ihanet ortaklığı için kullanışlı bulunup tayinle kasıtla mallarını bilerek o köşelere tayin edildiler!
Yani komuta kademesini ve yol haritasını ve bu ‘yazar kadrosunu’ seçip önünüze koyan birileri var, bir tasarı merkezi, bir gizemli derin güç?
Bu tasarı merkezi sizden düşünce fikir sorgulama hiç istemiyor, bu tasarı merkezi sizden ‘asker’ istiyor! Verilen talimatlara harfiyen köpek gibi tıpış tıpış uymanızı bekliyor!
Sabah yürüyüşlerimde bir parkın içinden geçiyorum, şöyle bir sahneyi her sabah defalarca görüyorum, adam tenis topunu uzağa atıyor ve köpeği de koşup alıp getiriyor!
Ancak dün sabah bir gariplik oldu, adam tenis topunu attı ama köpeği gidip getirmedi, baktım köpeğe, terli ve çok yorgun, adama döndüm, -köpek çok yoruldu, biraz ara verip dinlendirsen, dedim.
Adam, gülerek bilmiş bilmiş, yorgun evet ama o dayanamaz, tenis topu atılınca yine koşar getirir!
Şimdi, İmamoğlu tayfası tenis topunu atmak için gün bekliyor, ancak bizimkiler de salyalı dilleri sarkmış hırlaya hırlaya soluyorlar ve ama doğaları gereği birkaç gün dinlenip yine o tenis topunu koşup getirirler. Bence de koşun koşun bacaklarınız açılır!
Ve sayelerinde Cumhuriyet tarihinde ilk defa mecliste ‘sağcı ve tarikatçılar’ çoğunluğunu anayasayı değiştirecek kadar ele geçirdiler!
Üstelik perişan seçim yenilgisiyle iktidar muhalefeti ‘ehlileştirdi’, dizginleri eline aldı ve hayatlarında görmedikleri altın çağlarını başlattılar!
Sünepelerin eleştiri dahi yapamayan sessizlikleri aslında top yekün bir ‘teslim bayrağı’!
CHP’nin meclise soktuğu Deva ve Gelecek önce birlikte ‘grup kurmaya’ sonra da anayasa değişikliğine sıcak olumlu baktığını deklare ediverdi, olacağı da buydu!
Yarın, iktidar ve CHP’nin soktuğu bu sağcılar, birlikte, Anayasa’dan Türk Milleti’ni kaldırırsa ya da tarikatlara meşruiyet veren ya da HDP’nin iştahını açıp AKP’ye yanaştıracak değişikliklerle geldiğinde ne yapacaksınız!
Çünkü CHP’nin bu iblisler ittifakına karşı duracak sayısal gücü yok, ve, olanlar da, mesela Taraf yazarı PKK destekçisi CHP birinci sınıf vekili Yüksel Taşkın mı, karşı çıkacak!
CHP artı HDP eşittir kesin iktidar formülü seçimde Altılı masanın sağcı tarikatçı ortakları artı AKP eşittir Anayasa’yı değiştirme yenilgisine dönüşüverdi!
Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını muhalefet dengesiyle elinizde tuttuğunuz ipleri sonunda on yıllardır anayasayı değiştirmek için tetikte bekleyen sağcı tarikatçı yapıların eline teslim ettiniz!
Artık ‘demokrasi’ sınırları içinde yapılabilecek bir şey kalmadı!
Anayasa değişikliğine karşı meclise önüne milyonlar yığılmadan…
Kim yığacak, ve gaz bombaları, tutuklamalar, artık Türk Milleti’nin milli iradesi ve egemenliğini anayasadan çıkartılıyor, kim karşı çıkacak, yenilmiş satılmış kimsenin güven duymadığı bu ‘medya düzeniyle mi?’
Kabus yani milli felaket sayelerinde kapıya dayanmıştır!
Asıl suçlu, ne tezgahla başa geçirilmiş komuta kadrosu ne de sorgusuz sualsiz bu tezgaha paralı askerlik yapan Cumhuriyet, Sözcü, Tele 1, Halk TV vb. satılmış yazar kadrosudur!
Asıl suçlu, bunları her gün okuyup alkışlayan Cumhuriyetçi seçmen’dir!
Vatanını seven insanlık değerleri gibi endişeler duyan bir insan, sağı solu okur, inceler, tartar.
Yani, önlerine koyulan ihanet listelerine karşı gelir, itiraz eder, isyan eder, delilenir, yırtınır, kendini parçalar, boykot eder, izlenme ve okunma oranlarını düşürür, protesto eder, insan olan, bağımsız varlığını ona buna kul köle köpek yapanlara karşı insan onurunu ve gururunu yem kurban etmez!
Anayasa değişikliği kapıda, peki şimdi ne yapacaksınız?
Cahil cühela bilmiş küstah heriflerin peşinde sürüklenecek kadar aciz insanlar anayasa değişikliği karşısında meydan okuma cesaret gösterebilir mi?
Kendine değer vermeyip onun bunun kumpasına alet olabilen bir insan vatanını savunabilir mi?
Bu çürük kokmuş yazarlar ve medya sayesinde o meclisin önünde on-onbeş kişi toplayamazsınız!
Cumhuriyet elden gidiyor dediğinizde kitleler kime güvenecek, hangi partiye hangi yazar’a?
Siyaset düzeni neyse medyanın düzeni de odur, bu medya düzeni, işte sizi Cumhuriyet’in tereyağından kıl çeker gibi elinizden alınması için ‘kurulmuştur’!
Bağımsız yazarlar kovulmuş, kalanları mahalle baskısıyla susturulmuş!
Bir bakmadınız Habertürk’ün CNN’in Halk TV’nin Sözcü’nün sahipleri kimdir?
Gaza getirilip coşturulduğunuz ve kutuplaştırıldığınız ve linç cellatlarına dönüştürüldüğünüz o sosyal medyaların sahipleri iplerini tutan kimlerdir?
Cumhuriyet düşmanlarıdır!
İçinde yaşadığınız dünyanın bütün güzelliklerini, eleştiri, ifade özgürlüğü, sanat, bilim, seçim, vs. hepsini var eden güç ‘bağımsız yazarlar ve bilim adamlarıdır’!
Bağımsız yazarlar olmadan medya olmaz, sanat olmaz, bağımsız yazarlar olmadan bir ülkeniz hukukunuz olamaz!
Sürüden ‘millet’ çıkmaz, sürüden ‘irade’ çıkmaz!
Cafcaflı demokrasi barış hukuk laflarını sabah akşam etmek çok kolay, kalemin namusuna, işsiz kalmayı, yok olmayı, bedel ödemeyi, marjinalize edilmeyi, şöhret ve ekran imkanlarından olmayı, maaştan uzak kalmayı, göze alamazlar!
Bir yazar olarak bu topraklarda edindiğim en büyük tecrübe budur, okuyucu ‘yazar’ nedir ne işe yarar, bilmiyor? Kullandığın cümleleri kelimeleri tasviri anlatımı tanımıyor! Uçağa binip o uçağın motoru nasıl çalışır, mühendisi kimdir, hiç merak etmediği gibi.
Oysa ‘yazı’nın kendisi yazarın namusunu kalibresini derinliğini tıynetini ortaya koyar!
Ve mesela, bir hikaye sizi içine alır, uçurur, yazı boyunca kendinizi varlığınızı unutursunuz, sizi bambaşka alemlere sokar, iştahla yenilen leziz bir yemek ya da hayranlıkla seyrettiğiniz ve zamanın nasıl geçtiğini bilmediğiniz manzara gibi…
Bir de paralı askerlere bakalım, kaç kelimeyle yazıyorlar, niye tekrar tekrar aynı cümleleri kuruyorlar, neden kuru ve yavanlar, neden harcıalem ve beylik kelimeler kullanıyorlar, vs. neden?
Çünkü ‘eser’ sahibi değiller, mesleklerinde yetkin ve derin hiç değiller, çünkü ‘kafa yormamışlar’, çünkü bir benzeri olmayan ifadelerin hikayelerin içine düşmemişler, yani, yazarlığı ‘kolay’ sanmışlar!
İnsanların içine girmek kolay, değildir!
İnsanların vicdanına girmek kolay, değildir!
İnsanların kanaatlerini değiştirmek kolay değildir!
‘Eser’ denilen şeyin ustalığı yani ‘bir büyüsü’ ‘sırrı’ vardır!
Sırrı, aşk halleri içinde yazabilmektir!
Aşk, alınıp satılamaz, aşk kolay ucuz bedelsiz elde edilemez!
Aşk olmadan ‘insan’ olunamaz!
Aşk’ın kelimeden heykelden sanattan şarkıdan bilimden ışıldayıp insanın içine giren delici ve keskin ışıktan bir bıçağı vardır!
O ışık bıçağını elde edebilmek için…
Kardeşlerim, anadan babadan yardan, maaştan, imkandan, dünyadan, serden vazgeçmeyi göze almalısınız!
Tükürdüğünü yalayan bugün yazdıklarını ertesi gün inkar eden üç-beş cümleyi çoluk çocuk herkes kurabilir!
Aşk’la sahip olduğunuz ustalığı sizin elinizden kimse alamaz!
Aşk’la sahip olunan büyülü yetenekleri bir patronun eşin dostun bir parti liderinin emrine isteseniz de kurban edemezsiniz!
Bağımsızlığın, erdemin, onurun, fiyatı yoktur, kanla, gözyaşıyla, on yılların yalnızlığıyla, açlıkla, ve yok olmak hiç olmak’ın hesaplaşmasının maddi karşılığı yoktur!
Sadece, yukarda Allah, ayaklarının altında seni özgür bağımsız konuşturan vatan toprakları Cumhuriyet vardır ve hikayenizde varoluşunuz adına içinizde teslim olmayan bir ses vardır!
İçinizdeki o ses niçin susmuyor, niçin pes edip teslim olmuyor, niçin her türlü linçi hakareti iftirayı bedeli göze alabiliyor!
O ses, neyse, ‘satın alınamaz’!
Gördüğünüz hayran kaldığınız medeniyeti var eden bütün sanat eserlerinin derininde işte kendine güvenen kendiyle savaşan kendini deli eden, o ses, vardır!
Nurların nuru, mücevherlerin mücevheri, dünyanın en değerli şeyi ve dünyaya gelme sebebimiz, o ses’i tanıyıp tanıyamama, o sesin çizgilerini kelimelerini çığlığını ormanını çiçeklerini huzurunu bulabilme?
İnsanı yazar yazarı ‘eser’ sahibi yapan, içinizdeki o ses yoksa, bağımsız bir varlığınız bağımsız bir ülkeniz bağımsız bir Cumhuriyet’iniz olamaz!
Sonsuz yıldızların altında hesap verdiğiniz içinizdeki o sese ve o sesi size öğreten eğilmemiş bükülmemiş bilgelere karşı kutsal bir saygınlığımız yoksa siz ebedi bir uykudasınız!
Ya bu dünyaya hiç gelmemişsiniz, ya da ağalar çiftçiler köylerini temiz tutsunlar diye sizleri tavuk ördek domuz gibi çöpçülük yapmanız için yetiştirmişler!
Satın alınabilen kölelerle bağımsız yazarları bu kadar karıştırırsanız bağımsız bir kimliğiniz ve bir ülkeniz olamaz!
Hallacı Mansur bir Türk, ve eski Türk inancında ‘Tanrı’nın içimizde’ olduğuna inanılırdı, anlamadılar ve kendini Tanrı ilan ediyor diye Hallacı Mansur’un derisini yüzdüler!
Cesaretse işte Hallacı Mansur, cesaret, Tanrı içimde dediği için yakıldı, ve ne oldu, kitleler yine saltanatların padişahların yobazların peşinden asırlarca köleler gibi koştu, yani siyaseten değişen bir şey olmadı!
Ama her çağda işte ‘insan’ türü sanatçısı yazarı bilimadamı ve dervişiyle insan evladı kendini birkaç nadir örnekte gösterir, tercih size kalmış!
Siyaseten size bir faydası olacağını da sanmıyorum ve ama durduramıyorum içimdeki sesi, Mansur gibi Tanrı içimde diyorum, yani, beni insan ve özgür ve eyvallahsız konuşturan içimdeki sesten başka feriştahı tanımam!
İçinizde serden yardan vazgeçebilecek yeri göğü yüksek bir meydan okumayla titretecek o sesin tınısından hiç yoksa, boşuna bu satırları okumayın, boşuna kendinize Cumhuriyetçi demeyin, boşuna seçimi kim kazandı kim kimin adamıymış dedikodularıyla bizleri oyalamayın!
Satın alınamaz kumaştan siyasileriniz yazarlarınız hiç yoksa ve siz de maldan hiç anlamıyorsanız, boşunuza çenenizi yormayın, çünkü işgalciler, satın alınabilecek ‘malları’ sizden iyi tanır!