“TÜRK-İSLAM SENTEZİ” VE GARİP YAKIŞTIRMALAR
Prof.Dr.Mustafa E. ERKAL
Konuları incelemeden, bilgi sahibi olmadan yeni ve önemli bir şey keşfetmiş gibi Türk-İslam sentezi üzerine abanıp kalem oynatanlar çoktur. Aydınlar Ocağı gibi etkili bir kuruluşu sözde yıpratmayı amaçlayan, ciddi gözüken ama aslında ciddiyetten uzak sözde aydınlar gördük. Bir ara Bodrum’da yapılan ve bizimle ilgisi olmayan bir aydınlar toplantısını bize mal eden kalın kitaplarıyla tanınmış bir yazar vardı. Genel başkanlarımızdan rahmetli Prof.Dr.Süleyman Yalçın ile Prof.Dr.Aydın Yalçın’ı birbirine karıştırmıştı. Maalesef bu gibi örnekler çoktur. Bunlardan bilgi sahibi olanlarımıza doğrusu yazık oluyor. Bir kötü alışkanlığımız da yakıştırmalara dayalı peşin suçlama, aşağılama ve haksız etiketlemedir.
Bir kere bu sentez fikri 12 Eylül 1980 döneminin ürünü değildir. Efendim 12 Eylül paşaları Aydınlar Ocağı’nın yayınlarını okumuşlar, etkilenmişler ve hemen uygulamaya girmişler! Hayret doğrusu… Bu paşalar liseyi yeni bitiren gençler değildi. 12 Eylül’de faaliyetleri durdurulan dernekler arasında Aydınlar Ocağı da vardı. 12 Eylül generallerinden en büyük zararı parti olarak MHP ve Türk milliyetçileri, ülkücü gençler görmüştür. Yapılan işkencenin ve hakaretin sınırı olmamıştır. İdam edilecek aşırı sol militanlara eşit sayıda ülkücü asmayı tarafsızlık saymışlardır. Böyle garip bir tarafsızlık uğruna çok yanlışlar yapılmıştır.
Bizim “Türk-İslam ülküsü”, “Türk-İslam kültürü” olarak ifade etmeyi daha uygun bulduğumuz kavramın ortaya çıkış tarihi 12 Eylül 1980 darbesinden çok öncedir. Siyasi bakımdan bu kavramın ortaya çıkışına ortam hazırlayan Adana’da yapılan CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) kongresidir. Bu kongrede kültürümüzün iki temel unsuru esas alınmış, gereksiz tartışmalar önlenmiş, temel kültür özelliğimiz Türk’lüğe ve Türk üslubu içinde İslam’ı yaşamaya bağlanmıştır. Gençlik ve parti amblemleri değiştirilmiş ve günümüze kadar kullanılmıştır. Parti amblemi üç hilal, gençlik amblemi de hilalli bozkurt olmuştur. 1965 Genel Seçimleri sonrasında yapılan kongrede ele alınmıştır. Bu iki temel kavramın birbirine rakip olmadıkları, ancak birbirlerini tamamladıkları kabul görmüştür.
Daima saygı ve rahmetle andığım güzel intibalara ve milli hassasiyet örneklerine şahit olduğum rahmetli Prof.Dr.İbrahim Kafesoğlu Türk Milli Kültürü kitabının özeti niteliğinde bir kitap hazırlığı yapar. Bu kitaba da özet olarak “Türk Medeniyet Tarihi Üzerine” ismini koymaya hazırlanır. Rahmetli Kafesoğlu 1984 yılının Ağustos’unda Allah’ın rahmetine kavuşur. Kendisini saygı ve rahmetle anarım. Nur içinde yatsın. Bu kitaba daha sonra yönetimce yeterince görüşülmeden Türk-İslam Sentezi ismi konur. Özal döneminin siyasi şartları da buna uygundur.
Ancak bir fikri hazırlık yapıyorsanız ve hele yeni bir kavramı bir fikir ve düşünce kuruluşu olarak ortaya koyuyorsanız; bunun altına fikirle doldurmak zorundasınız. Bunun başka bir çözümü olmaz. Kalan boşluk herkesin istediği yönde konunun bir tarafa çekilmesine sebep olmuştur.
Kavram bazı belirsizlikler taşıdığı için önüne gelen herkes kendi açısından konuyu oraya buraya çekiştirmiş ve yakıştırmalara göre üstelik Aydınlar Ocağı’nı suçlar şekilde kavramı canının istediği gibi kullanır hale gelmiştir.
Aydınlar Ocağı basit bir genelleme içine sokulamaz. Bir çok sağ kuruluştan farklı ve tüzüğünde bazı sağ kuruluşların açık veya gizli maalesef rahatsız oldukları Türk milliyetçiliği çizgisinde olan yerli ve milli bir kuruluştur. Devletimizin kurucu iradesine ve felsefesine bağlı, Cumhuriyetle ve milli kimlikle kavgalı olmayan kuruluşumuzu artık bazılarından ayırmak gerekir. Çarpık zihniyetle yetişmiş bize yabancı yazarların etkisinde kalıp başkaları adına kendi devletiyle maalesef kavgalı olanların Aydınlar Ocağı’nın faaliyetlerinden memnun olmamaları yadırganacak bir şey değildir. Bilhassa 1988 sonrası Aydınlar Ocağı’na saldırmak için hep fırsat aranmış; ancak fazla fırsat da ortaya çıkmamıştır. Görülmüştür ki; Aydınlar Ocağı mensupları milliyetine, milli kimliğine hassasiyetle bağlı olduğu kadar mensup olduğu din dairesinin de farkındadır. Milliyet ve mensup olunan din dairesi birbirine rakip de değildir. Bunlar ayrı şeylerdir. Bizler her iki mensubiyetten de şeref duyarız. Bir ara orada burada milliyetçiler Aydınlar Ocağı’nı ele geçirdi diye ortalığı karıştırmak isteyenler, bu değerli Ocağın çoğu Allah’ın rahmetine kavuşmuş kurucularını acaba milliyetsiz olarak mı kabul etmişlerdi, bilemiyoruz.
Türk milliyetçileri 19 ve 20. Yüzyıllarda önlerine çıkarılan iki tehlike ile mücadele etme zorunda bırakılmışlardır. Bunlardan birisi çok değişik ülke ve kanallardan beslenen komünist hareketlerdir. Diğeri ise; Müslümanı Müslümana yabancılaştırma ve ötekileştirme amacı güden siyasal İslam’la mücadeledir. Siyasal İslam Müslüman kardeşler grubunca savunulan ve Seyyit Kutub’un fikir babası olduğu bir akımdır. Milliyetçiliği ve vatan fikrini reddeden, milliyetçiliği ırkçılıkla bir gören bu düşünür, milliyetçiliği ideoloji kapsamında görmüştür. Oysa milliyetçilik milletten millete ve milli devletten milli devlete değişebilen, bir donmuş teori ve ideoloji değil; milli menfaatlere göre var olma mücadelesi olarak sürdürülen bir pratiğin adıdır. Her şeyden evvel Türk Milletinin kültürden iktisada ve çevreye bakışa, sanat anlayışına kadar bir tavır alışlar bütünüdür. Milliyetçilik ve vatan sevgisi gibi mukaddes değerler cahiliye devrinden kalma değil; tam tersine toplumların aydınlanma derecesine göre doğmuştur. Dün ve bugün tarih göstermiştir ki, vatan ve milliyetçilik duygu ve düşüncesini ihmal eden ülkeler, bunun tersini hisseden ve buna göre politika oluşturanların daima avı olmuşlardır. Aşırı solun teorik olarak reddettiklerine zamanla siyasal İslamcıların sarıldıkları görülmektedir. Yaşadığımız çağ milliyetçilik değerlerinin ve düşüncesinin yükseldiği bir çağdır.
Bu bakımdan, Türk milliyetçileri İslam ümmetine mensubiyete değil; siyasal İslam adı altında bayraksız, vatansız, milli kimliksiz, milli sınırları dışlayan, devletsiz bir ütopyaya karşıdırlar. Güneyimizdeki bazı ülkelerin yazarlarının dolduruşlarına gelme yanlışına da düşmezler. Bu gibi fikirlerin örtüsü kaldırıldığında alttan emperyal, sömürgeci devletlerin resmi çıkar.
Siyasal İslam’a bağlı kalanlar sağın bazı milliyetsiz ve vatansız kesimidir. Bunlar dünün yeşil kuşak hareketine de diğer tezgahlara da gelebilirler ve kolaylıkla kullanılabilirler. Aydınlar Ocağı bu fikirlere tamamen karşı ve dernek tüzüğünde Türk milliyetçiliğine hizmet ifadesi geçen bir milli ve yerli kuruluştur. Bu bakımdan aydedeyi taşlar gibi Aydınlar Ocağı’na saldıranlar ve Türk-İslam sentezini yeşil kuşak hareketine bağlı sözde bir taktik olarak görenler, Aydınlar Ocağı’nın ülke ve millet menfaatine, milliyetçi çizgideki faaliyetlerinden ancak rahatsız olanlar olabilir. Aslında bunlar dün Milli Mücadeleyi de içlerine sindiremeyen ve Milli Mücadele’nin tacı olan Cumhuriyetten de rahatsız olanlardır.
Bize göre, Türk-İslam ülküsü milli kimliğimizde ve milli kültürümüzü oluşturan temel unsurları belirler. Efendim bunlardan hangisi tez, hangisi antitez ki sonuçta ortaya bir sentez çıkmıştır şeklinde diyalektik bir yaklaşımla konuyu ele alan bazı Marksistler varsın bu sentezi çözmeye devam etsinler. Bunları anlarız ancak milli ve manevi değerlere bağlı gözüküp İslam’la bağdaşmayan bazı sağcıların Türk düşmanlığını anlamakta zorlanırız. Biz Türk-İslam ülküsünden kendini Türk olarak hissetme, Türk milletine ait hissetmek, Türk kültürünü yaşamak, Türk milletine has bir üslup içinde İslam’ı yaşamak olarak anlarız. Bu İslam da Kur’an İslam’ıdır. Yeşil kuşak hareketine alet olanlar arasında çok değişik sağ gruplardan destekleyenler olmuş olabilir. Hedef Sovyetler Birliği’nin yayılma stratejisinden başkaları adına rahatsız olmaktır. Türk aydınları ve gençliğimiz kullanılan bu sağcıların dışında bulunanlarca Sovyetlerin yayılmacı ve istilacı politikalarıyla mücadeleyi yeşil kuşak patronları adına değil; Türk milleti ve Türklük adına yapmışlardır. Bunlar kimseye alet olmamış ve yabancılar tarafından kullanılmamışlardır.