yıllardır ilmek ilmek işlenen Araplaştırma politikasındaki
acı tabloyu şu sözlerle özetliyor:
“Köklü bir kültürü olan Farslar Arap değildir…
Araplaştı,
Pakistanlılar Afganlar Arap değildir…
Araplaştı,
Iraklılar Arap değil Sümerlerin, Akadların, Babillilerin, Asurların, torunlarıdır…
Araplaştı,
Suriyeliler Arap değil Süryanidir…
Araplaştı,
Mısırlılar Arap değil Antik Mısır medeniyetinin mirasçılarıdır,
Araplaştılar,
Kürtler Arap değildir…
Araplaştı,
Savaşçı Çeçenler Arap değildir…
Araplaştılar,
Tunus Arap değil Kartacalı Anibal’in torunlarıdır…
Araplaştılar,
Cezayirliler, Libyalılar, Faslılar, Arap değildir Tuareg ya da Berberidir…
Araplaştılar,
Lübnanlılar Arap değil tarihin gördüğü en iyi denizciler olan Fenikelilerin torunlarıdır…
Araplaştılar,
Boşnaklar Arap değildir islamı kabul etmiş Sırplardır,
Araplaştılar,
Osmanlılar Arap değildir…
Araplaştılar,
Türkler Arap değildir Atatürk özüne döndürdü ancak hızla
Araplaşıyorlar…”
Türk evladına ne olduğunu bile bilmeden verilen Arap isimleri,
Arap kültürü ve geleneklerini din diye öğretmeleri,
Türk kültürüne,
Türk bilincine saldırmaları
Türk insanını tamamen Araplaştırmak için…
Son darbeyi de akın akın ülkeye giren Arap nüfusu ile vurmak hedef.
Yıllardır mücadele edilen Türklük bilincini tamamen yerle bir etmek adına
Araplaştırma çalışmaları tam karşılığını vermediği için
milyonlarca Suriyeli, Afganistanlıyı, Pakistanlıyı ve benzeri
Araplaşmış kitleleri, Türk milletinin içine soktular.
Kutsal Türk vatandaşlığını üç paralık ettiler.
Ülkeye etnik bir darbe vurdular.
Kaynaştırma “şirinliği” altında
Türk kültürünü, Türklük bilincini silmek için
Türk’ü de tamamen Araplaştırmak için uğraşıyorlar.
Arap zihniyetiyle, Arap hayranlığıyla hareket eden Türkler,
çoktandır peyda oldu.
Türklük onurundan mahrum olan ve
haddini aşarak “Türklük’ten istifa ettiğini” dile getiren zihniyet
bu ülkeye verilebilecek en büyük darbenin fitilini ateşlemektedir.
Gerçi sizin gibilerin Türklük onurundan ‘istifa’ etmesi
Türklük için bir şereftir…
10 bin yıllara dayanan köklü bir geleneğe
köklü bir soya bağlı olmak olabilecek en büyük onur olsa gerek.
Ancak din adı altında insanları Türklüğünden soğutuyorlar.
Türklük bilincinden uzaklaştırıyorlar.
Mesele asla din düşmanlığı değil.
İnsanlar dinini Türk olarak yaşamaya devam etmeli.
Hangisi dinin gereğidir, hangisi Arap geleneğidir bunun altı çizilmeli.
Evlatlarımıza bilip bilmeden Türk adı vermekten geri durmalıyız.
İlahiyatçı Yazar Cemil Kılıç, çocuklara Arapça isim verilmesi olayını şöyle anlatıyor:
“Bu kesinlikle asimilasyon politikasıdır.
İslam’ın Arap milliyetçiliğine alet edilmesidir.
Arap olmayan halkları İslam yoluyla Araplaştırma hareketinin
önemli ayaklarından birisidir bu adlar konusu.
Kur’an’ın hiçbir yerinde, Hz. Muhammed’in hadislerinin hiçbir yerinde
Arapça ad zorunluluğu diye bir şey söz konusu değil”
İşte gerçek bu, insanlar din adı altında Araplaştırılmak isteniyor.
İslam dini aslında bir Araplaştırma politikası olarak kullanılıyor.
Arap dili ‘Allah’ın dili’ ilan edilip onsuz ibadet yapılamayacağı dayatması dinleştirilmiştir.
Emevi krallığı, tüm İslam bilgi ve düşünce mirasını Araplaştıracak,
Arapların ve Arapça’nın üstünlüğünü dinleştirecek büyük bir operasyona girdi.
Arapça okuma-yazma bilmeyen tüm insanları ‘ümmi’ kabul edecek kadar zalimleşen bu anlayış,
Allah ile aldatan tezgahın Arapça takımı tarafından
fıkıh kitaplarında hala yaşatılmaktadır.
Bugünkü İslam bilgi mirasının, özellikle fıkıh ve
kelam (İslam teolojisi) kaynaklarının hemen her sayfası
bu yozlaştırma ve Araplaştırmanın ürünleriyle doludur.
Ve Kuran’ı değil de bu ürünleri din olarak kutsal tutmak isteyen zihniyetler,
akıl almaz oyunlar sergileyerek insanımızı aldatmakta ve sömürmektedir.
Osmanlı imparatorluğu da görünüşte Arapları yönetiminde tutması rağmen,
bu kutsallaştırılmış Arabizmin kültür hegemonyası altında,
farkında olmadan Arap esaretine girmiştir.
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Allah İle Aldatmak kitabında şöyle diyor:
“Arapça bilmeyenlerin Kuran’a el süremez hale gelmesi,
sömürücülerin din üzerinde kurdukları baskıyı kutsallaştırmış ve
Müslüman kitleyi onlara teslim olmaya mecbur ve mahkum etmiştir.
Din onların elinde, istediklerini istedikleri kalıba dökmek,
istediklerini almak, istediklerini engellemek için
kutsal-dokunulmaz bir araç olmuştur.”
Arap ırkının üstün ırk olduğuna inanmak,
Arap için her şeyin üstündedir.
Kendisi dışındakilere ‘acem’ yani ‘ötekiler-yabancılar’ der ve
onları ‘köleler veya azatlı köleler’ anlamındaki ‘mevali’ sıfatıyla anar.
Dine saygı ve bunun oluşturduğu duygusal zemini,
Arapların üstünlüğüne basamak yapan aldatma,
Arapları sevmenin bir din emri olduğunu da iddia etmiştir.
Türklerin Müslümanlığı kabul etmesi de
resmi tarihin taraflı olarak ele aldığı konulardan biridir.
Din ve milliyet çizgisinde oluşturulan resmi tarih,
genellikle “Türklük” ile “Müslümanlığı”
neredeyse eşanlamlı kavramlar olarak kullanma gafletine düşer.
Türkler ile Araplar arasındaki temas 600′lü yılların sonunda,
Dört Halife Dönemi’nin sonunda başlamıştır.
Türklerle Araplar Maveraünnehir’de yani bugünkü
Kazakistan, Özbekistan , Türkmenistan ve İran’a kadar yayılan bölgede karşılaşmışlardır.
Çatışmalar Horasan’da, Semerkand, Buhara gibi kentlerde odaklanmıştı.
Kuteybe Bin Müslim,
Yezid Bin Mühelleb,
Said Bin Haraşi,
Eşres Bin Abdullah,
Nasr Bin Seyyar gibi Horasan valileri,
binlerce Türk’ü öldürmüş Arap komutanlardı.
700′lü yıllarda Horasan, çok şiddetli savaşlara ve
aldatılarak teslim alınan Türklerin acımasızca kılıçtan geçirilmelerine tanık oldu.
Fakat bu savaşlara ve kanlı olaylara karşın, sözde resmi tarih,
Türklerin kendi özgür iradeleriyle
Müslümanlığa geçtiklerini savunma hatasında ısrar eder.
Türklerle Araplar arasındaki çatışmalar, çekişmeler,
savaşlar daha sonra da devam etmiş,
Araplar egemenliklerine aldıkları Türkleri, ordularında asker ve
komutan olarak kullanmaya başlamış ve
sonuç olarak Türkler Müslüman olmuşlardır.
Bunları daha önce de detaylı bir şekilde yazmıştım.
Türk egemenliği altında kaldığı sürece Arap,
Araplığını unutmamış ve yüzyıllar boyunca kendisine hükmeden Türkün
ne dilini, ne geleneklerini, ne kültürünü ve ne de niteliklerini almıştır.
İlhan Arsel, Arap milliyetçiliği ve Türkler kitabında şu ifadelere yer veriyor:
“Ve yine din ve dil öğesinin Araplık benliğini yaratan,
Arapları ulusal bir ruhta birleştiren değer olduğunu,
zira peygamberin dahi Arabi elin ve dil öğesiyle tanımladığını ve
zaten İslam dininin esas itibariyle Arabın kendi dini olduğunu ve
Araplar arasında ulusal birlik bilinci yarattığını ve yine
Arapçanın Araplar arasında ortak bir ruh sağlayacak
(hatta Arap olmayanı bile Arap yapacak) güç taşıdığını kabul etmişlerdir.”
Arap-Türk ilişkilerini yakından incelemiş yazarlarımızdan biri,
İsmail Hamî Danişmend, Türk Irkı Niçin Müslüman Olmuştur? adlı kitabının
Arap Irkı’nın Tarihî Türk Düşmanlığı başlıklı bölümünde şöyle der:
“…Arap menâbiinde ve bilhassa Tefsir ilminde,
Türkler insanlık düşmanı bir canavar sürüsü şeklinde tasvir edilmişler,
akıl ve iz’ana sığmayacak iftiralara uğramışlar ve
ezcümle yamyamlıkla itham edilmişlerdir.”
Doğrudur, yeryüzünde hiçbir ulus için Türkün aleyhinde olduğu kadar
yazı yazılmamış ve söz sarf edilmemiştir.
Tarihin en ünlü kişileri, hemen hemen söz birliği edercesine ve aynı tonlarda,
aynı duygularda, birbirleriyle yarış edercesine,
Türk’e karşı husumet kampanyası sürdürmüşlerdir.
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk Türklük bilincini yeniden alevlendirdi…
Şöyle diyor Gazi Paşa:
“Kaza ve Kader, Talih ve Tesadüf deyimleri Arapça’dır…
Türkleri ilgilendirmez”
Türk yarınınI kadere bağlamaz, bağlamamalı da
ve Türk, Arap milliyetçiliğine alet, oyuncak olmamalı.