Türkler; Asya, Avrupa, Afrika, Amerika olmak üzere
4 ana kıtaya yayılmış çok büyük ve köklü bir millettir.
Türklerin soy ağacının gövdesi bütün açıklığıyla belli iken
kökler üzerindeki derin araştırmalar sürmekte ve
Türk tarihi belgeli olarak M.Ö. 30 binlere kadar uzanmaktadır.
Dünyanın bilinen en eski uygarlığını kuran,
diğer uygarlıkların dip kültürünü oluşturan da Türklerdir.
Günümüzde dünya genelinde Türk olduğunu bilen yaklaşık
500 milyon insan yaşamaktadır.
Bütün Türk lehçelerini konuşan kişi sayısı ise
Türk olmayıp yabancı dil olarak Türkçe bilenlerle birlikte 750 milyon kişidir.
Milattan önceki Türkler, Ön Türkler tanımıyla ifade edilir.
Dil, kültür ve gen bilim aracılığıyla üç koldan yürütülen bu çalışmalar,
tarihin Türklerle başladığını açıkça göstermektedir.
Profesör Fritz Neumark‘ın
“Türkler pek farkında değil ama Avrupalılar şu gerçeğin farkındadır.
Tarihten Türkler çıkarılırsa ortada tarih diye bir şey kalmaz!”
sözleri dilbilim (filoloji), insanbilim (antropoloji),
kazıbilim (arkeoloji) ve gen bilim tarafından üst üste kanıtlanmaktadır.
Anadolu’daki genetik ilk Türk ise tam da
Gazi Mustafa Kemal Atatürk‘ün “Anadolu en az 7 bin yıllık Türk beşiğidir.”
sözünü doğrular biçimde 7.500 yaşındadır.
Bize öğretilmeye çalışılan tarihin dışında,
Batının, İstanbul tarihini hangi yıldan başlattığını araştırdığımızda
karşımıza ilginç bilgiler çıkıyor.
Batı dünyası, İstanbul gibi dünya cenneti bir coğrafyanın
kendi ataları tarafından M.Ö. 657 yılında keşfedildiğini ve
burada kurulan ilk medeniyetin bu tarihte başladığını iddia ediyor.
Halbuki, İstanbul’da bulunan Erenköy ve Fikirtepe yazıtları (Kitabeleri)
bu coğrafyada M.Ö. 2000 yılından beri bir
Ön Türk devletinin varlığını haber veriyor.
Kazılar sonucu yeni ortaya çıkacak bulgularla
bu tarihlerin çok daha eskiye gitmesi kaçınılmaz olacaktır.
İstanbul’un Ön-Türk tarihi ile bağlantılarını ise şu şekilde açıklıyor Haluk Tarcan:
“Bu bulgular arasında üzerinde OZ damgaları bulunan bir toprak kap bulunmuştur
tarihi 6 bin olarak verilmiştir.
İkinci yerleşim bölgesi, İstanbul’un Asya yakasındaki FİKİR TEPE höyüğüdür.
Buradaki buluntular arasında da üzerinde OQ damgaları bir öteki toprak kap bulunmuştur.
Her iki kabın tarihi, İstanbul Arkeoloji müzesi kataloğunda 6 bin olarak verilmiştir.
7750 ve 3432 Nu. İle müzeye kayıtlıdırlar…”
Bilindiği üzere ilk Türkler göçebe değil, tarımı bilen gelişmiş yerleşik bir medeniyetti.
Zamanla ortaya çıkan şartlar nedeniyle Türkler göçe hayat biçimini benimsedi.
Ortaçağ’ın sonuna kadar yayılmalar / toplu göç hareketleri
Türk kavimlerinin en karakteristik özelliklerindendir.
Anayurttan (Andronovo bölgesi) ilk göç hareketi
milâttan önce 1700’lü yıllarda Altay ve Tanrı Dağları’na olmuştur.
Milâttan önce 1300’lerde Kazakistan ve
Maveraünnehir’e doğru bir hareketlenme söz konusudur.
Milâttan önce 1100’lerde Çin’in kuzeyindeki
Kansu-Ordos bozkırlarına bir göç gerçekleşmiştir.
Don nehrine doğru yayılma hareketi milâttan önce 1500’lerde meydana geldi.
Aynı tarihlerde Baykal gölü civarına bir başka göç vardır.
Milâttan önce 1000’li yıllarda bir Türk grubu Kuzey Hindistan’a gitti.
Altaylar ve Sayan bölgesini terk eden bir başka kitle
Ural dağları ve Sibirya yöresine çekildi.
Milâttan önce 52’den sonra Chih-ch’i Hunları Ötüken bölgesinden
Batı Türkistan yöresine (Güney Kazakistan ve Fergana) geldiler.
Türkler’in kurduğu ilk devlet olan Hunlar’ın
ortaya çıkışının tarihi kesin şekilde belli olmamasına rağmen
efsanevî Çin kayıtlarına göre bu tarih milâttan önce 2255’lere kadar götürülebilir.
Batılı bilginlerin bütün iddialarının aksine bugün dünyada kullanılan alfabelerin
hepsinin temeli Türkler tarafından
18 bin yıl öncelerinden beri geliştirilen tamgalara dayanıyor.
Bugünkü Avrupa medeniyetini kuranların
yazı yazmasını bilen Türkler olduğu ispat edilmiş durumdadır.
Ön Türkler ile ilgili araştırmaları ile tanınan araştırmacı Kazım Mirşan şöyle diyor;
“Türklerin Avrupa’daki ayak izleri
Romanya’daki Attila hazinesi yazıtları,
Proto-Bulgar yazıtları,
Yunanistan’daki Attika yazıtları,
Sırbistan’daki Vinça-Tartaria yazıtları,
İtalya ve Avusturya’daki Etrüsk yazıtları,
Fransa’daki Glozel yazıtları,
Pra-Portekiz yazıtları,
Başkurdistan yazıtları ve
İskandinavya yazıtları ile ben
Türklerin Avrupa’da bıraktıkları ayak izlerini tanıtmış bulunuyorum.”
Dünya tarihi, Batılıların sömürgecilik döneminde, bilimsel araştırma merkezlerinden çok,
felsefe-tarih-edebiyatın fuslon halinde olduğu dönemde ve
“Asillerin toplantı ve eğlence salonlarında” sömürgeciliğin verdiği
üstünlük duygusuyla şekillenmiştir…
Bu dönemde, Antik-Grek eksen olarak alınmakta ve
buna Mısır uygarlığı ikinci bir hayranlık kaynağı olarak katılmaktaydı.
Günümüzde, Türk tarihi adı altında okutulan tarih,
Türklere “zavallılık timsali” olarak yakıştırılmış bir tarihtir.
Zor geçit veren, korkunç Orta Asya çöllerinde,
gökten zembille inmişçesine,
birden milattan önce 4. yüzyıllarda “göçebe sürüleri” belirir.
İşte bunlar, önemsiz göçebe kültürüyle evrensel uygarlıkta asla yeri olamayacak olan Türklerdir.
Göçebelik nedeniyle, iyi binici olduklarından
“Ancak savaş yapmasını, yakmasını, yıkmasını bilen tipik barbardırlar!..”
Avrupa, gölgesinden korktuğu Türk’ü böyle görmezden gelmeye, aşağılamaya çalışırken
özüne köküne sahip çıkması gereken Türk evlatları ise bunlardan bir haber yetişiyor.
Okullarda anlatılan tarih, kökünü görmezden gelen,
Türk’ü 1071’den sonra var olmuşçasına sadece
Selçuklu ve Osmanlı’dan ibaret gören saçma bir yapıya sahip.
İşte çocuklarımıza nesillerimize öğretilen Türklük bundan ibaret.
Türkmenistan sınırları içerisindeki Köpet Dağı eteklerindeki Anav bölgesinde yapılan
Anav kazı verilerine göre; Orta Asya’da
buğday tarımına MÖ 8.000‘lerde,
hayvan evcilleştirilmesine ise MÖ 6.000’li yıllarda başlanmıştır.
Bu nedenle de dünya üzerindeki yerleşik yaşamın ilk olarak
Anav’da yani Türk coğrafyasında başladığı tespit edilmiştir.
Amerikalı Jeolog Parhael PUMPELLY tarafından
Anav’ın kuzeyinde ve güneyinde yer alan
iki kurganda elde edilen verilerle doğrulanmış ve kanıtlanmıştır.
“Kurgan” geleneği sadece ve sadece Türklere özgü bir gelenektir.
Türkler dışındaki hiçbir halkın bu gelenekle ilgisi yoktur.
Anav’da gelişen Ön Türk kültürü Avrupa’nın doğusu ve
güneyine de yayılmış ve Ön Türkler
Balkanlar,
Batı Anadolu,
İtayla,
İspanya ve
Güney Fransa’ya kadar gelişmiş uygarlıklarını taşımışlardır.
Bu uygarlıklar;
Etrüsk,
Pelasg,
Trak,
Makedon,
Frig,
Truva,
Rae,
Ligur,
İber,
Aquit gibi uygarlıklardır.
Roma ve Eski Yunan uygarlıkları bu uygarlıklar üzerinde yükselmiş,
bu hakların kültürel ve teknik birikimleri Roma ve Eski Yunan uygarlıklarına aktarılmıştır.
Kuraklık sonucunda güneye göç eden Türkler ise
Çin‘de Sarı Irmak boyuna yerleşmişler ve buraya Ön Türk kültürünü taşımışlardır.
Ancak bu kültürü Çinliler sahiplenmek istemektedir.
Bugünkü Xian şehri bölgesinde gelişen bu uygarlığın insanlarının yazı yazmayı,
takvim kullanmayı, metalleri şekillendirmeyi ve
tekerlekli araç/kasnak gibi aletleri kullanmayı bildikleri, çanak çömlek yaptıkları,
pirinç yetiştirdikleri ve ipek ürettikleri ortaya çıkarılmıştır.
Prof. Dr. Reşat Genç‘e göre;
“Türk Uygarlığına ait eskizlerin bulunduğu Anav ve Kelteminar Kültürlerinin
Batı Asya’da bulunması, Türklerin eski yurdunun bu civarlar olduğunu ve
ilk Türklerin göçlerinin de Batı’dan Doğu’ya doğru yapıldığını gösterir.”
Öte yandan milattan önce 3 binli yıllara dayanan Afenesyova Kültürü
Altay Dağları‘ndan idil (Volga) Nehri’ne kadar uzanan geniş bozkırlara yayılmış
olan göçebe, savaşçı Türklerin oluşturduğu bir kültürdür.
Bu kültüre Abakan Kültürü de denmektedir.
Biraz daha yaklaşacak olursak milattan önce 1700 ve 1200’lü yıllara
Andronova Kültürü’ne geliyoruz.
Tanrı Dağları’ndan Ural Nehri’ne kadar uzanan bozkırlarda kendisini gösterir ve
Afenesyova Kültürü’nün devamı sayılır.
Prof. Dr. Ekrem Memiş, “Bu kültür beyaz tenli, yuvarlak kafalı,
brakisefal tipte atlı-savaşçı bir topluluk olan Erken Türkler tarafından
ortaya koyulmuş bir kültürdür” saptamasında bulunur.
Androvo kültürünün devamı Yenisey Irmağı etrafında Karasuk olarak ortaya çıkmıştır.
Milattan önce 1200 ve 700’lü yıllara dayanır.
Demir madeni bulunmuş ve işlenmiştir.
Ayrıca dört tekerlekli arabalar ve keçeden yapılmış çadırlar
ilk defa bu dönemde kullanılmıştır.
Karasuk Kültürü insanı koyun yününden elbiseler yapmıştır.
Karasuk Kültürü’nden sonra Abakan ve Minusink bölgelerinde Tagar Kültürü gelişmiştir.
Bu kültüre ait tunçtan iki yanı keskin bıçaklar, ok uçları,
tokalar, iğneler, bilezikler, küpeler, taraklar ve saplı aynalar bulunmuştur.
Taştık Kültürü‘nde kullanılan eşyalar üzerinde bulunan
hayvan başı motifleri Orta Asya insanının geliştirdiği hayvan sanatının temelini oluşturmuştur.
Dağ keçisi, geyik, at, boğa, kaplan ve yırtıcı kuş tasvirleri
Türk Kültürü’nün sanatsal özelliklerini yansıtmaktadır.
Görüleceği üzere Türk insanı kafasını kaldırıp
Osmanlı ve Selçuklu’nun arkasına baktığında
özünü, töresini, köklerinin ne kadar kadim ve köklü olduğunu görecektir.
Türkler Anav’da geliştirdikleri üstün kültürlerini kendileri ile birlikte götürmüş ve
bugün dünyada var olan tüm uygarlıkların temellerini atmışlardır.
Sadece Sümer, Elam, Hatti-Hitit gibi uygarlıklar değil
Roma, Eski Yunan, İran ve Çin uygarlıkları da
Ön Türkler tarafından oluşturulmuştur ve
bu anlamda aslında hepsi birer Türk uygarlığıdır.
MÖ 9.000‘li yıllarda Türkmenistan’dan dünyanın çeşitli bölgelerine dağılan ve
bin yıllar içinde homojen bir ırk olma özelliğini kaybeden Türkler
Semitik, Sinitik ve “Hint-Avrupalı” halklarla karışarak
değişik ırk özellikleri göstermeye başlamışlardır.
Atatürk diyor ki;
“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir.
Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat,
insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.”
(1931 Hasan Cemil Çambel, T.T.K. Belleten)
Binyıllara dayanan Türk insanı ve Türk kültürü
insanlığın hamurudur.
Son söz olarak şunu söylemek uygun olacaktır:
“Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”
(Afet İnan, Atatürk Hakkında H. B., S. 297)