Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkleri kurtardığını belirten Prof. Dr. McCarthy,
“Eğer Atatürk olmasaydı
bir Türk devleti hiçbir zaman olmazdı.
Makedonya ve Bulgaristan’daki Türklere bakın,
aynı kader Anadolu’daki Türklerin de başına gelirdi.
1923’te nüfus büyük ölçüde yok olmuştu.
Ekonomik çöküntü vardı.
Ama liderleri sayesinde ümitsizliğine kapılmadılar ve
Atatürk sayesinde ayakta kaldılar.” diyor.
Bu sözler bir Türk’e ait değil…
Ama gerçeği anlatmak için çok fazla söze de gerek bırakmıyor!
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk,
Anadolu’nun bir Makedonya gibi bir Bulgaristan gibi özünü unutmasını istemiyordu.
Türk tarihi üzerindeki çalışmalarını 1928 yılından itibaren hızlandırmış ve
yoğunlaştırmış olsa da aslında Atatürk’ün Türk Tarih Tezi doğrultusundaki çalışmaları
Millî Mücadeleyle birlikte başlamıştır.
Türk tarihine olan merakı ise okul yıllarına dayanır.
İlk Milli Eğitim Bakanı Rıza Nur tarafından Bakanlık
bünyesinde kurulan birkaç daireden bir tanesi
Türk Asar-ı Atikası Dairesi (Türk Eski Eserleri Dairesi)’dir.
Bu dairenin görevi; Anadolu’daki Türk eserlerini araştırmak
ve ortaya koymak, bunları Türk ve dünya kamuoyuna tanıtmaktır.
Atatürk tarih araştırmalarını devletin önemli işleri arasına almış ve
belli bir vaktini bu işe ayırmayı kararlaştırmıştır.
Kütüphanesindeki 4 bin 289 eserden 885 tanesi tarih kitabıdır.
Yaklaşık yüz çeşit konu içinde tarih kitaplarının bu sayıda olması,
Atatürk’ün tarihe olan ilgisi hakkında açık bir bilgi vermektedir.
Türklerin atası olan beyaz tenli insanlar Ön-Türkler,
iklimin değişmesi sonucunda yurtlarını terk ederek doğu,
batı ve güney yönlerinde göç etmek zorunda kalmışlardır.
MÖ 6000–5000 yıllarında başlayan göçler, hep birden değil, art arda dalgalar halinde olmuştur.
Türkler, yaratmış oldukları yüksek medeniyeti ve
bu medeniyetin unsurlarını gittikleri yerlere beraberlerinde götürmüşlerdir.
Ancak, Atatürk Türklerin Avrupa’ya, Çin’e ve Hindistan’a giden kollarından çok;
batı yönünde ilerleyen, Yakındoğu’ya gelerek buralarda
Sümer, Hitit ve diğer Anadolu medeniyetlerini kuran kollarıyla ilgilenmiştir.
Buna, bugünkü yurdumuzun tarihini aydınlatması ve
Türklerin dünya medeniyeti içindeki yerinin tespit edilmesi bakımından önem vermiştir.
Tüm bunların ışığında Anadolu’nun tarihine bir kez daha bakmak gerek!..
Herodot tarihi der ki;
M.Ö.625 yılında Zile yakınlarında Pers ordusu bir hile ile Saka/İskit ordusunu (Alper Tunga’yı) yenene kadar tüm Anadolu topraklarına Sakalar hakimdi.
Saka’lar MÖ. 5. yüzyılda Altından elbise yaparken,
o tarihte ne Rus vardı ne Alman ne de Fransız…
Biraz daha geriye gidelim…
Sümerlere (Orta Asyalı Kengerler)
Turukku’ya “Türk” Turku Krallığı’na
Sümerlerin tamamen Türk olduğunu söylemek doğru olmasa da Türklerle yakın ilişkileri hatta akrabalık ilişkileri inkar edilemez.
Sumerolog Muazzez İlmiye Çığ, “SÜMERLİLER TÜRKLERİN BİR KOLUDUR” adlı kitabında
Türkler ile Sümerliler arasındaki kültür ve dil bağlantılarını bir araya getirerek “Sümerliler Türklerin Bir Koludur” diyor..
Muazzez İlmiye Çığ; Tufan Efsanesi, Hıdrellez, Binbir Gece Masalları, Ergenekon, Bahar ve Yeniden Doğuş Bayramı, Dede Korkut Masalları, Cem Ayinleri ile de Türk-Sümer kültürel yakınlığını gözler önüne seriyor.
Prof. Osman Turan, “Sümercedeki 950 kelimenin kökeni Türkçedir” dedi…
Ancak bu kelimeler Türkçe değil de Yunanca ya da Ermenice çıksaydı o zaman dünyayı ayağa kaldırırlardı.
Anadolu medeniyetini kuranların eski Yunan Medeniyeti olduğu iddiası yıllardır Türk insanına aşılanmaya çalışılıyor.
Ancak Burdur ilinin Ağlasun ilçesinin 7 km kuzeydoğusunda,
Batı Torosların parçası olan Ağlasun Dağı’nın güney eteklerinde yer alan
antik SAGALASSOS uygarlığına yönelik yapılan kazılardan
ve DNA analizlerinden Ön-Türkler çıktı.
1999 yılında Sagalassos kazısının bir yerinde tam 3 bin yıllık bir iskelet bulundu.
İskeletin ve kazı işçilerinin DNA örnekleri alındı, tahlile gönderildi.
Sonuçta ne oldu biliyor musunuz?
3 bin yıllık iskeletle, Burdur Ağlasunlu kazı işçileri akraba çıktı!..
Frigya’sı da böyle
Yazılıtaş’ı da böyle
Urartu’su da böyle
Hitit’ i de böyle…
Assos’u kuranlar da Ön-Türklerin bir kolu Lelegler ve Pelasglar’dı.
Yakın zamanda Savatra Antik Kenti‘nde kazı çalışmaları sırasında,
Anadolu’da ilk kez Türk ibaresinin yer aldığı bir yazıt bulundu.
Milattan sonra 10-11’inci yüzyıla ait yazıt
1071’den öncesinde Anadolu’daki Türk varlığının kanıtı niteliğindeydi.
Eskiden Batılı Arkeologlar buluntuları ülkelerine kaçırıp,
Anadolu tarihini uyduruk Helen diye pazarladılar.
Türk, Anadolu’ya tarih masallarında anlatıldığı gibi 1071’de gelmedi.
Türk hep bu topraklardaydı.
Binlerce yıl önce dahi Anadolu Türk’tü.
Yönetimler değişti, medeniyetler değişti, Türk yine Türk’tü…
Atatürk, Türkler’in ana yurdu hakkında ise şunları söyler:
“Türk Milleti Asya’nın garbında ve Avrupa’nın şarkında olmak üzere
kara ve deniz sınırlarıyla ayırt edilmiş, dünyaca tanınmış, büyük bir yurtta yaşar.
Onun adına ‘Türkeli’ derler. Türk yurdu daha çok büyüktür.
Yakın ve uzak zamanlar düşünülürse Türk’e yurtluk etmemiş bir kıta yoktur.
Bütün dünyada, Asya, Avrupa ve Afrika Türk atalarına yurt olmuştur.
Bu hakikatler eski ve hususiyle yeni tarih vesikalarıyla malumdur.
Fakat bugünkü Türk Milleti, varlığı için bugünkü yurdundan memnundur.
Çünkü Türk, derin ve şanlı geçmişin, büyük kudretli atalarının mukaddes miraslarını bu yurtta da muhafaza edebileceğinden, o mirasları, şimdiye kadar olduğundan çok daha fazla zenginleştireceğinden emindir…” (Atatürk, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1980, s. 537-538).
Ey Atatürk sen ne büyük bir insansın ki her zaman haklı çıkıyorsun.
1931 yılında Türk Tarih Kurumu’nu kuran Atatürk,
Ankara’da Ahlatlıbel kazısını yaptırdıktan sonra, hiç görmediği ancak kitaplardan tanıdığı Alaca Höyük’te kazı yapılmasını istemişti.
Atatürk o dönemde devletin bütçesini de dikkate almış,
ilk kazı mevsiminde kendi cebinden 3 bin lirayı Afet İnan’a vererek,
kazı giderlerinin karşılanmasını sağlamıştır.
Alaca Höyük kazısı, Türkiye Cumhuriyeti Devri’nde
ilk milli kazı sayılmakta ve arkeoloji literatüründe yerini almış bulunmaktadır.
“Bir vatanın sahibi olmanın yolu, o topraklarda yaşamış tarihi olayları bilmek, doğmuş uygarlıkları tanımak, sahip olmaktan geçer” diyen Mustafa Kemal Atatürk Anadolu’nun değişik yerlerinde kazılar yapılmasını emretti.
İngiliz tarihçi Profesör Martin Gardiner Bernal, “KARA ATENA” isimli kitabında
Yunan tarihi ve mitolojisinin Avrupa merkezci teoriler ışığında
1785 ve 1985 yılları arasında yeniden yazıldığını ve uydurulduğunu uzun uzun anlatıyor.
Antik Yunan tanrılarının bile Mısır’dan çalıntı olduğu tezlerinin konuşulduğu bu düzlemde
diğer uygarlıkları bir kenara bırakıp köklü, güçlü Türk tarihine sarılmanın
ve güvenmenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görüyoruz.
Orta Asya’da Türkler yontma taş devrini MÖ 12.000 yıllarında yaşarken,
Avrupa bunu 5.000 yıl sonra yaşamıştır.
Türklük bilinci ve Türkçülük; Türk milletinin hayat kaynağı olan öz fikridir.
Türkçülük Türk tarihinden gelen bir ruhtur.
Türk milleti, Türklük bilincinden ve Türkçülük fikrinden uzaklaştıkça
zayıflar, küçülür, küçük hesaplar peşine düşer,
yabancıların oyuncağı olur…
“Bu yapıtın amacı, yüzyıllarca çok haksız iftiralara uğratılmış,
ilk uygarlıkların kuruluşundaki hizmet ve emekleri yadsınmış
Büyük Türk Ulusuna, tarihsel gerçeklere dayanan şerefli geçmişini hatırlatmaktır.”
(Türk Tarihinin Anahatları, Önsözünden, 1931)