Binlerce yıllık tarihi ile Türk dili, millî kültürümüzün ortak ifade aracıdır, kutsal bir mirastır. Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277 tarihindeki “Şimden gerü hiç kimesne kapuda ve dîvânda ve mecâlis ve seyrânda Türkî dilinden gayrı dil söylemeyeler.” fermanı, Türkçenin devlet dili olması, gelişmesi ve gelecek nesillere nakledilebilmesinde önemli bir yer teşkil etmektedir. 742 yıl önce yaşanan bu tarihî hadise Türk Dil Bayramı adıyla kutlanmaktadır. Türk Dil Bayramı’nın 742. yılı bütün milletimize kutlu olsun…
Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277 tarihindeki “Şimden gerü hiç kimesne kapuda ve dîvânda ve mecâlis ve seyrânda Türkî dilinden gayrı dil söylemeyeler.” fermanı, Türkçenin resmi devlet dili olması, gelişmesi ve gelecek nesillere nakledilebilmesinde önemli bir yer teşkil etmektedir.
Binlerce yıllık tarihi ile Türk dili, milli kültürümüzün ortak ifade aracıdır, kutsal bir mirastır.
Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, en eski Türkçenin Avrupa dillerinden birçoğuna, belki de Amerika dillerinden bazılarına ve daha başka dillere kaynaklık edebileceğini düşünmüştür.
DÜNYANIN EN ESKİ DİLİ
Asya kökenli diller insanlık tarihinin en eski dönemlerinde başlar. Küçük topluluklar halinde yaşayan bu insanların dili eklemeli ve tek heceli bir dildi. İletişim şekilleri iki veya üç harfli tek heceli sözcüklerle gerçekleşiyordu.
Zamanla yeni gereksinmeler karşısında bu kök sözcüklere yeni takılar ekleyerek “eklemeli bir dil” oluşturdular. Bu eklemeli dil yapısına tüm Ural-Altay dil grubunda ve kuzey ile orta Amerika dil gruplarında rastlıyoruz.
Türk dillerinde konuşmuş ve konuşan insanların sayısı milyarlarla ifade edilir. Bu insanlar, Karlı Saha’ dan (Yakutistan) Orta Avrupa’ ya, Sibirya’dan sıcak Hindistan’a kadar büyük bir coğrafyaya yayılmıştır. Afrika’ da bile Türkçe konuşan yerleşim bölgeleri bulunmaktadır.
Tofalar, ıssız Sibirya’nın bir kuytu yerinde bulunan sadece iki-üç köyde yaşamaktadır. Ama en eski ve en saf Türk dilini, belki de Tofalar muhafaza etmişlerdir.
Bir zamanlar bütün Türkler, herkesin anladığı aynı dili konuşuyordu. Bu dilin lehçelere ayrılma süreci günümüzden yaklaşık iki bin yıl önce başlamıştır. Edebî dilin başlangıcını bu ortak dil Türkçe yani oluşturmuştur.
Yüzyıllardan beri çok geniş bir coğrafyada kullanılan dillerden biri de Türkçedir. Türkçe, köken bakımından Ural-Altay dil grubunun Altay dil ailesindedir. Türk dili, Altay dil birliğinden ayrıldıktan sonra çeşitli dönemler geçirmiştir. Altay dil birliği döneminin ne zaman başlayıp sona erdiği bilinmemektedir.
Türkçenin en eski yazılı belgeleri olan Sibirya Yazıtları (8. yy)’nın temsil ettiği lehçeler grubuna “Eski Türkçe” denilse de bunlar en eski Türkçe olmaktan çok uzaktır. Elde henüz eski yazılı anıtlar bulunmadığından yazıtların temsil ettiği lehçeler grubuna Eski Türkçe demek zorunda kalınmıştır. Ancak dilin geçirmiş olduğu çok uzun gelişim süresi dikkate alındığında Orhun Yazıtlarının çok yeni olduğu da anlaşılır.
Kâşgarlı Mahmut’un on birinci yüzyılda yazdığı Dîvânu Lugati’t-Türk, Orta Türkçe kategorisine en sağlam zemini oluşturmaktadır ve çok zengin bir söz hazinesine sahiptir. Dîvân’ın temsil ettiği lehçeler, kuzeyden güneye, doğudan batıya binlerce fersah uzunluğunda ve genişliğinde ülkeler kaplamış Türk uluslarının on birinci yüzyılda konuştuğu lehçelerdir.
GÜNEŞ-DİL TEORİSİ
Bazı dilciler, Türkçenin hiçbir dille akrabalığı olmadığını düşünürken, bazıları da Türkçenin kızılderili dilleri, Sümerce, Etrüskçe, Hint-Avrupa dilleri gibi dillerle akraba olabileceğini düşünmüş, hatta bazıları bütün dillerin Türkçeden kaynaklandığını dile getirmiştir (Demir & Yılmaz, 2002, s. 394).
Türk dilinin eskiliği ve başka dillere kaynaklık ettiği tezinin dil bilimi temellerine dayandırılabileceği görüşünden doğan Güneş-Dil Teorisi ilk kez 1935 yılında gündeme gelmiş, 24 Ağustos 1936 tarihinde toplanan III. Dil Kurultayı’nda tartışılmıştır.
Teorinin kaynağı Viyanalı Dr. Herman F. Kıvergitsch’in 41 sayfalık basılmamış incelemesi Türk Dillerindeki Bazı Unsurların Psikolojisi (La psychologie de quelques elements des langues turques)’dir. Kıvergitsch, kendi metodunu uygulayarak Türk, Moğol, Mançu, Tunguz dilleri ile Fin, Macar, Japon, Hitit dilleri arasında bir yakınlık olduğunu ortaya koyacak deliller aramıştır.
Atatürk bu görüşlerle Türk dilinin kaynaklarına inme ihtiyacıyla ilgilenmiş ve bu ihtiyaç, ifadesini Güneş-Dil Teorisi’nde bulmuştur. Atatürk, bu teoriden dikkatleri Türk dilinin zengin geçmişine yöneltecek bir manivela etkisi beklemiş, ondan manevî bir güç kaynağı olarak yararlanmak istemiştir.
KARAMANOĞLU MEHMET BEY
Karamanoğlu Mehmet Bey, 1261-1277 yılları arasında beyliği idare etmiştir.
Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277 tarihinde Konya’da ünlü dil fermanını yayınlayarak, Türkçenin yeniden devlet dili olmasını sağlamıştır.
Mehmet Bey fermanında “Şimdengeru, divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden gayri dil kullanılmaya… uymayanların boynu vurula….” diyerek Türkçenin ve Türklüğün Anadolu’da ve yeryüzünde ebediyen yaşamasında öncü olma şerefine erişmiştir.
Bu suretle resmi devlet işlerinde kullanılan Arapça ve Farsçanın hâkimiyetine büyük bir darbe vurulmuştur.
Mehmet Bey’in fermanı Türk kültür tarihinin önemli olaylarından biridir.
HARF DEVRİMİ
Atatürk, Türk Harf Devrimi’nin gerçek önderi ve mimarıdır.
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Latin alfabesi taraftarları çoğaldı. Mustafa Kemal Atatürk, 1928 yılında alfabe konusuna eğildi. Ondan sonra Türk Hükümeti, adım adım Latin alfabesini almaya doğru gitti. Önce uluslararası rakamlar alındı, Arap rakamları bırakıldı. Ardından bir Dil Encümeni kuruldu ve Latin harflerine dayanan yeni bir Türk alfabesi hazırladı. Ondan sonra Atatürk’ten son işaret beklendi.
10 Ağustos 1928 gecesi, İstanbul’da Gülhane Parkı’nda, Türk Harf Devrimi’ni halka haber verdi: “Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz” dedi. Buyurmakla da kalmadı, kendisi de bizzat işe koyuldu, bir “Baş Öğretmen” olarak başa geçti ve yeni harfleri halka benimsetinceye kadar, kitleleri arkasında sürükledi.
Atatürk’ün Gülhane konuşmasının ardından yeni harfler şaşırtıcı bir hızla gelişti. Atatürk, önce İstanbul’u ve İstanbul’a yakın illeri harekete geçirdi. Yeni harfler için mebusları, ileri gelen gazetecileri, aydınları birkaç kez Dolmabahçe Sarayı’ na toplayıp ortamı olgunlaştırdı.
İstanbul’dan sonra Tekirdağ, Bursa’ya, sonra Anadolu’ya geçti. Yeni alfabe meşalesini ilden ile, şehirden şehre taşıdı. Sinop, Samsun, Amasya, Tokat, Sivas, Kayseri yoluyla Ankara’ya döndü. Her uğradığı yerde, elde tebeşir, kara tahta önüne geçip halka yeni Türk harflerini öğretti.
O günlerde yabancı basın, Harf Devrimi’nde Atatürk’ün tarihi rolünü vurguluyor ve bir yabancı gazete haklı olarak soruyordu: “Bir köy meydanına dikilmiş kara tahta önünde, elinde tebeşirle, bakkala ve kasaba dilinin nasıl yazılacağını öğreten bir başka Devlet Başkanı var mıdır?”
Yeni yazı heyecanı bütün yurdu sardı. 1 Kasım 1928 günü “Türk Harflerinin Kabulü ve Tatbiki Hakkındaki Kanun” TBMM’den geçerken, yolun yarısı zaten aşılmış ve Türkiye yarı yarıya yeni yazıya geçmiş bulunuyordu.
Yasanın çıkmasını beklemeden yeni yazı ülkeye yayılmış, uygulanmaya başlanmıştı. Hemen her bakanlıkta, her kasabada yeni yazı kursları açılmış ve devlet memurlarına, öğretmenlere yeni harfler öğretilmişti. Devlet dairelerinde Yeni Yazıya geçilmişti. Yeni ders yılında okullarda yeni harflerle öğretime başlanmıştı. Yasa bu durumu hukuki temele oturtup pekiştirdi. Yasa, bir iki ay gibi kısa bir süre içinde yeni yazıyı kullanma zorunluluğu getirdi.
Basın 1 Aralık 1928 tarihinde, devlet daireleri ise 1 Ocak 1929 tarihinde tamamen Yeni Yazıya geçtiler. Yasa 3 Kasım 1928’de Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
Türk harfleri, yalnız Türkiye Türklerinin değil, genel olarak eski Osmanlı coğrafyasında yaşayan bütün Türklerin ortak alfabesi olmuştur. Kıbrıs ve Balkan Türkleri de ana vatan Türkiye’nin Harf Devrimini benimsemişlerdir.
1990’larda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla yeniden bağımsızlıklarına kavuşan Azerbaycan ve Orta Asya Cumhuriyetleri ve Moldova’daki Gagauz Türkleri ve Kırım Türkleri, Kiril alfabesini bırakıp yeniden Latin alfabesine geçmektedirler. Endonezya, Malezya gibi Arap olmayan bazı Müslüman ülkelerinin de Latin alfabesi konusunda Türkiye’yi örnek aldıkları anlaşılıyor.