Avrupa’da aşırı sağ yükselmeye devam ediyor. AB’nin çeşitli ülkelerinde aşırı sağ partiler iktidarın kapısına kadar dayandı. Avrupa’nın “demokrasi modeli” tartışılırken, İsveç’te sağ ve aşırı sağ ittifakının elde ettiği tarihi seçim zaferinin ardından gözler, yine aşırı sağın favori olduğu İtalya’da 25 Eylül’de yapılacak parlamento seçimlerine çevrildi.
Son yıllarda, Finlandiya, Fransa, İspanya gibi AB’nin önemli ülkeleri de dahil birçok Avrupa ülkesi parlamentolarına milliyetçilerin gelişine tanık oldu. Victor Orban’ın Fidesz’inin koltukların yaklaşık yüzde 60’ını elinde tutmaya devam etmesi; Polonya’da, sandalyelerin yüzde 51’ine sahip olan Mateusz Morawiecki’nin partisi PiS’in mevcut iktidarına, yeni zaferler ekleniyor.
Fransız aşırı sağ lider Marine Le Pen, 89 milletvekiliyle Ulusal Meclis’e girerken, Birleşik Krallık’ta Boris Johnson’ın halefi Liz Truss Muhafazakar Parti’yi radikalleştirirken, İsveç’te aşırı sağ tarihi rekora giderken, İtalya’da Mussolini’nin devamı olduğunu söyleyen Fratelli d’Italia seçimlerde favori haline gelirken; aşırı sağın bu karşı konulmaz yükselişi, AB başkentlerini endişelendiriyor.
Üstelik sonbaharda seçimlere gidecek olan Slovenya ve Çek Cumhuriyeti’nde de benzer eğilimler bekleniyor. İtalya’da teknokrat Başbakan Mario Draghi’nin 21 Temmuz’daki istifasının ardından Giorgia Meloni liderliğindeki aşırı sağ parti Fratelli d’Italia liderliğindeki sağcı koalisyonun zaferi konusunda endişeler de arttı.
Avrupa’da aşırı sağ/popülist hareketin en önemli temsilcilerinden Macaristan’da, Viktor Orban’ın yükselişini seçimlerde durdurma umudu, Nisan 2022’de yeniden başbakan seçildiğinde suya düştü. Çek Cumhuriyeti ve Slovenya’nın popülist liderleri Andrej Babis Ekim 2021’de, Janez Jansa ise Nisan 2022’de yapılan parlamento seçimlerinde yenildiler. Ancak her iki lider de, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde rövanş almaya hazırlanıyor. Finlandiya veya Danimarka’da da önümüzdeki aylarda yapılacak seçimler çekişmeli olacak.
Avrupalılar arasında enerji kriziyle artan güvenlik ve ekonomik krizin, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra “sürgüne gönderilen” aşırı sağın yükselişinde yeni bir aşamanın geçilmesinden korkuluyor.
Aşırı sağ koalisyonların açtığı iktidar yolu
Aşırı sağın iktidara dönüşü İtalya’da başladı, Silvio Berlusconi ve Kuzey Ligi arasında bir anlaşma ile 1994’ten itibaren İtalya’da hükümet koalisyonlarına geri dönüldü. 2000 yılında Avusturya ve aşırı sağ FPÖ, ardından Norveç’te İlerleme Partisi ve Finlandiya’da da “Gerçek Finliler” bu eğilimi izledi. Matteo Salvini’nin Kuzey Ligi’nin zaten koltukların yaklaşık yüzde 21’ine sahip olduğu İtalya’da, başka bir siyasi parti, 45 yaşındaki kadın siyasetçi Giorgia Meloni liderliğindeki Fratelli d’Italia’nın yıldızı parlıyor.
Avrupalı liderlerin yanısıra, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Dış İlişkiler Yüksek temsilcisi Josep Borrell, Fransa’nın Avrupa İşerlinden Sorumlu Bakanı Laurence Boone, Avrupa’da aşırı sağın yükselişi “endişe verici” olduğunu söyleyen çok sayıda isimden yalnızca bir kaçı.
İsveç seçimleri korkuttu
İsveç’e yerleşen aşırı sağ; muhafazakarlarla ittifak sayesinde, 11 Eylül’deki yasama seçimlerini “az farkla ama tartışmasız” kazandı. Başbakan Magdalena Andersson liderliğindeki sol blok 173 milletvekili çıkarırken, kendilerini “demokratlar” diye adlandıran Jimmie Akesson liderliğindeki aşırı sağ parti ile sağ parti ittifakı 176 milletvekili almayı başardı.
Avrupalı meslektaşları gibi Jimmie Akesson da “göç, suç ve İslam’ı” İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük dış tehdit olarak tanımlayarak, bunlarla mücadeleyi söylemlerinin merkezine oturttu. Akersson da, İtalyan Meloni de; Fransız aşırı sağ lider Marine Le Pen gibi, partiyi ve söylemlerini Irkçı veya neo-Nazi unsurlarından arındırarak; partisini “şeytanileştirmekten çıkarma” politikasını izledi. Avrupa karşıtı, iyi bir hatip olan 43 yaşındaki Akesson, bu yöntemle 11 Eylül’de tarihi bir başarı elde etti.
İtalyan aşırı sağı umutlu
İsveç aşırı sağının zaferi, en çok İtalya’daki aşırı sağ partilerde büyük bir “umut dalgası” yarattı. Ligue (Birlik) partisi lideri Matteo Salvini, Twitter hesabından, “Güzel ve demokratik İsveç’te bile solcular yenildiler, evlerine gönderildiler. Şimdi sıra bizde, 25’inde (Eylül) biz kazanacağız!” mesajını paylaştı.
Göç ve göçmen karşıtlığıyla bir önceki seçimlerde adından söz ettiren Ligue (Birlik) Partisi’nin patronu Salvini, Silvio Berlusconi’nin küçük partisi “Forza Italia”yı ve özellikle Mussolini döneminin devamı olarak nitelendirilen faşist parti “Fratelli d’Italia”yı bir araya getiren bir ittifak ile seçimlere gidiyor.
İtalya’nın Kardeşleri (Fratelli d’Italia), 2012 yılında Giorgia Meloni tarafından kuruldu. Berlusconi, Salvini ve Meloni üçlüsünün ittifakı tüm anketlerde birinci parti olarak görülüyor. Üstelik İsveç’ten farklı olarak, İtalyan aşırı sağı sadece ana akım sağın bir müttefiki değil, birinci partisi konumunda. Giorgia Meloni, bir hafta sonra, Euro bölgesinin en güçlü 3’üncü ekonomisinin liderliğini ele geçirme şansını elinde tutuyor.
Giorgia Meloni, tıpkı Fransa’daki benzeri Eric Zemmour gibi, yabancıların bir gün yerli İtalyanlar’ın sayısını geçmesi anlamına gelen “etnik yer değiştirme” tezini savunuyor ve göçle mücadeleyi programının ana merkezine yerleştiriyor. Meloni her konuşmasında “Tanrı, vatan, aile” üçlemesine vurgu yaparak, Avrupa’nın “Yahudi-Hıristiyan kimliğini” destekliyor, “LGBT lobisiyle” mücadele sözü veriyor, ülkede doğum oranını arttıran politikaları uygulamaya koymayı, vergileri aşağı çekmeyi ve “AB’nin dayattığı bazı sert kuralları yumuşatmayı” taahhüt ediyor.
Fratelli d’Italia, 1946’da faşist partinin yasaklanmasının ardından, Benito Mussolini’nin destekçileri tarafından kurulan MSI’nin (İtalyan Sosyal Hareketi) varisi olarak tanımlanıyor. MSI’nin İtalyan bayrağının renklerinden oluşan “yeşil-beyaz-kırmızı” renkli bir alev olan logosunu koruyarak da Mussolini’nin mirasına sahip çıktıklarını açıkça gösteriyor. Giorgia Meloni konuşmalarında, Mussolini’nin “birçok güzel şey başardığının” altını çiziyor ancak, “İtalyan sağ kanadı, faşizmi onlarca yıl önce tarihe havale etti” diyerek, faşist parti söylemini reddediyor.
Gazeteci kökenli lider Giorgia Meloni, ülkede iktidara gelmeyen tek parti olarak “yeni, dürüst ve tutarlı tek parti” rolünü üstleniyor. Avrupa’daki çoğu aşırı sağcı lider gibi, Giorgia Meloni de “göç, İslamlaştırma ve artan suçla mücadele etme” tezlerini savunuyor; Avrupa anlaşmalarını yeniden müzakere etmeye çağırıyor. Tıpkı Marine Le Pen gibi, AB’ye karşı olmadan “içeriden reform” taktiğini izleyerek, “partisinin şeytanileştirmekten arındırma” kartını oynuyor.
Seçimlerden birkaç hafta önce yapılan anketler Fratelli d’İtalia’nın, sağcı koalisyonun başında olduğunu gösteriyor. Özellikle, zemin kaybeden aşırı sağ rakibi Lig lideri Matteo Salvini’nin önünde görünen Meloni, kampanyasına bir mültecinin Ukraynalı bir kadına tecavüz ettiği videoyu yayınlayarak, büyük bir patlamayla başladı. Kampanyada “İtalya’yı yükselt” sloganıyla ve Draghi hükümetinin düşmesinden sonra “tek çözüm yolu” oldukları temasını işleyerek son haftaya girdi.
Aşırı sağ sıradanlaşıyor
İsveç ve İtalya örneği, aşırı sağın Avrupa’da sıradanlaştığını, cumhuriyetçi sağ ile bir değerler buluşması sergilediğini ortaya koydu. Avusturya’da, Finlandiya’da, hatta Fransa’da merkez ve sağ partilerin, aşırı sağ partilerin programlarını benimseyerek; ya da Polonya ve Macaristan’da muhafazakar sağcı/milliyetçi hükümetlerinde olduğu gibi, bu aktörleri kendi partilerine entegre ederek, aşırı söylemleri “normalleştirdiler”. Bu Avrupa için “yapısal” bir evrime işaret ediyor.
Ukrayna savaşı, enerji ve ekonomik krizin uzun vadede yerleşmesi, enflasyon baskısı ve alım gücünün zayıflaması, Avrupa ortak parası Euro’nun değerinin düşmesi, savaştan bu yana ekonomide ilk kez resesyondan söz edilmesi; bütün bunların sonucunda, Avrupa’da yukarı doğru sosyal hareketlilik için beklentilerin azalması, kamu hizmetlerinin çöküşü; yoksulluğu, sosyal bölünmeleri ve kimlik gerilimlerini daha da belirgin hale getiriyor. Aşırı sağ güçler de bunları yoğun bir şekilde kullanıyor.
Solda kan kaybı
Buna ek olarak sosyal demokratlar ve solun güç kaybetmesi de aşırı sağın hanesine “artı puan” olarak yazılıyor. İspanya’daki Podemos hareketindeki yolsuzluk iddiaları, Fransa’da Hollande iktidarının ve sosyalistlerin devam eden başarısızlığı, İngiltere’de tümüyle siyasi manzaradan silinen Labour Party-İşçi Partisi örneklerinde olduğu gibi, krizlere alternatif sunamadığı için neredeyse yok olan solun içinde bulunduğu durum da, aşırı sağın alternatif olarak ciddiye alınmasına yol açıyor.
Önümüzdeki sonbaharda Slovenya’da ve Çek Cumhuriyeti’nde genel seçimler yapılacak. Bu iki ülkede, Janez Jansa ve Andrej Babis’in ülkeyi kamplara ayıran politikaları nedeniyle, liberaller ve popülistler arasındaki savaş birkaç yıldır şiddetini artırdı.
Ayrıca, 2023’te Finlandiya, Danimarka ve Polonya’da da seçmen sandığa gidecek. Brüksel, bu seçimlerdeki gelişmeleri de yakından izleyecek. Avrupa dışında, Amerika’daki ara seçim sonuçları ve Donald Trump’ın 2024’te Beyaz Saray’a olası dönüşü gibi unsurlar da Avrupa tarafından yakından izlenen diğer siyasi gelişmeler olacak.
Kaynak: Arzu Çakır / VOA