Soğuk savaş yılları.. Bir grup Türkmen, Kırgız, Özbek, Kazak ve Azerbaycan Türkü Sovyet zulmünden kurtulmak için Kardeş Türkiye Devletine sığınmak için bir araya gelmiş ve Türkiye ye doğru kaçmaktadırlar.. Günlerdir aç perişan halde özgürlüğe kaçan bu grup, tüm tehlikelerin yanında bir de peşlerindeki Sovyet müfrezesine yakalanmamak derdiyle karşı karşıyadırlar. Belli bir süre boyunca süren bu umuda giden eziyet nihayet bir gece sona erer ve Azerbaycan toprakları üzerinden Aras nehrine ulaşırlar.. Aras in üzerinde bir köprü vardır: Boraltan Köprüsü.. Boraltan Köprüsü’nün bir yakası Türk toprakları diğer yakası Sovyet Topraklarıdır.. Buraya kadar bin bir zahmetle gelen bu biçare Türk soydaşlarımız hemen köprüyü geçerek kenarında ki Türk serhat karakoluna sığınırlar. Karakola girer girmez durumu anlatırlar ve askerlerimiz tarafından sıcak bir şekilde karşılanılarak ihtiyaçları giderilir ve bekleyiş başlar. Karakol komutanı bu olayı derhal üstlerine yazıyla bildirir ve verecekleri cevap beklenmeye başlanır.. Bu sırada sığınmacıların peşlerine takılan Sovyet müfrezesi de köprüye ulaşmış ve karşıdan bu sığınmacı Türklere laf atmakta ve tehdit etmektedirler.. Yazının merkeze ulaşmasıyla birlikte yoğun bir diplomasi trafiği başlar, Sovyetler birliği tehditlerini savurmakta ve sığınmacıların kendilerine teslim edilmelerini istemektedirler. Tüm bunlar yaşanırken karakolda da telaşlı bekleyip sürmektedir ki Ankara dan beklenilen yazı nihayet ulaşır.. -Sığınmacıları derhal sınırda bekleyen Sovyet müfrezesine teslim ediniz-. Mesajı okuyan hudut komutanı gözlerine inanamaz ve teyit etmek için yeniden bir merak gönderir. Bu mesaja gelen yanıt ise çok daha serttir ve size verilen emri yerine getiriniz aksi taktirde vatana ihanet hükümlerine göre yargılanacaksınız ve en ağır cezaya çarptırılacaksınız. – Çaresiz komutan, haberi içi sızlayarak soydaşlarımıza bildirir. Bunun üzerine büyük bir şok yaşayan bu biçare sığınmacılar bizi siz vurun o zaman bu gavurların ellerine bırakmayın derler ama nafile.. Boraltan Köprüsü’nün karşısına geçirilirler ve Sovyet müfrezesinin ellerine teslim edilirler. Sovyet askerleri Türk askerlerinin gözleri önünde dalga geçer gibi Soydaşlarımızı teker teker kurşuna dizerler… Dönemin hükümet başkanı İsmet İnönü’dür…
Tarihte Bir Yüz Karası
Türk tarihinde Türk’ün Türk’e yaptığı büyük ihanetlerden biri, Azerbaycanlı soydaşlarımızın Boraltan Köprüsü’nü geçerek Türkiye’ye sığınma isteklerini, Türk hükümetinin geri çevirip Ruslara teslim edilmesi olayıdır. Bu olay, tarihin ve Türklüğün bir yüz karası olarak hatıralarda kalmıştır. Çanakkale’de düşman askerinin bile yarasını sarmayı şeref bilen, destanlar yazan, çağ açıp çağ kapatan Türk ulusunun vicdanı, şerefi ve soydaşlık bağı, diplomasiye ve bürokrasiye yenik düşmüştür!
1944 yılında Orta Asya, Sovyet Rusya’sı tarafından işgal edilmiş ve komünist sisteme karşı koymak için atılan en ufak adımın bile önüne geçilmek istenmiştir. Bu baskıdan kaçarak kendileri için “anayurt” olarak gördükleri Türkiye’ye sığınmak isteyen 146 tane Azerbaycan Türkü soydaşımız, Iğdır’daki sınır kapısına yakın yerdeki Aras Nehri üzerindeki Boraltan Köprüsü’nü geçmiş ve hürriyete kavuşmanın sevinciyle Türk sınır karakoluna sığınmışlardır.
Bu yıllar Türkiye’de “Milli Şef”‘ döneminin yaşandığı, “Türk yurdunda TÜRK’üm demenin suç olduğu” bir dönemdir. 146 tutsak Azerbaycanlı soydaşımızın Türkiye’ye sığındığını duyan Sovyetler hükümeti, bu kişilerin derhal SSCB’ye iadesini istemişlerdir. Türkiye’ye sığınan soydaşlarımız, kuşkusuz kendilerinin azılı Rus askerlerine geri verileceğine olasılık bile vermemektedirler. Çünkü kardeşlerinin, anayurttaki soydaşlarının yanına gelmişler ve kendilerini hiç olmadığı kadar güvende hissetmişlerdir. Fakat Milli Şef’in Türklüğe ve Türk’e olan düşmanlığı, burada da devreye girerek akıllarda olmayan olasılığın Türk’ü adeta bir soykırıma sürüklemeye yetmiştir.
Sovyetlerden gelen istek üzerine karakoldaki askerler panik içinde Ankara ile temasa geçiyor ve Türkiye’ye sığınan soydaşlarımızın geri verilip verilmeyeceği ile ilgili bilgi almak istiyor. Hem Türk askerleri hem de sığınan kandaşlarımız öz yurtlarının böyle vatan sevdalısı kardeşlerimize kucak açacağından emin bir şekilde Ankara’dan gelecek yanıtı bekliyorlar. Ankara’dan gelen yanıt, herkesin tüylerini ürpertiyor:
– “Esirleri derhal iade edin!”
Bu korkunç yanıt, herkeste bir korku ve şaşkınlık uyandırıyor ve Ankara’nın cevabı tekrar isteniyor. Fakat sonuç aynı: “Ülkelerine iade edin!”
Azerbaycanlı kandaşlarımız bu yanıt karşısında “Lütfen bizi o azılı düşmanlara teslim etmeyin, bizi siz öldürün. Kendi vatanımızda, kendi bayrağımızın altında ölmüş oluruz.” deseler de, karakol komutanı içini kan ağlaya ağlaya 146 esir TÜRK’ü yeniden Sovyet Rusya’sına, Türk’ün bağımsızlığa hasret kaldığı soysuz yere, teslim etmek zorunda kalıyor. Ruslara zorlukla teslim olan 146 Türk evladı, hemen elleri ayakları bağlanarak oracıkta, Türk askerlerinin gözleri önünde kurşuna dizilerek öldürülüyor!
Tutsak Türklerin kurşuna dizilmeden önce söyledikleri bir ağıt şöyle:
Boraltan bir köprü, aşar geçer Aras’1, Yuğsan Aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası.
Karası, karası, merhamet fukarası, Karası, karası, merhamet fukarası,
Düşman bekler karşıda, önüne kattı beni, Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni.
Dönüp seslendim geri, merhametsiz birine, Beni siz vursaydınız, şu gavurun yerine.
Azerbaycan’ın büyük millî şairi Almas Yıldırım, bu olayı “Dönek Kardeş” adlı şiirinde şöyle dile getiriyor:
Türk denince özü, sözü mert olur,
Dost deyince ayrılmaz bir fert olur,
Kardeş deyip dara düşsem, sığınsam,
Şimden geru bu bana bir dert olur.
Ben ne diyem bu vefasız dağlara,
Öz kardaşı dönek olan ağlara!
Türk; o Altayların dünkü eri mi?
Yolunda can koydum, verdim serimi,
Düştüğü ağlardan kurtulsun diye,
Serdim ayağına doğma yerimi…
Kardaş armağanı, dökülen kanlar,
Bana mükâfat mı giden kurbanlar?
Ben diyorum, Kayıhan’dır soyumuz,
Bir kaynaktan varlığımız, boyumuz.
Dilim dili, yolum yolu, emel bir,
Bir bayrakta, yıldız’ımız, ay’ımız.
Azerî, Türk, Türkmen; var mı ayrılık,
Nerden doğdu bu imansız gayrılık?
Alnımın yazısı, karadır kara,
Karadan bir mendil yolladım yara,
Yol uzun, el uzak, yetişmez eller,
Türklüğün kanayan kalbini sara.
Felek kıymış beslenen bu dileğe,
Lânet Türk’ü hançerleyen bileğe.
Bir suç mu düşmana göğüs gerdiğim?
Günah mı Türklüğe gönül verdiğim?
Rusların açtığı yaradan derin,
Anayurtta öz kardaştan gördüğüm.
Seslenseydim, ses çıkardı her taştan,
Ne beklersin sağırlaşan bir baştan.
Kaçtır, eli kanlı çıktı oyundan,
Ne bilem, kahpelik varmış soyunda,
Girdiğim öz yurttan döndürülürken,
Kanımın aktığı sınır boyunda
Açan lâlelerden bir çelenk örsem,
Türklük dünyasına armağan versem.
Karakol komutanı genç subay evine döndükten sonra yaşananlara dayanamayıp intihar etmiştir. Bu olay, Türk’ün (?) Türk’e ihanetidir. Bu olay, bir devlet yönetiminin ne kadar soysuzlaşabildiğinin apaçık kanıtıdır. Bu olay, ruhları uçmağa varan bağımsızlık aşığı 146 bozkurdun kutlu direnişinin yankıları misali, hâlâ kulaklarımızda çınlamaktadır.
Tanrı, TÜRK’ü önce kendinden; sonra nice soysuzdan korusun!