Giriş
Türkiye, Türkçe konuşan veya düşünen insanlar dünyasında her açıdan önemli ülkedir. Kimilerine göre anavatan, kimilerine göre sığınılacak son kale, kimilerine göre güvenilir arka bahçe, kimilerine göre de uzaktaki yakın akraba yurdudur. Bu ülkede, Türkçe konuşan veya düşünen toplumların/toplulukların az veya çok sayıda temsilcileri daimi veya geçici hâlde ikamet ederler. Türkiye’deki gelişmeler, onlar aracılığı ile doğrudan veya küresel iletişim aygıtlarının sağladığı imkânlar ile dolaylı olarak işbu toplum veya topluluklar tarafından çeşitli mesafeler dâhilinde takip edilir. Türkler arasındaki kültürel bütünlük, eşgüdümsüz, örgütsüz bir şekilde fakat zihinler altındaki “Birlik” kaygısının veya atalar “vasiyeti”nin hafızalarda saklanan parçacıklarından ateşlenen kıvılcımlar dürtüsün-de,
dâhilî ve haricî engellere rağmen asgari düzeyde olsa dahi korunmaya çalışılır.
Etkileşim onlarca milyon kilometre karelik Türk kültür coğrafyasında -Uluğ Türkistan’da- düşük yoğunlukta ve engellemelere rağmen gerçekleşmeye devam eder. İstisna olarak, emperyalist Rus ve Çin ahtapotlarınca “Uygur” ismiyle genel Türklükten ayrıştırılmaya çalışılan Doğu Türkistan Türkleri, diğer Türk boylarından farklı olarak (gaddar Çin tarafından) küreselleşen dünyadan tecrit ve izole edilerek biyolojik, psikolojik ve kültürel soykırıma tabi tutulmaktadır. Türk’ün ana ve ata yurdunu tek başına korumak zorunda kalmış Doğu Türkistan Türklerinin mahkûm ve mazlum olmalarına karşın yukarıda bahsi geçen sürecin dışında kalamamak için tahmini imkânsız bedelleri ödüyor olması; buna karşılık rehavette yaşayan, kapitalist düzen içinde daha bencilleşen, karakterinde sorunlar yaşa-yan diğer (nispeten merkezlerde yaşayan) Türk toplumları veya oryantalizmi içselleştiren elitlerinin pek de umurlarında olmadığı veya kısa vadeli “çıkar”ları için onları“feda etmeye” devam ettiği durumu ise bir diğer acı gerçektir.
Bu durum karşısında umumi Türklüğü bir düşüneceği veya savunacağı var sayılan aydınların yaşadığı çıkmazlar, sürecin Türkler aleyhinde işlemesi durumunu ortaya çıkartmıştır. Özellikle, SSCB’nin dağılması sonrasında ortaya çıkan bağımsız Türk cumhuriyetlerinde nispeten yaygın olan Rus Türkolojisi ve milliyetler politikası çerçevesinde verilmiş “millet” kimliği ile umumi Türkleri ayrıştırıcı tavır ve tutumlar karşısında kimi Türk milliyetçisi görünümlü aydınların işbu seviyeye inerek alt seviyeden restleşmesi; örneğin “Sen Kazak isen, ben de Avşarım” veya “Esas Türk biziz…” gibi durumlar, Türklüğün bir bütün hâlinde idrakine zarar verdiği gibi umumi Türkler arasında içeriden setlerin çekilmesine meydan verdiği, “Küçük olsun, benim olsun” zihniyetini bilinçli veya bilinçsizce yaygınlaştırdığı da gözlerden kaçmamaktadır.
Türkiye’nin bulunduğu coğrafyadaki zorluklar, yönetici kadro-aydın zihniyetindeki bulanıklıklar ve sosyo-demografik yapısındaki sorunlar, ülkenin Batı tarzında milletleşmesinin dolayısıyla çağdaşlaşma-sının özlenen şekilde gerçekleşmesini engellemiştir. Durum böyle olmasına ve Türk devletinin Türk kül-türünü yayma eğilimi/politikası olmamasına karşın, Türkiye farklı düzeylerde siyasal sınırlarının dışındaki Türklerce örnek alınmaya çalışılmıştır. Özellikle Türkiye’deki çeşitli gruplara ait yaşam tarzlarından, ev içi döşemesine; çay bardağından çaydanlığı, saç sakal stilinden giyim-kuşam ve örtünmelere kadar çeşitli “kültür örüntüleri” Türkler Dünyasına çeşitli kanallar-dan ihraç edilerek düşük yoğunlukta da olsa cazibe merkezi olmuştur.
Soğuk savaş döneminde geliştirilemeyen sürdürülebilir çok yönlü bir “Türk Politikası”, SSCB sonrasındaki müsait ortamda dahi bir türlü geliştirilememiştir.
Türkler Dünyasında gerçek “merkez” ve “örnek ” olma potansiyeli en yüksek olan Türkiye Cumhuriyeti’nin içtimai, iktisadi, kültürel ve eğitim dâhil iç ve dış politikasında(yoğun olmasa dahi) sürdürülebilir bir “Umumi Türk” politikasının resmîlik kazanamadığı veya şimdilik kazanmayacağı gerçeği, bizi düşünmeye ve daha fazla çalışmaya sevk edecektir.
Sürdürülebilir bir Türk kültür ve eğitim politikasından yoksun Türkiye’nin, sürdürülemez fakat zorla sürdürülmeye çalışılan bilinçli veya bilinçsiz bir “Batıcılık” politikasının olduğu da aşikârdır. İşbu Batıcılık-ta göze çarpan önemli davranış ve tutumlar arasında “Batılı” olabilme uğruna sürekli “Doğu”dan kopma,“Doğu”yu gereksiz, aşağı ve hor görme, kendini “Doğu”dan bilinçli veya bilinçsizce soyutlama çabası vardır. Batıcılık anlayışının Tazimat’tan beri özellikle Cumhuriyet’le hızlandırılan topyekûn Batılılaşma sürecinde kemiklere kadar işlediği veya zihin dünyasın-da kök saldığı rahatlıkla söylenebilir. Son iki yüz yıllık süreçte oluşan ve baskın hâle gelen “Batılılaşma” durumu, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerindeki Batı’ya “yönelme” durumundan çok daha farklıdır. Çünkü “muasırlaşma”
kaygısı ile çıkılan yol modernleşme-ye yönelmiştir. Modernleşme paradigmasının doğal olarak geleneği, daha doğrusu “Batılı” olmayan her şeyi dışlama durumu, Türkiye örneğinde ciddi bir Batı-Doğu çatışmasını ortaya çıkartmıştır. Resmî aygıtlar tarafından desteklenen ve tepeden indirilerek yayılmaya, özümsetilmeye çalışılan çağdaşlık kılıfı altındaki “Batılılık” zihniyeti ve işbu zihniyetin sosyal, kültürel alandaki uygulamaları, zıddını acımasız bir şekilde dışlamaya, ezmeye çalışmıştır. Hatta zıddına zaman zaman yaşam hakkı dahi tanımamıştır. Bunun yaratmış olduğu psikopatolojik durum; sahte fakat gösterişçi, tekelci, bencil ötekileştirici ve tekelci davranış tarzlarının yaygınlaşmasını, toplumun bütün kesimlerinde farklı düzeylerde yerleşmesine yol açmıştır. İşbu davranış tarzları, bir taraftan aşağılık kompleksini oku-muş kesimde yaygınlaştırırken diğer taraftan Türklüğe, İslam’a veya Doğu’ya ait olan değerleri sürekli değersizleştirme, aşındırma, sulandırma, anlamını kaydırma sürecini de hızlandırmıştır.
Türkiye’deki bu süreci açıklayabilecek ciddi sosyolojik çalışmalar rahmetli Erol Güngör ile başladıysa da nedense sürdürülmemiştir. Sürdürülmemesinin nedenleri üzerinde ayrı çalışmaların yapılması, küreselleşen dünyada büyük Türk milletinin hak ettiği konuma gelmesi açısından çok önemlidir. Özellikle Türk kökenli ve Türkçe düşünen aydınların özeleştiri kültürünü geliştirmesi, eleştirirken de rehabilite edici ,tedavi edici olması, en önemlisi alternatif reçeteler sunması elzemdir. İşbu yazımız, böyle bir kaygı ve samimi inanç ile kaleme alınmış bulunmaktadır. Bu yazıda sadece bazı kavramların asli ve özgün anlamlarının neden/nasıl kaydırıldığı üzerinde durularak, yeni yüzyılda tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar etkileşime girme fırsatı yakalayan Türkleri, kendi aralarında birbirlerini kenetleyebilecek yapışkan kimliğini özlüğüyle yeniden ihya ve inşa ederken, sosyal psikolojik açıdan dikkat edilmesi gereken hassas ve ince hususlara dikkatleri çekmeye çalışacaktır.
Günümüz Türkiye’sinde son yıllarda genişleyen ve derinleşen piyasa/ticaret ekonomisi ile popülist siyaset, toplumun sosyal ve kültürel alanlarında var olan tahribatı daha da hızlandırmıştır. Özellikle, günlük dil kullanımında, “oy için” her şey mubah siyasetinde, bu zihniyetin akademiyadaki uzantılarında Türklük ile ilgili önemli kavramların sulandırılarak aşındırıldığı, değersizleştirildiği veya asıl anlamının kaydırıldığı gözlemlenmektedir. Diğer taraftan, işbu eğilim ve yönelimdeki omurga sıkıntısı olan tüccar zihniyetliler sadece Türklük ile ilgili değerler, kavramlar ile uğraşmamış, İslami değerleri de araçsallaştırarak tüketmeye başlamıştır. Bu vahim durum, bir taraftan Türkiye ekseninde devletin omurgasını teşkil eden Türkler de başta kimlik, kültür ve değerler erozyonu olmak üzere çok boyutlu sorunları ortaya çıkartırken, diğer taraftan, Türkler Dünyasında oluşan fırsatların göz göre göre elden gitmesine seyirci kalınması durumunu ortaya çıkartmıştır. Birleşmeye, kenetlenmeye o kadar susamış Türklerin başsız, eşgüdümsüz kalarak hayal kırıklıklarına uğraması durumunu ise daha da pekiştirmiş-tir. Hatta başka arayışlara sevk etmiştir. Bu durumun, Türkler Dünyası üzerinde hesap yapan kadim ve yeni güçlerce fırsata çevrildiği gözlemlenmektedir. Bunun en bariz örneği Şanghai İşbirliği Örgütü ve bu Örgüt çatısı altında gerçekleştirilmekte olan çeşitli projeler olmalıdır. Çin, ŞİÖ ile oluşturduğu ortama uygun olarak asırlık projesi veya ülkesinin emperyal büyük güç olması için hayati önem arz eden Yeni İpek Yolu projesini hayata geçirmeye başlamıştır.
“Normal” gibi gösterilen veya sunulan gidişatın sosyal ve psikolojik boyutu ile sosyolojisi mutlaka araştırılmalıdır. Çünkü bu gidişat, sadece Türkiye Türk sosyo-kültür yapısına, zihniyet dünyasına zarar vermekle kalmıyor, Türkler ara etkileşime de ciddi boyutlarda menfi etki yapmaktadır. Bu süreçte, Türklük ile ilgili çok önemli kavramların anlamlarının kaydırılması veya Türk düşmanlarının özlediği anlamları, değerleri istediği şekilde Türkçemize, alan yazına yerleştirmesine gayri ihtiyari bir aşağılık kompleksi içinde (büyük ihtimalle bilinçsizce) seyirci kalınması veya “Beni ısırmayan yılan bin yaşasın.”
zihniyeti ile hareket edilmesi esas tartışılması, eleştirilmesi gereken hususlardır.
İlgili sorunlar özetle sınıflandırıldığında, aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
1. Bilinçli veya Bilinçsiz Ayrıştırma,Ötekileştirme
Türkler dünyasında büyük emelleri olan güçlerce üretilerek işlenen “değer yüklü kavramlar”ın Türkçemizde aslına sadık tercümeleri bulunmaktadır. Aslına sadık bu tercüme kavramlar, umumi Türk toplumunun birliği ve dirliği açısından zararlıdır. Çünkü bu kav-ramları üretenlerin esas amaçları, var olan dil ve fikir birliğini parçalamak dolayısıyla onları daha kolay yönetmek, sömürmek idi. Umumi Türk tarihi ve kültürü alanında bilgi birikimi yetersiz, sosyal-politik hassasiyeti eksik zümrelerin işbu değer yüklü kavramları bilinçsizce tüketerek sorumsuz söylemler geliştirdiği, Türkler arası iletişim ve etkileşime zarar verdikleri sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.
Ruslar ve Çinliler onlarca yıllık sistematik politikaları ile yapamadıkları bu zümrelerin marifeti ile günümüzde çok daha kolayca yapılmaktadır. Örneğin; Azerbaycan Türkleri kendilerini tanıtırken “Ben Azerbaycan Türküyüm.” dedikleri hâlde, bahsi geçen zümreler onlara “Azeri” kimliğini veya etnonimi dayatmaktadır. Hatta bazıları onların Türk olmadıklarını “Azeri milleti” olduklarını yüzlerine söyleyebilmektedir. Bir diğer örnekte ise Doğu Türkistan Türklerinin kendilerini “Türkistanlı”, “Kaşgarlı Türk” veya “Uygur Türkü” diye tanıtmalarına rağmen bahsi geçen zümrenin onları “Uygur” olarak etiketlemekte ısrarcı olmaları durumudur. Hatta bazıları hakaret edercesine “Sincanlı”, “Sincan Türkleri”, “Çinliler” şeklinde isimlendirmekte veya bu şekilde hitap etmektedir. Oysa Rus ve Çinlilerin amaçları bilindiği gibi, birinin Azeri ötekisinin Uygur olarak “millet”leştirilmesi ve “Türk” olmadıklarının beyinlerine kazınması, içeride ve dışarıda bu şekilde kabul ettirilmesi yönündedir. 12 Nisan2018 tarihinde İstanbul’daki bir üniversitede verdiğim konferans sonrasında, Türkistanlı lisansüstü öğrenciler ile Türklük üzerine yaptığımız münakaşa esnasında onlardan birinin anlattığı bir örnek olay çok düşün-dürücüydü. İstanbul’da bir devlet üniversitesinin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde çalışan, Türkoloji alanın-da tanınmış bir profesör, ilk derste kendisini “Doğu Türkistan Türkü” olarak tanıttığı için onu çok kaba bir şekilde azarlamış ve onların kesinlikle “Türk” olmadığını, “Uygur milleti” olduğunu bağırarak söylemiş. Hatta dersinde ve bölümünde bir daha böyle konuşamayacağını belirterek tehdit etmiş. Buna benzer örneklere bizzat şahit olmakla birlikte, yaşanmış örnekleri birçok kez dinlemişliğimiz vardır. Burada, bu alanda uzman olduklarını söyleyen bilim adamı sıfatı taşıyanların neden bu kadar fazlaca Rus ve Çin ideolojisinin güdümüne girebildiği, bizi düşünmeye sevk etmektedir. Hatta Türklerin çoğunlukta olduğu bir ortamda, bu kadar cesurca Türk karşıtı söylemde ısrarcı olabildiği de düşünülmesi gereken bir husustur.
Bir diğer önemli örnek olay ise “Reina Saldırısı” sonrası terör şüphelisinin muhtemel kimliği üzerin-deki haber ve spekülasyonların Türkistan Türkleri üzerinden yürütülmesidir ki, dehşet verici boyutlara ulaşmıştır. Açıktan hedef gösterme düzeyine varan bu haber ve söylemlerde Türkiye’deki medyanın ne kadar sorumsuz ve “yönetilebilir”, “yönlendirebilir” hatta kolayca “satın alınabilir” olduğudur. Diğer taraftan ise bazı siyasilerin bilinçaltına yerleşmiş olan büyük ihtimalle, cumhuriyetin erken dönemlerindeki Türk ulusu inşa sürecine direnen daha sonraki çok parti-li süreçte Türk ve Türk devleti düşmanlığı üzerinden inşa ettikleri ideolojik tavırlarını böyle durumlarda bir anda nasıl dışa vurabilecekleri, onların kasıtlı söylemlerinde açıkça görülmesidir. IŞİD’li veya PKK’lı teröristin Boşnak, Arap, Kırmancı, Sorani, Zaza, Yezidi, Ermeni, Çinli veya Alman etnik kimliği üzerinde durmayan fikri kiralık medya temsilcileri ile beyni boş satılık siyasetçilerin olayın hemen akabinde dil birliği yapmışçasına şüphelinin “Kazak”, “Kırgız”, “Özbek” daha sonra “Uygur” hatta “Uygur Türkü terörist”, “Doğu Türkistan vatandaşı”
gibi hep etnik/boy adı ile anmaya başlaması, Başbakan yardımcısı sıfatını taşı-yan malum bir zatın TV ekranlarından “Terörist muhtemelen Uygur.” demesi hayret verici olmakla birlikte bu söylemi sürdürenlerin Türkler hususunda pek de iyi niyetli olmadıkları anlaşılmıştır. Onların bilinçsiz olduklarını söylemek veya onların avukatlığına soyunmak yine Türklere düşecek, utanmadan “Kardeşim, ne var bunda?” diyebileceklerdir; nitekim diyenler de ol-du. İçinde çok şeyin olduğunu anlayamayacak kadar cahil ve inceliği sezemeyecek kadar hantal, üstelik ahmak oldukları her hâllerinden bellidir.
İşin en garip tarafı ise, süreç devam ederken kimsenin durumdan rahatsızlık duymaması, başta “Türk Birliği” vizyonu ve misyonu olan STK, resmî kurum ve kuruluşların sessiz kalması daha da düşündürücüdür. Komedyen Recep İvedik’in son filminin fragmanında
“Men seninle cenk eylemeye gelmişem.” diyen Azerbaycanlı bir Türk boksöre “Ben de senin ağzı burnunu gırmaya gelmişem.” diyerek Azerbaycan bayrağının bulunduğu yere bir yumruk atmasıyla Azerbaycanlı Türk’ün iki metre öteye düşerek yere serilmesi… Görüntüler başta Azerbaycan Türkleri olmak üzere umumi Türk bilincine sahip diğer Türkler arasında çok rahatsızlık yaratmıştır. En çok “Türk gardaşımız neden yumruğunu Ermeni’ye değil, Azerbaycan Türküne vurur.”
şeklinde sorgulanmıştır. Türkiye’de yaşayan Azerbaycanlı Türk akademisyenlerin bazıları rahatsızlıklarını medya aracılığıyla dile getirmişlerdir. Burada dikkatimizi çekmesi gereken, neden Türkiye Türkü bir akademisyen veya siyasetçi bu durumdan rahat-sız olmadı veya oldu ise, bunu anında ilgili mekân ve mercilerde dillendirmediğidir. Daha doğrusu, böyle bir senaryoyu yazan, sahneleyen, oynayan ve sunan zihniyet, “Nasıl bu kadar cüretkâr ve sorumsuz olabil-di?” sorgulamasının yapılmamasıdır.
2. Anlam Kaydırma veya Tüketme: “Türk Dünyası”
Türklerin sosyal, kültürel ve politik örgütlenme-sine pek uyumlu olmayan Batı tarzı ulus-devlet modeli Türkiye’de beklenen veya Batı’da başarılan tarzı ile gerçekleşmemiştir. Aksine yeni yeni sorunlar yaratmıştır. Özellikle, modernleşme sürecinde baskın olan oryantalist zihniyetler toplum içinde sürekli öteki yaratmış, yaratılan ötekiler zaman zaman restleşme veya inatlaşmaya varan sürtüşmelerde ısrarcı olmuştur. Bunun siyasette yansıması daha kötü ol-muş, bir nevi rövanş alma kısır döngüsü içinde ülke ve millet enerjisi tüketilmiştir veya hâlen tüketilmeye
devam etmektedir.
Türkiye Türk toplumu bu tarz yapılanma ile fikri üretimde başarılı olamadığı gibi diğer alanda da tam manası ile üretici olamamıştır. 1980 sonrasında hızla tüketici toplum olma yönünde ilerleyen Türkiye’de, Türk toplumu her alanda tüketen kitleye dönüş(türül)müştür. Akademya, özellikle milli manevi değerlerdeısrar etmeye çalışan muhafazakâr kesim fikri üretim değeri kalınca üretim tüketimi karşılayamamış, var olan değerler de araçsallaştırılarak tüketilmeye başlanmış hatta bir nevi tüketim yarışına girildiği gözlemlenmiş-tir. Türklük ile ilgili değerlerin, kavramların da bu süreçten nasibini aldığı görülmektedir. Özellikle, birleştirici ve bütünleştirici kavram olarak ortaya çıkan
Türk Dünyası kavramı da araçsallaştırılmıştır. Bu süreçte bu kavramın anlamının kaydırıldığı, Türkiye ve Balkan Türklerinden ayırt etme, zaman zaman da oryantalist zihniyet ile “ötekileştirme” tutumlarını gizlediği görülmüştür.
Oysa Türk Dünyası, genel olarak yeryüzündeki Türklerin yaşadıkları yerleri, özel olarak ise Türklerin günümüzde yoğun olarak yaşadığı Balkanlar, Anadolu(Bayırbucak, Halep, Kerkük-Telafer-Musul) İran, Kafkasya, İdil-Ural, Uluğ Türkistan, Kuzey Afganistan ve Sibirya bölgesini kast eder. Fakat son yıllardaki yaygın kullanımı ve sözlü dildeki vurgular ise Türkiye’nin dışındaki eski SSCB sınırlarında kalan Türklerin yurtlarına gönderme yapmaktadır. Daha da daraltılarak SSCB’den ayrılan bağımsız Türk Cumhuriyetlerine vurgu yapıldığı da gözlemlenmektedir.
3. Değersizleştirme veya Ötekileştirme: Türk Dilleri; Türki Halklar
Batı’nın Doğu’ya karşı kesin üstünlüğünün tescillenmesi veya kabullenilmesi sonucunda, Türklerin batı şubesi olan Osmanlı Türkleri, devletinin gerileyişini durdurmak, tekrar eski gücüne kavuşmak amacı ile Batı’nın kendinden üstün olan yönlerini öğrenme ve bünyesinde ıslahatlar yapma yolunu tercih etmiş-tir. Fakat pratikteki uygulamalar, ortaya çıkan sonuçlar beklenileni vermemiş; aksine devletin gerileyişi devam etmiş ve sürekli toprak kaybedilmiştir. Aslına bakıldığında, bu süreçte, Osmanlı devleti sadece toprak kaybetmiyordu, Batı ile “temas”ta bulunanları da kaybediyordu…
Batı’nın Doğu’ya karşı kesin üstünlüğünün tescillenmesi veya kabullenilmesi sonucunda, Türklerin batı şubesi olan Osmanlı Türkleri, devletinin gerileyişini durdurmak, tekrar eski gücüne kavuşmak amacı ile Batı’nın kendinden üstün olan yönlerini öğrenme ve bünyesinde ıslahatlar yapma yolunu tercih etmiş-tir. Fakat pratikteki uygulamalar, ortaya çıkan sonuçlar beklenileni vermemiş; aksine devletin gerileyişi devam etmiş ve sürekli toprak kaybedilmiştir. Aslına bakıldığında, bu süreçte, Osmanlı devleti sadece toprak kaybetmiyordu, Batı ile “temas”ta bulunanları da kaybediyordu…
Kaybedilen en önemli şey belki güvendi, daha doğrusu maziden gelen ve sürekliliği olan millî-yerli hazinenin göz ardı edilmesinden dolayı kademeli olarak kaybedilen özgüvendi. Bu özgüven, diğer adıyla kültürel özgüven idi. Kültürel özgüven öyle bir şeydi ki, kimilerine göre “ahmak”
kimilerine göre ise cesur duruş için lazım olan tevekkülcü ruh, yaratıcı zekâ ve inancın iksiri idi. Bu kültürel özgüvenin kaybı, özellikle çoğu “okumuşlar” veya “Batıyı görmüşler”de bir nevi psiko-patolojik durumu ortaya çıkartmıştır. Batı’nın her şeyinin üstün ve doğruluğu, Doğu’nun kötü ve değersizliği, hatta yanlışlığı düşüncesi ve bu düşünceye uygun davranış modelleri, söylemler…
kimilerine göre ise cesur duruş için lazım olan tevekkülcü ruh, yaratıcı zekâ ve inancın iksiri idi. Bu kültürel özgüvenin kaybı, özellikle çoğu “okumuşlar” veya “Batıyı görmüşler”de bir nevi psiko-patolojik durumu ortaya çıkartmıştır. Batı’nın her şeyinin üstün ve doğruluğu, Doğu’nun kötü ve değersizliği, hatta yanlışlığı düşüncesi ve bu düşünceye uygun davranış modelleri, söylemler…
Batı’da nispeten doğal bir seyir içinde ortaya çıkan bir çeşit sosyal değişme süreci olan modernleşme, aynı zamanda bir felsefi düşünüş biçimi ve yaşam tarzı iken, Türkiye’de ise dışarıdan veya tepeden aşağıya doğru zorlanan bir siyasi proje olarak ortaya çıkmıştır. Türk toplumunun sosyo-kültürel yapısının doğal seyrine pek de münasip olmayan zoraki müdahale olarak belirmiştir. Modernite veya Modernizmin formatlayıcı, zorlayıcı ve tektipleştirici özellikleri toplumda çeşitli sorunları ortaya çıkartmış, gruplar arası bölün-meyi de hızlandırmıştır. Her şeyden önce, toplumda ilk olarak Modern olan ile olmayan veya Batılı olan ile Doğulu olan arasında keskin çizgili değer yüklü ayırım önceleri Modernistlerce yapıldıysa, daha sonra ötekileştirilenler de kendi aidiyetini pekiştirmek için belirli değerleri ideoloji hâline getirerek toplumda ada veya adacıklar oluşturmuştur.
Konumuz itibarıyla Türklük ile ilgili düşünceler, fikirler başlangıçta umumi Türkleri kuşatacak şekilde geçmişten kopmayan, umumi Türk sosyal ve kültürel dokusuna yabancı olmayan yerli kavramlar ile desteklenerek geliştirilmeye çalışıldı ise daha sonraki dönemlerde sürekliliğini koruyamadığı mevcut durum-dan anlaşılmıştır. Özellikle, milli eğitim ve kültür politikalarında açıktan veya gizlice yürütülen oryantalist zihniyet ağırlıklı uygulamalar, Türk toplumundaki bütün kompartımanları, düşünce gruplarını etkilemiştir. Öyle ki, kendi toplumunun içinden ve bütünlük açısından bakması gereken aydınlarda Erol Güngör’ün tabiri ile aşağılık kompleksi hâkim olmuştur. Türk ve Türk kültürüne, tarihine tepeden bakmak yaygın hâle gelmiştir. Bu durum günümüzde kendilerini Türk milliyetçisi olarak takdim eden bazı kimselerde dahi gözlemlenebilmektedir. Umumi Türk zihniyetinde ciddi sorunlar yaşadığı, söylemi ile eylemi arasında tutarsızlıkların diz boyu olduğu kolayca gözlemlenebilir olmuştur. Sonuçta, Türklük fikriyatının gelişerek daha kuşatıcı, mantıklı, rasyonel olamama durumu ortayaçıkmıştır.
Modernleşmeci zihniyetin dışlayıcılığı, kendini daima üstün tutma gayesinde ötekileştirme sorunu Türkler ara iletişim ve etkileşime zarar vermeye devam etmektedir. Bunun en önemli örnekleri ise yukarıda belirtildiği gibi kavramlarda ve kavramlara gizlenen manalarda, vurgularda kendini göstermektedir. Buna ek olarak oryantalist zihniyetin dürtüsü ve iliklere gizlenen Türk düşmanlığının konuşma esnasındaki jest, miniklerde ve tonlamalarda kendini belli etmesidir.
Tek bir Türkçe mi, Türk dilleri mi? Yoksa Türk lehçeleri mi? Türk lehçeleri ise ana Türkçe hangisidir? Ortak Türkçenin oluşturulması için neler yapılmıştır veya yapılmaktadır? Türki halklar mı? Türki milletler mi? Yoksa Türk boyları mı? Türk Cumhuriyetleri mi? Türki Cumhuriyetler mi? Hatta kimi zaman Türkiye Cumhuriyet leri olarak da karşımıza çıkar
4. Türk İzinin Silinmesi İçin Yaygınlaştırılan Yer Adları: Orta Asya ve Sincan
19. yüzyılın son çeyreğine, Çarlık Rusya’nın Batı’dan ve Mançu-Çin iş birliğinin Doğu’dan ilerlemesi ve işgalleri neticesinden birleşik Türkistan, bu iki güç tarafından paylaşılmıştır. Bu işgal ve paylaşım, İdil-Ural, Kafkasya ve Türkistan’ın bu iki emperyalist güçlerce sürekli parçalanmasının başlangıcı olmuştur. Yerel direnişler her alanda sürdürülmüş, fakat eşgüdüm yoksunluğu, sürekli karşı koyacak harici desteğin olmayışı gibi nedenlerden ötürü başarıya ulaşamamıştır. Türkleri yönetmede pek marifetli olan Çin ile Ruslar karşılıklı işbirliğinde olmuşlardır. Ruslar tarafından geliştirilen Marksist millet nazariyesi Türkleri uyduruk etnik adlarla bölerek yapay politik sınırlar üzerinde sözde milletleştirmeye çalışmış, bu tutum Çinlilerce de desteklenmiştir.
Çinliler tarihsel olarak işgal ettikleri yerlerin adını Çin kültürüne uygun adlar ile değiştirir, yerel kültür ve medeniyet izlerini silerler. Bu bağlamda Kâşgar Devleti’ni(1864-1878) ortadan kaldıran Çinliler, 1884 yılında bölgeye “Yeni Hudut, Yeni Teritorya” anlamlarına gelen “Xinjiang” adını vermiştir. İşbu tarihten itibaren, yerel yer adları Çince olarak yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. 1955 yılına kadar Çin-ce yer adları sadece Çinliler veya Çinci işbirlikçiler tarafından kullanılırken, bölgenin esas ahalisi olan Türklerin mutlak çoğunluğu asli adlarını kullanmış-tır. Ancak 1955 yılından sonra Çince adlar mecburi olarak yaygınlaştırılmıştır.
20. yüzyılın başlarında daha modern fikirler ile mücadeleyi sürdüren Türkler, 1934 ve 1944 yıllarında iki defa Doğu Türkistan adında iki cumhuriyet kurarak Çin işgalindeki bölgenin politik adının Doğu Türkistan olarak yerleşmesini sağlamıştır. 1955 yılından itibaren bu ad, Çinlilerce tamamen yasaklanmış, kullananlar ağır cezalara çarptırılarak sindirilmeye çalışılmıştır.
Doğu Türkistan dışında muhacerette yaşayan diaspora, Doğu Türkistan adını sürekli kullanmış ve yaşatmaya devam etmiştir. Türkiye’de ise, 2000’li yılların başına kadar resmî veya gayri resmî olarak Doğu Türkistan adı kullanılmaya devam edilmiştir. Ancak, ÇHC’nin 1990 sonrası Türkiye’de geliştirdiği stratejileri ve yetiştirdiği güçlü lobisinin etkisi ile Doğu Türkistan’a alternatif olarak “Sincan” adını yaygınlaştırdığı, özellikle basın-yayın ve politikacılar arasında güçlü şekilde yerleştirebildikleri görülmüştür. Diğer taraftan, Türkiye’de Türk alerjisi olan zihni sakat aydınların ve siyasetçilerin istekli olarak Sincan’ı, Doğu Türkistan’a tercih ettiği de bilinmektedir.
Ruslar, Türkistan’ın batısını işgal ettikten sonra millî birliğe gönderme yapabilecek her değer ile uğraşmıştır. Bu bağlamda, başlangıçta Türkistan adını resmî olarak kullandıysa da daha sonra Türkistan adının kullanılmasını yasaklamış ve yerine “Orta Asya”kavramını yerleştirmiştir. Bu kavram veya coğrafi ad, günümüzde Türkistanlılarca yaygın kullanıldığı gibi Türkiye’de de çok yaygın tüketilmektedir. Bu kullanım, Türkiye’de sınır tanımamakta, özellikle Türklük hassasiyeti “üstün” seviyede olanlar da psikolojik ve-ya kültürel rahatsızlık duymadan kullanmaya devam etmektedir.
Oysa her kavramı ilk ortaya atan, icat eden bir sahibi vardır ki, değer yüklüdür ve patentlidir. Bundan dolayı milli haysiyeti yüksek, kültürel hassasiyeti üstün milletler daima kendi kavramlarını yaratma ve kullanma peşindeler. Bunu işbu toplumun güçlü şekilde mevcudiyetlerinin teminatı gibi görürler. Bu bağlam-da “Orta Asya” kavramı Ruslar açısından önemlidir ve değer yüklüdür. Aynı şekilde, İngilizler kendilerini dünyanın merkezine koyduklarından bu yana Asya’yı sırası ile “Yakın Doğu”, “Orta Doğu”, “Uzak Doğu” şeklinde ayırmıştır. Araplar bile Türkistan’a Maveraünnehir demişken, Biz Türkler neden kendi coğrafyamızın gerçek adı olan Uluğ Türkistan, Türk ilini diriltmiyor, yaygınlaştırmıyoruz? Aynı şekilde o kadar geniş coğrafyada sürekli hareket hâlinde olan ecdadın dünyanın çeşitli bölgelerine verdikleri adları neden diriltmiyoruz? Soruları düşündükçe kişiyi rahatsız ediyor.
Sonuç
Özetlemek gerekirse küreselleşen dünya yeni bir çağa girerken belirleyici konumda olan Batı medeni-yetinin artık yavaş yavaş sahneden çekilmeye başladığı veya insanlığın daha rahat ve uyum içinde bir arada yaşayabilmesi için pek fazla reçetesinin kalmadığı görülmektedir. Batı medeniyetinin yarattığı veya bırak-maya devam ettiği enkazı kaldırmak, yaraları sarmak ve daha güzel bir dünya düzeni inşa etmek, sorumluluk sahibi milletlerin mesuliyeti kategorisindedir. Bu milletlerin sayısı fazla olmamakla birlikte medeniyet inşa etme potansiyeli olan, geçmişteki şanlı tarihini çağın şartlarına uygun şekilde tekerrür ettirebilecek adayların sayısı parmak sayısı kadar azdır. Türk milleti, bir bütün olarak bu medeniyet davasında ön saar-da yer alıyor gibidir. Çünkü bu milletin Doğu şubesi sömürge ve yutulma karşısında henüz yok olmamış, Batı şubesi de neredeyse 200 yıllık Batı ile yakın te-mas veya bazı dönemlerdeki topyekûn “Batılılaşma” serüveninde dahi köklerinden topyekûn koparak bir Bulgaristan olmamıştır. Her iki tarafta “el-esir” olmak istemeyen veya edilemeyen, biyolojik ve kültürel genlerinde saklı asil bir duruş, dürtü, mensubiyet şuuru ve atalar hafızası, bu milleti tekrar sahneye sürükleyecektir.
Bize göre bu “sürüklenme” kaçınılmazdır ve Türklerin kendi mevcudiyetleri açısından da zorunluluktur. Türklerin kendi iç birliğini sağlayarak bu ulvi ülkü uğruna çalışması gerekecektir. Bunun için kendi kimliğini, umumi Türk bütünlüğü içinde kültürel özgüven enerjisiyle ecdat geleneklerinden kopmayarak yeni-den pekiştirmesi, ihya etmesi önem arz edecektir. Bu hususta, yukarıda sıralanan sorunlar üzerinde ciddiyet ile kafalar yorulmalı, tespit edilen sorunların çözümü için alternatier üretilmelidir. Ortaya çıkan öneriler, Türkler arasında hızla yaygınlaştırılmalı, Türk devletlerinin eğitim, kültür politikalarının mihveri olması için çalışılmalıdır. Bu bağlamda biz şunları öneriyoruz:
1. Özellikle Türk kökenli ve Türkçe düşünen aydınların özeleştiri kültürünü geliştirmesi, eleştirirken geliştirici, tedavi edici ve yapıcı olması, en önemlisi alternatif reçeteler sunabilmesi gerekmektedir.
2. Başta Türkiye’deki Türk milliyetçileri, çilekeş ülkücüler olmak üzere, diğer Türk yurtlarındaki milliyetperverler, Türk severler mutlaka modernist-oryantalist zihniyetin, hatta Batıcı, Rusçu, Çinci, Farsçı, Arapçı, Rumcu varyantlarının ötekileştiriciliğinden bir an evvel kurtulmalı, Türk’ün öz kültürü temel alan, gelenekten beslenen özgüveni tam bir çağdaş zihniyetin oluşturulmasına çalışmalıdırlar.
3. Başta Türkiye’deki Türk milliyetçileri, çilekeş ülkücüleri olmak üzere, Batı Türk aydınları doğusuna kem gözle bakma, kendinden aşağı görme veya ayırt etme alışkanlıklarından hızla vazgeçmelidir-ler. Daha kucaklayıcı yöntem geliştirmelidirler. Bu bağlamda, Modernist-Oryantalist ve Rusçu zihni-yetin tuzağı olan boy-etnisite temelindeki isimlendirme, gruplandırma yerine geleneksel coğrafyaya dayalı isimlendirilme tercih edilmelidir. Örneğin; Kâşgarlı, Tebrizli, Konyalı, Astanalı, Kazanlı Türk…gibi.
4. Tüketilen, içi boşaltılan veya oryantalist zihniyetin hedefi olmuş, anlamı kaymış kavramların yerine daha güncel, anlamlı ve gerçekçi kavramlar türetilmeli ve kullanıma sunulmalıdır. Örneğin, yukarıda üzerinde durulduğu üzere “Türk Dünyası” kavramı tüketilmekle birlikte anlamı kaydırılmıştır. Bütün Türkleri kapsayacak genişliği ve derinliği daraltılmıştır. Bunun yerine daha gerçekçi ve kucaklayıcı
“Türkler Dünyası”
kavramını öneriyoruz. Çünkübu kavram Türk’ün topluluk olarak yaşadığı, kül-türel olarak var olduğu her yerdeki, her kıtadaki Türkleri kapsar.
5. Değersizleştirilen veya ayrıştırmak amacı ile hem sonucu itibarıyla Rusçu-Çinci zihniyete hizmet eden kavramlardan “Türki” kavramı ve onun türevleri olan “Türki Halklar, Türki Milletler, Türki Cumhuriyetler” gibi Türkiye ve Türkiye Türkleri ile ayrıştıracak zihniyet ile mücadele edilmeli, “Türk”te ısrarcı olunmalıdır.
6. Değer yüklü, Rus-Çin merkezli yer adlarının bilinçli veya bilinçsiz kullanımına karşı çıkılmalıdır. “Orta Asya” değil,
Türkistan; “Sincan” değil Doğu Türkistan’da ısrarcı olunmalı, zıddına karşı çıkılmalıdır. İngiliz merkezli coğrafi yer adlarının yerine Türk merkezli yer adları tercih edilmelidir. Örneğin; “Uzak Doğu” yerine Doğu Asya kullanılmalı ve yaygınlaştırılmalıdır.
7. Son olarak, belki iyi niyette kurulan fakat günümüzde niceliği ve niteliği kontrol edilemeyen Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları bölümleri ile çıktılarının Rus ideolojisi eksenli ve Çin emelli Türkoloji’nin çakmasına, uzantısına dönüşme ihtimali; Türk dil, edebiyat ve kültür birliği açısından tartışılmalı, sorunları üzerine cesurca gidilmelidir.
Kaynak: Türk Yurdu dergisi
Sayı: Temmuz 2018
https://www.academia.edu/37072821/T%C3%9CRKL%C3%9C%C4%9E%C3%9C_%C4%B0LG%C4%B0LEND%C4%B0REN_BAZI_KAVRAMLARIN_SOSYOLOJ%C4%B0K_ANAL%C4%B0Z%C4%B0_VE_%C3%96NER%C4%B0LER