1923’te kurulan son Türk devleti Türkiye Cumhuriyeti’nde, 1938 milat alınırsa Türk devlet gelenekleri gereği hükümet değiştikçe Türk devletinin temel politikaları da değişmemeliydi. Çünkü binlerce yıldır süregelen devlette devamlılık esası, Türk milletini bugünlere taşımıştır.
Bilhassa cumhuriyetin kalkınma dönemlerini ve Türk milletinin millî servetlerini hedef alan emperyalist devletler; geçmişte Sevr ile yaptıklarını, 1938’den bu yana Sevr’in devamı olan Büyük Orta Doğu Planı ile uygulamaya koydular.
1960 yılından sonra Türkiye Cumhuriyeti üzerinde faaliyetlerini yoğunlaştıran yayılmacılar, geçmişten farklı olarak 1964 yılından itibaren bu defa da Türk gençlerini hedeflerine aldılar. Onları; solcu, sağcı ve İslamcı olarak tanımlamaya çalıştılar. Bunda da ne yazık ki muvaffak oldular ve binlerce Türk gencini, ayrıma tabii tutmadan hayatlarından ettiler. Oysaki yayılmacıların ve içimizdeki ayrılıkçıların önündeki en büyük engel, Türk milliyetçileriydi.
Onlar, Türk devletine ve Türk milletine hizmet ederken hiç pişmanlık duymadıkları gibi ayrılıkçı fikirlere de sahip olmadılar. Çünkü Türk milliyetçileri, Türklüğün binlerce yıldır süregelen derin bir kültürün bütünü ve tek temsilcisinin yüce Türk milleti olduğunu asla akıllarından çıkarmadılar. Atatürk’ten aldıkları ilhamla daima toplumcu fikirlerin ve eylemlerin öncüsü oldular.
Türk insanı, tarihinin hiçbir döneminde ırkçı olmamış, ilerici olduğunu iddia eden ayrılıkçılar gibi toplumu kutuplaştırmamıştır. Gelişen dünyayla her dönemde barışık olmayı, çağın gereklerine uymayı, bu sayede bilimin ışığıyla yüksek vasıflı insan yetiştirmeyi ve Atatürk’ün deyimiyle uygarlık seviyesine ulaşmayı amaç edinmiştir.
O hâlde Türklüğünden taviz vermeyen biz Türk milliyetçileri; Karl Marx, Friedrich Engels, Lev Troçki gibi isimlerin kapitalizmle kavga eden ideolojilerine kendimizi dâhil etmeyerek yüce Atatürk’ün çizdiği yoldan “egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir” diyerek ilerliyoruz. Çünkü Atatürk, Türk Mîsâk-ı Millî’sinin dışında olan Türklere de ulaşmamız gerektiğini söylemiş ve Türkiye’nin birliğini Türk birliği olarak benimsemiştir.
Sonuç olarak milletler ailesinin en değerli üyesi olan yüce Türk milletinin bilimde, kültürde, sanatta ve her alandaki yükselişini; ancak ve ancak “dilde, fikirde, işte birlik” olma ifadesinde ve toplumcu sistemde aramamız gerekiyor.