Thomas Hobbes, 17. yüzyılda yazdığı kült eser Leviathan’da insanın özü itibariyle kötü olduğunu ileri sürmüştür. Yakın tarihte yaşanan olaylar ele alındığında Hobbes’a hak vermemek mümkün değildir. Nitekim son yüzyıl içerisinde hiç görülmemiş boyutta şiddet olayları yaşanmıştır. Bu şiddet olaylarını, sadece iki büyük dünya savaşın bağlamamak gerekir. Bu iki büyük savaş dışında, Ruanda, Burundi, Demokratik Kongo, Bosna ve Kosova gibi yerlerde yaşanan iç çatışmalarda da milyonlar hayatını kaybetmiş ya da hayatlarının kalan kısmını büyük acılar içinde geçirmelerine sebep olacak gayri insani fiillere maruz kalmışlardır.
İşte bu durum karşısında 1998’de uluslararası toplumu tehdit eden ve en “ciddi” olarak nitelendirilebilecek uluslara rası suçları yargılayacak daimi bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulması yolunda önemli bir gelişme olan Roma Statüsü kabul edilmiştir. Türkiye şu an itibariyle Roma Statüsü’ne taraf değildir. Statü gereğince, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin faaliyete geçebilmesi için 60 ülkenin onayı beklenmiştir.
Gerekli 60 onay sayısına 2002 yılında ulaşılarak 15 Nisan 2015 tarihi itibariyle kuruluş anlaşması 139 devlet tarafından imzalamış ve 123 devlet tarafından onaylanmıştır. Bu mahkeme 1 Temmuz 2002 tarihinde Lahey’de kurulmuştur. Bugün belki de her zamankinden daha çok bu mahkemeye ihtiyaç vardır.
Uluslararası daimi bir ceza mahkemesine ihtiyaç duyulmasının nedenleri ve bu mahkeme ile ulaşılması düşünülen amaçlar şu şekilde sıralanabilir: Çatışmalara son vermek, uluslararası barış ve adaleti sağlamak ve bunu korumak, uluslararası toplumun vicdanını yaralayan suçların faillerinin cezasız kalmasını engellemek, gelecekte suç işleyebilecek potansiyel suçluları caydırmak ve ad hoc mahkemelerin eksikliklerine çözüm oluşturmak.
Bu sebepler ve amaçlar günümüz perspektifinden değerlendirildiğinde iki yılı aşkın süredir neredeyse 6 milyon insanın ölümüne neden olan COVİD – 19 virüsünün uluslararası topluma verdiği zararın büyüklüğü tartışılmaz bir gerçektir. Dolayısıyla bugün gelinen noktada genel ceza teorisi ve uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde COVİD -19 virüsünün ortaya çıkışı ve yayılışı ile ilgili değerlendirmeler yapmak biz hukukçuların görevidir.
Bu çerçevede bu yazıda kısaca uluslararası ceza hukuku pratiğine ve Sayın Mahkeme’ye hazırladığımız dilekçeye değineceğiz.
Konu öncelikle usul açısından ele alınmalıdır. Roma Statüsünde Uluslararası Ceza Mahkemesinin incelemeye yetkili kılındığı dört suç vardır; soykırım suçu (genocide), insanlık aleyhine suçlar (crimes aga- inst humanity), savaş suçları (war crimes), saldırı suçu (crimes of agg – ression). Ayrıca mahkeme, sadece gerçek kişileri yargılama yetkisine sahiptir; kamu hukuku tüzel kişileri veya özel hukuk tüzel kişileri bu mahkeme önünde yargılanamaz.
Roma Statüsüne taraf ülkelerin devlet sınırları içinde veya bir taraf ülke vatandaşı tarafından işlenen suçlar Mahkemenin yetkisi içine girer. Taraf olmayan ülkeler de Mahkeme’yi belirli bir suç için yetkilendirebilir. Mahkemenin önüne bir suç üç farklı şekilde gelebilir. Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı mağdur ya da ailesini içerecek şekilde herhangi bir kaynaktan gelen bilgiye dayanarak, işlenmiş bir ya da birden fazla suçun söz konusu olduğu bir durum hakkında soruşturma başlatabilir. Roma Statüsünü onaylayan devletler, işlenen bir veya birden fazla suçun olduğu bir durumun soruşturulması için savcıdan talepte bulunabilirler ve bu talep Savcı tarafından kabul edilebilir. Son olarak da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, işlenen suçun soruşturması için savcıdan talepte bulunabilir ve bu talep Savcı tarafından kabul edilebilir. Somut olayda bir taraf Devlet ya da BM Güvenlik Konseyinin böyle bir talepte bulunması söz konusu olmadığı için ilk ihtimal üzerinde durulacaktır.
COVİD -19 virüsünün sebep olduğu can kayıpları, ekonomik ve sosyal tahribat göz önünde tutularak ön- celikle bu dört suç tipinden hangisine dahil olacağı, sonrasında da şüpheli olarak işaret edilecek ger- çek kişilerin kim olacağı konusunda düşünülmelidir. Kanaatimizce CO- VİD -19 virüsü ile ilgili durum değerlendirildiğinde tartışılması gereken suç Roma Statü’sünün 7. maddesinde düzenlenen İnsanlığa Karşı Suçlar’dır. Bu maddede Statünün amacı doğrultusunda, “insanlığa karşı suç”, herhangi bir sivil nüfusa yönelik yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak işlenmesi koşuluyla sayılan fiillerden biri olarak tanımlanmıştır. Bu fiiller on bentte sayılmış ve son olarak da “kasıtlı olarak ciddi ıstıraplara ya da bedensel veya zihinsel veya fiziksel sağlıkta ciddi hasara neden olan benzer nitelikteki diğer insanlık dışı eylemler.” denilerek bir şemsiye hüküm eklenmiştir.
Bu hüküm Statü kaleme alınırken öngörülmesi imkansız olan ancak insanlığa karşı suç olarak değerlendirilmesine yetecek zarara sebep veren fiilleri kapsayacaktır. İnsanlığa karşı suçun savaş suçlarından ayrıldığı en temel nokta silahlı çatışma (armed conflict) unsurunun bu suç için gerekli olmamasıdır. Dolayısıyla COVİD -19 virüsünün – suçun diğer unsurlarının tamamlandığı varsayıldığında – bu kapsama dahil olacağı görüşündeyiz.
Genel ceza teorisi çerçevesinden bakıldığında suçun manevi unsuru (mens rea) üç şekilde ortaya çıkabilir: kast, taksir ve olası kast. Manevi unsurun şekline göre sorumluluk da biçimlenir. COVİD-19’un ortaya çıkışı ve onunla beraber geçirdiğimiz iki yıl üzerine düşünüldüğünde taksir ve olası kastın sınırlarının aşıldığı kanaatindeyiz. Zira taksirle işlenen suçlar “zorunlu davranış kurallarına uymak suretiyle önlenebilecek bir fiilin bu kuralların ihlal edilmesi suretiyle istenmeyerek gerçekleştirilmiş olması”dır.
COVİD – 19 virüsünün tam olarak ne şekilde Wuhan’daki laboratuvardan yayıldığını bilmesek de; bildiğimiz şu ki yetkili kişiler Dünya Sağlık Örgütüne yapmaları gereken bildirimi doğru zamanda yapmamış ve belki de virüsün yayılma seyrinin değişmesini sağlayabilecek bilgileri vermemişlerdir. Bu da ilgili gerçek kişilerin sorumluluğunu doğuracak bir hadisedir.
Statü m.21/1/b ve c’de mahkemenin muhakeme esnasında kullanacağı kaynaklar sayılmıştır. Bunlar; aynı zamanda genel olarak uluslararası hukukun da kaynaklarından olan, “uygulanabilir uluslararası antlaşmalar, uluslararası hukukun prensip ve kuralları ile genel hukuk ilkeleridir.” Uygulanabilir olan antlaşmaları tespit etme yetkisi mahkemenin olsa da, Dünya Sağlık Örgütü Kurucu Antlaşması’nı bu niteliğe sahip bir uluslararası antlaşma olarak değerlendirmek isabetli olacaktır. Kurucu Antlaşma’nın 1. maddesinde örgütün amacı, tüm insanlar için mümkün olan en yüksek sağlık düzeyini elde etmek olarak belirlenmiştir ve 2. maddesine göre de bu amaçla uluslararası sağlık alanında yönlendirici ve eşgüdüm sağlayanbir otorite olarak çalışacaktır.
Bu bağlamda bulaşması ölümcül olan bir hastalığın yayılmasını zamanında ve etkili bir şekilde bildirmemek bu antlaşmanın ihlali sayılmalıdır. Göz önünde tutulması gereken bir başka antlaşma “The Convention on the Prohibition of the Development, Production and Stockpiling of Bacteriological (Biological) and Toxin Weapons and on their Destruction” dır. Bu antlaşmayı da mahkeme takdir yetkisini kullanarak kaynak saymalı ve COVİD – 19 virüsünün ortaya çıkışı ve yayılmasıyla ilgili gerekli soruşturma yürütüldükten sonra bu antlaşma özelinde de değerlendirme yapmalıdır. Nitekim, mahkemenin kullandığı diğer hukuk kaynakları bakımından da bu eylem ihlal olarak değerlendirilmelidir. Zira iyi niyet, kusur sorumluluğu gibi ilkeler uluslararası hukuk prensipleri ara- sında yer almaktadır.
Özetle, uluslararası ceza hukukunun amacı göz önünde tutulduğunda, son iki yıldır tüm dünya nüfusunu bu denli mağdur eden COVİD – 19 virüsünün ortaya çıkışı ve yayılışının uluslararası otoriteler tarafından kapsamlı şekilde incelenmesi gerektiği görüşündeyiz. Bu noktada Bill Gates’in 2015 yılında yapmış olduğu bir konuşmaya atıf yapılmalıdır: “Önümüzdeki birkaç on yıl içinde on milyondan fazla insanı öldüren bir şey olacaksa, bunun bir savaştan ziyade son derece bulaşıcı bir virüs olması muhtemeldir.” Bu tehlikenin ciddiyeti düşünüldüğünde bugünden gerekli hukuki önlemleri almanın hayati önemde olduğuna ve özellikle biz hukukçuların sahip olması gereken adalet nosyonundan dolayı uluslararası topluma karşı da büyük sorumlulukları olduğuna inanıyoruz. Yukarıda değindiğimiz noktalara ilişkin olarak Uluslararası Ceza Mahkemesine hazırladığımız dilekçenin altında da asıl bu inanç yatmaktadır.