Yeniçağ Gazetesi İmtiyaz Sahibi Ahmet Çelik ve yazarlarla sohbet edip sorularını cevaplayan Akşener, “Yarın oturduk o sandalyeye, 12 ay sonra tek haneli enflasyona düşülür.” dedi.
Meral Akşener: “Yarın iktidara gelsek 12 ayda enflasyonu tek haneye düşürürüz”
Ankara’da iftarda Yeniçağ yönetici ve yazarlarıyla buluşan İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu. Genel Başkan Yardımcıları Şenol Sunat ve Ünzile Yüksel ile birlikte iftara katılan Akşener, Yeniçağ Gazetesi İmtiyaz Sahibi Ahmet Çelik ve yazarlarla sohbet edip onların sorularını cevapladı. Karşılıklı görüş alışverişinin de yapıldığı sohbette gündeme gelen sorulara İYİ Parti lideri Meral Akşener’in verdiği cevaplar şöyle:
İYİ PARTİ’NİN EKONOMİK KRİZİ AŞACAK KARDO VE PROGRAMLARI VAR MI?
Bizim ekonomik kadromuz çok güçlü bir kadro. Ümit Özlale Hoca kalkınmacı. Erhan Usta, kamu maliyesini Türkiye’de en iyi bilen beş kişiden biri. Bilge Yılmaz, dünyanın en iyi 100 finansçısından biri. Ayfer Yılmaz, hem bakan, hem hazine müsteşarı. Cihan Paçacı, hepimizin bildiği, tanıdığı, duayen bankacı. Para politikalarını bilir. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz Bey bizde. Bunların bir de genç versiyonları var, aşağıda çalışan. Her birinin kurduğu ekipler var. Ben bazen diyorum ki bu arkadaşlarımıza “Bizi projeye boğdunuz.”
Ekonomi gitti… Bilge Yılmaz’ın söylediği bir şey var. Yarın oturduk o sandalyeye, 12 ay sonra tek haneli enflasyona düşülür. 15.1 milyon devlet okullarında okuyor. İlkokuldan lise sona kadar sabah kahvaltısıyla öğle yemeği verildiği zaman 26 milyar, 26 milyon lira yapıyor. Büyük para görünüyor değil mi? Haririlerin cebine, arkadaş, hepimizin vergilerinden 24 milyar lira koydu. Ben de diyorum ki, israfı kes, hırsızlığı kes, yolsuzluğu kes, arsızlığı kes, 25 bin lira huzur hakkı 5 yerden alamazsınız, böyle bir şey var mı… Bunları kesin. Daha üretim, istihdam, tarım, sanayi, onlardan bahsetmiyoruz, oraya gelmedik. Bu dediğim üç dört kalemi kesin, Türkiye sadece bununla bambaşka bir noktaya doğru gider.
Bir ara, grup konuşmalarımda her hafta proje anlattım. Fakat, imkanlarımız sınırlı. Televizyonların, basının, yayının yüzde 90’ı iktidarın elinde. Geri kalan az sayıdaki gazete, televizyon kanalı da çeşitli imkansızlıklar içinde yol gidiyor. Biz, yeni kurulmuş bir partiyiz. Sadece devletin verdiği, 9.97 oy almanın, grup kurmanın getirdiği bir hakla, sizlerin vergilerinden partilere verilen bir parayla yaşıyoruz. Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar bağış mekanizmasını da ortadan kaldırdı. Zaten şimdi insanlar çok fakir ama zamanında yapabilir konumdakiler de çekindi. Dolayısıyla bizim bağış gibi bir durumumuz yok. Böyle olunca iletişim imkanlarını, ulaşma imkanlarını sosyal medya ve konvansiyonel metotlar üzerinden götürüyoruz. Kapı zili çalıyoruz. 20 Ocak 2020’den beri ilçe ilçe, il il, dükkan dükkan esnaf geziyorum. Tabii ki sokaktaki insanların “Bunların ekonomik programı yok” demelerini ciddiye almak zorundayız. Ona yönelik bir iletişim metodu yaratmak zorundayız. Çünkü talep eden biziz. Biz ne talep ediyoruz? Oy talep ediyoruz. Seçmenin teveccühünü talep ediyoruz. Dolayısıyla, bu iletememe problemini ortadan kaldıracak gayretlerimiz var.
EKONOMİK ÇÖKÜŞTE İLE PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ’NİN İLGİSİ NEDİR?
Bu sistem esasında kendisi bir problem. Bildiğimiz başkanlık sistemi değil. Başkanlık sistemi var, yarı başkanlık sistemi var. Bunların kendi içinde denge ve denetleme mekanizmaları var. Başkanlık sistemini onaylayanlar olur, karşısında olanlar olur. Ben akademik dünyada olduğum süreçlerde de bu tartışılıyordu. Ben o dönemde de öğrencilerime veya katıldığım toplantılarda başkanlık sisteminin Türkiye için doğru olmadığını savunurdum. Bütün o denge ve denetleme mekanizmaları olsa dahi. Yanlış bir iş diye değil. Bizim 150-200 yıla dayanan bir parlamenter sistem birikimimiz var. Eksiğimiz var mı? Var. Yanlışlarımız var mı? Var. Demokrasinin tam ve kamil uygulanmasına yönelik yolculuğumuzda problemler var mı? Var. Bunları kabul ederek, iddiam şuydu: Biz parlamenter sistemi düzeltmek, eksiğini gediğini gidermek yerine direk başkanlık sistemine geçtiğimiz takdirde, bütün bu denge ve denetleme mekanizmaları olsa dahi en az 15 yıl günlük hayatımızdaki hukuki, kanuni değişimleri içselleştirmek ve onları hayata geçirebilmek için harcayacağız. En az 15 yıla ihtiyacımız var derdim. Türkiye niye 15 yılını kaybetsin? Tezim buydu. Denge ve denetleme mekanizmalarıyla gerçekten başkanlık sistemi referandumdan geçmiş; eleştirirsiniz, düzeltilmesini sağlarsınız. Ama bugünkü gibi bunu Türkiye’nin rejim problemi gibi, demokrasi problemi gibi görmezsiniz. Şu anda bizdeki sistem ne yarı başkanlık sistemi, ne bildiğimiz manada başkanlık sistemi. Bizdeki sistem partili cumhurbaşkanlığı sistemi. Sayın Erdoğan hem Cumhurbaşkanı, hem AK Parti Genel Başkanı. Tabii ki ekonominin altını üstüne getirir. Sadece bir anlayıştan bahsediyorum. AK Parti genel başkanı olarak Meclis kürsüsüne çıkıyor, konuşuyor. Bütün siyasilere, muhalefetteki genel başkanları tehdit ediyor, onlara hakaret ediyor, her türlü olmaması gereken bir dili ortaya koyuyor. Kendisine aynı üslupla cevap vermeye kalksanız Cumhurbaşkanına hakaretten mahkemelik oluyorsunuz. Bu üslubu filan geçtik, sıradan bir vatandaş, sadece bir derdini, eleştiri babında, duyun beni şeklinde ortaya koyduğu takdirde derhal Cumhurbaşkanına hakaretten hapse gönderiliyor. Bu uygulamaların olduğu, adaletin ortadan kalktığı, yargının esir alındığı, hukukun askıda bulunduğu bir devlette demokrasiden bahsedemeyiz. Demokrasiden bahsetmediğiniz zaman da ekonomiden bahsedemezsiniz. Çünkü ekonominin patronu güvendir. Yatırımcı ister Türk, ister yabancı olsun, böyle bir sistemde önünü göremez, nasıl yatırım yapabilir ki. Bugün iyi davrandılar bana, yarın beğenmediler, üzerime çökerlerse ne yaparım der. Bir insan her şeyi bilebilir mi. Sayın Erdoğan her şeyi biliyor. O sandalye ona her şeyi öğretti. Bakıyorsunuz; ekonomi gurusu. Onunla yetinmiyor; yaşam koçu. Yetinmiyor; Gençlerin mentörü. Yetinmiyor; diyetisyen. Şimdi her şey var. Bu ona yeni sistemin yansıttığı bir durum. Diyorlar ya, güç bozar, mutlak güç zaten bozar diye. Bizim bu seçimlerin en önemli mihenk taşı, elbette cumhurbaşkanlığını almak kaydıyla bu sistemin değişmesi. Onun için de hepimizin, muhalefetin içindeki bütün bileşenlerin bu netlikte ve bu kararlılıkta olması lazım. Bu sistemi değiştirmek birinci önceliğimiz.
MÜLTECİ MESELESİNDEKİ NET TUTUMUNUZU ÖZETLER MİSİNİZ?
Bakın Irak’ın kuzeyinden gelen göçleri bile bu ülke dışarıda tuttu. Sınır içine almadı. Irak’ın kuzeyinden bir göç dalgası yaşadık hatırlayın, destek oldu, para verdi, Özal döneminde, tarafsız bölge oluşturuldu, gıda vesair her şeyi yaptık ama sınır içine almadık. Türkiye’nin o günkü aklına bakın, bugünkü aklına. Devletin bana öğrettiği benim de arkasında kaya gibi durduğum bu. Bunda tavrımda toz zerresi kadar değişiklik yok.
Suriye meselesi ayrı. Suriye’den gelen çok büyük bir dalga o ayrı. Tamamen iktidar suçlu. Bunu bir kenara koyun. Suriye’den gelen neyse sayısı, o zaten blok şeklinde ayrı. Suçlusu tamamen bu iktidar ve bu insanlar gitmeli. Bu külliyetli miktarda, bu kadar büyük bir insan sayısı demografiyi bozar bırakın gerisini. Doğru değil. Bu taammüden, bilerek Türkiye’ye yapılmış bir kötülük. Bunun da faturası bu iktidara çıkmalı. Suçlusu Sayın Erdoğan. Türkiye göçte hendek haline getirildi. Gelelim Suriyelilerle ilgili meseleye. Suriyeli konusu tamamen Sayın Erdoğan’ın egosu, Erdoğan ve arkadaşlarının Müslüman dünyaya biz nizam veririz tanzim ederiz ruh halinin getirdiği bir sonuçtur.
Soru şu: Suriye’nin içişlerine Rusya el uzatmış olabilir. ABD el uzatmış olabilir. Biz niye el uzattık arkadaş? Bu sorunun cevabını bu yukarıdaki abiler vermek zorunda.
Tekrar söylüyorum: 12 yıldır bu ülke sığınmacı meselesini tartışıyor. Bu 12 yılda söylediğim her şey ortada; Doğru değil. Doğru değil. Doğru değil. Bu kadar insan demografiyi değiştirir. Olmaz. Dolayısıyla bu insanların ülkelerine dönmeleri gerekir.
Sığınmacı diye bir kavram var, bunlar Türkiye’den geçip gitse problem yok. Ama Türkiye’de kaldılar. Beşar Esad veya yerine gelmiş herhangi bir şahıs, “Ben bunların can güvenliğini sağlayacağım” diyene kadar gönderemiyorsun. Beşar Esad af çıkarıyor. Yakın zamanda yine çıkardı. Derhal gönderilmeliydi. Durum, uluslararası hukuka da uygun olmuştu.
Vatandaşlık verdiyseniz, vermişsiniz. Ben mi verdim? Hayır. Hesabı soruldu mu veren insanlardan?
4 milyonsa, 5 milyonsa ben onu bilmiyorum yekpare bir sığınmacıdan bahsediyoruz.
Bir şey daha var gözden kaçan. Atıp tutuyor bu arkadaşlar şunu harcadık bunu harcadık diye ama Suriye’den 160 milyar dolar para çıktı. 100 milyar doları batı ülkelerine gitti. 60 milyar dolar da bu ülkeye girdi. Onun için ev alabildiler. İşyeri açabildiler.
Bu arada bir de müthiş insanlık dramları var bu yapının içinde. Şartların getirdiği… Beşar Esad mıdır, başka biri midir anlaşılacak ve gönderilebildiği kadar gönderilebilinir. Gönderilecek. Başka türlüsü mümkün değil. Trenlere doldurun gönderin manasında söylemiyorum ama gönderilebilinir.
12 yıl olmuş. 5 yaşında gelen 17 yaşında, 10 yaşında gelen 22 yaşında, burada doğanlar… Bu son derece ciddi bir iş. Astım kestim demek mümkün değil, sadece ortamı gerersiniz.
Çok ciddi mesele. Türkiye’nin önündeki en önemli meselelerden bir tanesi. Bunun işsizlik boyutu var, ekonomi boyutu var, şu var, bu var hepsi tamam da demografisi var. Anlaşılacak ve gönderilecek başka çaresi yok.
Kanada’da yabancıya ev satışı durduruldu. Dünya bu noktada. Bizde kaç ev satıldı bilmiyoruz. Bir 59 bin duyduk ama ne bilmiyoruz. Türk vatandaşlığı vermişler. Ee vermişler yani. O kadar vahim işler var ki; 250 bin dolara veya 400 bin dolara 8 kişiye vatandaşlık veriliyor. 18 yaşından küçük bütün çocuklara vatandaşlık veriliyor. Bu bir mantık. Bizim bunu anlamamız gerekiyor. Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının iktidarlarını sürdürebilmek için yapamayacakları hiçbir şey yok. Bundan onu anlıyoruz. Konu üzerinde çalışıyoruz. Bu vatandaşlık meselesinin uluslararası hukuka göre durumunun ne olacağını öğreneceğiz. Vermişsin vatandaşlık, nasıl iptal edeceksin, yolu var mıdır, yok mudur?
Blok sığınmacıların, İstanbul’da ciddi mahalleleri, gettolaşmış alanları var. Onlarla ilgili de bir yol haritası yapıyoruz. Bunu paylaşacağız.
Bir tehdit olarak algılıyoruz. Ama, bunu satmışsın. Satan eli cezalandırman gerekirken, satın alanı düşman haline getirmenin yanlışlığını dile getirmeye çalışıyorum. Bu Türkiye’ye çok büyük zarar verir. Dilimi dikkati tutma nedenim o. O kadar kolay ki benim için dan dan konuşmak. Ama düşmanlaştırdığınız zaman Türkiye’nin iç dinamikleri bozulur. Tereddütümüzün bulunmadığı ama aşırı dikkatli olduğumuz bir konu bütün olarak. Endişelerim var benim Türkiye’nin iç dinamiklerine karşı.
Doğru yeri cezalandırmamız gerekiyor. O da oylarımızla. Demokrasiyle Sandıkta yapılmalı.
GENÇLİK BULUŞMALARIYLA İLGİLİ NELER SÖYLERSİNİZ?
Covid’in başından itibaren gençlerle zoom toplantıları yapıyorum. Ben soruyorum, onlar cevaplandırıyor. İnanılmaz bir bilgi birikimi oluştu bende. Çok ciddi bir iddianın sahibiyim. Gençleri bu ülkede en fazla dinlemiş kişiyim ben. 700’ün üzerinde gençle bir araya geldim. Mahalle delikanlıları deniliyor, oto sanayilerde çalışan çocuklarla da bir araya geldim. Onların taleplerine uygun çözümler üretmek için yaptık bunu. Kimi teyze, kimi mumy, kimi hocam diyor. Buluşuyoruz, ben onlara soru soruyorum onlar cevaplandırıyor. Ve kamuoyuyla paylaşılmasını istiyorlar. İnanılmaz. Anketlere göre İYİ Parti şu anda genç nesilden oy alan 2. parti. Yükselmeye devam ediyor. Esnaf dükkanlarında, ben sizi dinlemeye geldim diyordum, başka partiyi yermeyeceğim, kendimi övmeyeceğim, sizi dinleyeceğim. Amacın ne diyorlardı. Seçmeni velinimet yapmak. Seçmen çok uzun zamandır bu kutuplaştırma dili nedeniyle velinimet olmaktan çıktı. Gençler bunun farkında. Bütün herkes gençleri oy objesi olarak gördü. Bir buçuk yıl belki ikiye yaklaşıyor, hiç bundan bahsetmeden dinlemek basit bir şey değil. Ben oğlumu bu kadar dinlememişimdir anne olarak. Ve aileler olarak çok büyük eksikliklerimizi fark ettim. Gençler bütün değil, tek ortak noktaları var hem vicdanlılar, hem keyifçiler. Tembellik değil bakın. En son bu hafta görüştüğüm bir genç, “Bana bir gençlik borçlu bu iktidar. Gençliğimi elimden aldı” dedi. Bir tane 19 yaşında bir genç, “Benim önüme bakmam, hayal kurmam, umut etmem için kafamı midemden kaldırmam lazım.” Bu hepimize çok ayıp. Kalıcı çalışmalar yapıyoruz.
6’LI MASA ÇALIŞMALARINDA SON DURUM NE?
İşbirliği içinde 6 farklı parti var. Her birinin seçmene ulaştığı alanlar, özellik ve öncelikleri farklı. O masada Sayın Kılıçdaroğlu’nun davetinde oturduğumuzda herkesin birbirini anlamaya çalıştığı bir durumdu. Ben Sayın Davutoğlu’nu çok eski tanıyorum ama Sayın Babacan’ı daha yeni tanıyorum. Bakanlığı döneminden biliyoruz ama konuşmuşluğumuz çok yeni. Kemal Bey’i Meclis’ten tanıyorum ama insani özellikleri olarak, CHP Genel Başkanı olarak yeni tanıyorum. Temel Beyi bayağı kalubeladan beri tanıyorum. Gültekin Bey’i de tanıyorum. Bu insani tanışıklıklarla bir de parti temsilci olarak oturuyorsunuz, onun hakkını hukukunu korumak üzere. Bu farklılıklara saygı duyma hali gittikçe artıyor. İkinci masada toplandığımızda çok daha rahat bir iletişim dilinin ortaya çıktığını gördüm bu güzel bir şey. Şimdi vatandaş nezdinde veya muhalefetin siyasi partilerini tanzim etmeye yönelen bir “kanaat önderi grupları” var. Bu arkadaşların sürekli bir parmak sallayışı var. Bu seçmen bunun neresinde kimse bilmiyor. Seçmen böyle istiyor diyen “kanaat önderleri” seçmenle ne kadar iletişim içinde onu da bilmiyorum doğrusu. Birçok arkadaşın çok vatandaşın içinde olduğunu bilmiyorum. Biz 4,5 yıllık bir partiyiz. DEVA ve Gelecek de 2019 ve 2020’de kuruldu. Onlar daha yeni, biz de eski değiliz. Seçmen maksimizasyonu açısından bizlerin konuşmaya ihtiyacımız var. Bunun için de hem o masada oturup, adım adım, Japonların sistemi gibi, kocaman gürültülü konuşmalar yerine küçük küçük somut adımlar, sağlam adımlar, ben buna kalpten inanırım o masada bunlar oluyor. O masada bu birliktelik sağlanmamış olsa bu seçim yasası çıkmaz. Kimse sorgulamadı. Bu seçim yasasının anlamı ittifakın anlamını kaybettirdi.
21 milletvekili CHP kazandı; bizim ve Saadet Partisi’nin oylarıyla. 4 milletvekili biz kazandık; Saadet ve CHP’nin oylarıyla. Diyarbakır’da Ensarioğlu 600 oyla kaybetti. Orada üç kağıt yapılmamış olsa İYİ Parti’nin milletvekili çıkıyordu. Onun yerine bir AK Partili çıktı. Bu seçim yasasının en büyük özelliği hakimler, yok üyelerinin dışında, ittifak sisteminin içinde oylar birbirine yazılmıyor. Oyların ziyan olması birinci hedef. Hemen yine tırnak içinde kanaat önderleri, “Şu şunun listesinden girecek, bu bunun listesinden girecek”. Büyük bir aceleyle. Ben bunun nereye hizmet ettiğini anlamış değilim. Bu yapıyı birbirine düşürmeye de yönelik bir şey. Geriye tek şey kalıyor, parlamenter sistem ve Cumhurbaşkanlığının alınışı. Başka hiçbir ortak noktanız kalmıyor. İktidar bunu yapmaya çalıştı. Biz konuşarak bunu bir noktaya getirdik; atlattık. Ortak bir sandık güvenliği oluşturmaya başladık. Güçlendirilmiş parlamenter sistemi metnini hepimiz imzaladık. Kamuoyuyla paylaştık. Somutlaştırılacak adımlar var onlarla ilgili de her parti kendi içinde çalışma yapıp birleştirecek.
6 partinin genel başkan yardımcıları güçlendirilmiş parlamenter sistemi çalıştılar. Çok da güzel bir iş oldu. Hem divanda, hem GİK’te, hem milletvekillerine her adımda bilgi verildi, okundu, fikirleri alındı. O fikirler 6’lı masaya geldi. Oylamış sayılabiliriz o derecede. Gözden kaçan olmuştur olmamıştır… Biz partimiz açısından bu kadar ciddi bir iş yaparken… Hastaydım o zaman…. Bir gün bir baktım, hem muhalefetin “kanaat önderleri” hem de iktidarın yandaşları ne konuşuyordu biliyor musunuz? Masaya nasıl oturacaklar! Ve ciddi ciddi tartışıldı bu. Bu işi magazinleştirmektir. Cıvıklaştırmaktır. Seçmen masaya, devam etmeli diyor. Bunu biliyoruz. İşbirliği içinde rekabet diye bir kavram vardır. Hem rekabet edebilirsiniz. Hem de belli konularda işbirliği yapabilirsiniz. Bizim yaptığımız tam bu. İşbirliği yaptığımız alanlar var, rekabet ettiğimiz alanlar var. Bunun da çok sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Şu acelecilik doğru değil. Seçime giderken elbette bir işbirliği metni olur. Ama bugünden sınırlandırıldığı zaman, herkes bir çemberin içine alındığı zaman, o zaman herkes aynı seçmene aynı şeyi söylemek zorunda kalır. O zaman da o maksimizasyonu meydana getiremeyiz.
“KÜRTLER AKŞENER’E OY VERMEZ” SÖYLEMİYLE İLGİLİ YORUMUNUZ NEDİR?
24 Haziran’da çok ilginç bir şey yaşadım ben. Cumhurbaşkanı adayıydım. Arkadaşlarımız da milletvekili adayıydı. Milletvekilliğine odaklandığınız zaman şehrinizle ilgilisinizdir, ben de Türkiye’yi dolaştım. Çok ilginç bir kanaat halinde, dalga dalga yayıldı, “İkinci tura Meral Akşener’i bırakmayın, Kürtler oy vermez” diye. Verip vermemek ayrı bir mevzu. Çok ilginçti. Bu özel oluşturuldu. Oluşturulmaya çalışıldı. Bir şey daha gördüm ben orada. Eylül ayında, “Cumhurbaşkanlığına aday değilim” deme nedenim budur. Orada bir şey daha gördüm. İkinci tura kalabilmek için birbirinizle rekabet ediyorsunuz. O da olduka sert bir rekabet oluyor. Tayyip Bey’i yenmek birinci öncelik olmuyor. Birinci öncelik ikinci tura kalmak oluyor. Vurulan bendim o gün. “İkinci tura kalabilir” diye bir algı verdi benimle ilgili. Tayyip Bey’in adamları saldırdı…
“Kürtler oy vermez” iddiasına ben katılmıyorum. Böyle bir şey olduğuna inanmıyorum. Kürtler kimsenin marabası değil canı istediğine oy verir. Biz ikna edebilirsek bizim partimize oy verir. Başkası ikna eder, onların partisine oy verir. Bunu çok saygısız bulduğumu da ifade edeyim. Ama buradan çıkardığım ders nedir? Tek adayla seçime gitmenin doğru olduğu. İkinci tur için masanın altından birbirimizi tekmelememiz lazım. Bir şey daha var, yine orada gördüğüm. Muhalif seçmen o kadar kırılgan ki, çok çabuk heyecana gelebiliyor. Birinci turda kazanılabileceğine inandı. Halbuki matematik ikinci tura kalınabileceğini ama birinci turda geçmenin imkansız olduğunu söylüyordu.
Sonra biz bunu tartıştık. Seçmeni ayağa kaldırmanın bir yolunu bulmak lazım. Bunun yolu nedir bir başarı öyküsü oluşturmak. 31 Mart’ta bir seçim var. Ne yapalım. İstanbul ve Ankara alınabilirse bu seçmen diğer seçimi alabileceğine inanabilir. Hepimiz ayağa kalkarız. Daha eylül ayında bunu GİK’le tartıştık, milletvekillerimizle tartıştık, il başkanlarımızla tartıştık. Oyladım ben. Bir arkadaşımız hariç herkes bu fikri benimsedi. Biz gittik CHP’yle masaya oturduk. Bunun sonucunda 19 ilçe aldık. Birinci derecede belediye almak için yola çıksaydık başka bir sonuçtu. Parti özne olsaydı zaten o masa pazarlık safhasında dağılırdı. Ama dağıtmamak üzere oturuldu o masaya. Çünkü İstanbul ve Ankara’ydı esas. Bu bir hedefti. Planlı programlı. O sinerji yaratıldı. O proje, o el sıkışma, 31 Mart’a gidişteki o heyecan insanları umutlandırdı ve sinerjiyi arttırdı. İstanbul alındı Ankara alındı. Bunun neticesinde dengeler bozuldu. Bugün biz Cumhurbaşkanlığını, ki ben inanıyorum alacağımıza, alabiliriz inancındaysak, bunun sebebi 31 Mart’taki başarıdır. 31 Mart’taki başarının arkasında, bu birlikteliği teklif eden biziz ama hepimizin gayreti var. Ve demek ki gayret edilir, akıllı davranılabilinir ve soğukkanlı olunabilir, diğer alandan gelecek seçmenin gelmesinin yolları açılabilirse oluyor. Bunun için tek şart var dinlemek, görmek, gözünün içine bakmak ve saygı duymak. Tek kelime saygı. Gerçekten olacak. Çünkü ekonomi yerle bir etmiş durumda. Hiçbir manevi uhrevi kutuplaştırma tutmuyor.
TEK ADAYDA MUTABIK MISINIZ?
Bunları konuşmadık. “Ben aday değilim” diyerek, bu konudaki fikrimi ferah, rahat, inanılır, saygı duyulur biçimde söyleyebilmek için bu kadar önceden ilan ettim. Ben, tek adayla gidilmesini doğru buluyorum ama bunu kimseye dayatamam. Üstten, ön şart olarak söylemiyorum. Ben sadece bu konudaki samimiyetim anlaşılsın istiyorum. Feragat etmiş, ben yokum demiş bir şahsın tecrübesi dikkate alınır diye düşünüyorum. Gördüğüm kadarıyla da bir itiraz yok.