Okuyucularımızın affına sığınarak zaruri bir hatırlatma yapalım: Bu konu, öyle yutkunarak, kekeleyerek, tereddüt edilerek, yanlış anlaşılmaktan korkularak konuşulacak konu değil… Çok net: Nüfus yapımız hızla değişiyor…
Türkiye’yi yıllarca bir ‘Türk devleti’ olarak değil de, ‘oy kaygısı’ ve biraz da ‘milliyetten nasipsizlik’le açıklanabilecek şekilde ‘farklı etniklerin koalisyonu’ gibi sundu kimi siyasetçiler ve o kafadaki sözde aydınlar…
‘Türk’üm’ demeyi bastırabilmek için düne kadar hangi edebiyatlara sarılmadılar ki? ‘Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Laz’ıyla’ şeklinde dile yapışan siyasetçi tekerlemeleri… ‘36 etnik grup’ hikâyeleri… “Sen ne mutlu Türk’üm diyene dersen, o da kalkar ne mutlu filancayım der” savunmaları…
Sonra devletin tepesinden gelen “Güzel şeyler olacak” vaadini takiben ‘güzellik’ adına dağlardaki ve şehirlerdeki “Ne mutlu Türk’üm diyene” yazılarının sökülüp atılması… Ve ardından işin gelip ‘ırkçı’ metin olduğu iddiasıyla ‘Andımız’ın kaldırılmasına kadar varması…
***
‘Ulus devlet projesi’ cumhuriyetin en başarılı politikalarından biriydi… İmparatorluğun içindeki farklı etnik unsurların ihanetine şahit olmuş, onlarla kana kan mücadele vermiş ve büyük çoğunluğu bu etnik ihanetlerin sonucunda doğdukları toprakları kaybetmiş ‘kurucu kadro’ cumhuriyeti inşa ederken ‘aşırı tedbirli’ davranmış olabilir… Yaşadıkları tecrübe gereği bunda haksız da sayılmazlar…
Milyonlarca kilometrekare toprak kaybedilirken bu vatanı çekip almışlardı ihanetin ve emperyalizmin elinden… Onun için tedbirli davranmaktan başka çareleri yoktu… Tek çözüm ‘ulus devlet’ti ve bu devleti kanıyla inşa eden ‘ulus’un adını ‘devletin adı’ yaptı…
***
Şurası bir gerçek: Ne zaman zayıf düşsek, ‘ulus devlet’ kavramı, üniter yapı, devletin adı, hatta bayrağı tartışmaya açıldı… Bünye zayıf düştüğünde, mikrop azıyor çünkü!.. Azan mikrop, ilk olarak ‘Türk’ kimliğine saldırıyor… Vücut kendine geldiğinde ise geçici olarak uykuya dalıyor, bir sonraki sendelemeyi bekliyor sabırla…
Devletler 50 yıl sonrasını, 100 yıl sonrasını görmeye ve hesaplamaya çalışmak mecburiyetindeler… Ağızlarını açtıklarında ‘ırkçılık’la suçlanan milliyetçiler dışında, şimdi yeni yeni başkaları da fark etmeye başladı, nüfus yapımızın hızla değiştiğini…
Güneyimizdeki birçok ilde Suriyeli göçmen sayısı yerli nüfusla yarışmaya başladı… İnsanî gerekçelerle sınırlarımızı açmak mecburiyetinde kaldığımız insanları yine insanca yaşayacakları kamplarda tutamayan siyaset, hem nüfus yapımızı değiştirecek hem de gerginliklerin çıkmasına yol açacak gelişmeleri maalesef izlemekle kalıyor…
***
Daha önce Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi üzerinden bazı rakamlar yayımlamıştım… Hem 0-4 yaş, hem 5-9 yaş hem de 10-14 yaş aralığını incelediğimizde, hangi bölgelerdeki oranların diğer bölgelere göre çok yüksek seyrettiğini aktarmıştım…
Mevcut verilere göre, Türkiye nüfusunun 2040’ta 100 milyonu bulması bekleniyor… Bölgeler arası ‘doğurganlık/gençleşme’ farkını hesapladığımızda bizi nasıl bir Türkiye’nin beklediği çok açık!..
Diğer taraftan ülkeyi terk edenler var… Sadece 2017’de yıl sayı 250 bin civarında gerçekleşmiş… Yani bir önceki yıla göre yüzde 40 artmış… İşin kötü tarafı, gidenlerin çoğunluğu genç ve eğitimli olanlar…
***
Kimin ne anlayacağı, bunları söyleyenlere hangi yaftaları yapıştıracağı çok önemli değil… Bunların daha çok yazılması, söylenmesi, kamuoyu oluşturulması ve buna yönelik bir devlet politikasının inşası için çabalanması gerekiyor…
Kan bedeliyle inşa edilen devletin ‘Türk’ kimliğinin, 30-40 yıl sonra, bugünkü doğurganlık ve göç dalgaları sonucu ‘aslî unsur’ olmaktan çıkıp sadece ‘şirketin ortaklarından biri’ne dönüşmesi, milliyetimize, tarihimize ve tırnaklarını kayalara geçirip tutunmamızı sağlayan o büyük ecdada ihanet olacaktır…