Kaynaklara göre, Türkiye’de normal anatomi öğretimi dört dönemde incelenebilir:
I. Medrese Dönemi
1205 yılından, yani Kayseri Darüşşifası’nın kuruluşundan 1816 yılına kadar olan zamanı kapsar. Bu uzun süreye Medrese Dönemi diyoruz. Anatomi öğretiminin skolâstik çerçeve içerisinde yapılması, yani diseksiyon masalarına dayanmaması dönemin başlıca özelliğidir. 600 yüzyıl süren bu devrede, her kitabın verdiği anatomik bilgiler, aşağı yukarı İbni Sina’nın ve Calinus’un eserlerindeki anatomik nitelemelere dayanır. “Seferlerde(savaşlarda) ölen mevtadan (ölülerden)” sözleriyle Emir Çelebi eserinde müslüman ölülerini değil, başka dinlere bağlı ve müslümanlarla çarpışan savaşçıları kastetmektedir. XVIII. yüzyılda Hekim Abbas
Vesim Efendi (Öl. 1760) Düstûr eserinde batılıların laik olukları için tıp, anatomi ve astronomiyi daha iyi öğrendiklerini yazdı.
Asklepyonlarda olduğu gibi özellikle kemik dersleri iskelet üzerinde pratik olarak gösterilirdi. Yine o devirlerde medreselerde iskelet de bulundurulmaktadır.
Nitekim her şeye rağmen medreselerdeki anatomi öğretimi XIX. yüzyıl başlarına kadar skolastiktir. Bu konuda ancak İbni Sinâ gibi üstadların eserlerinden yararlanılmakladır.
II. Şânizade Dönemi
1816-1827 yılları arasındaki süreye uyar. Şanizade Ataullah’ın Mirat ‘ül Ebdan fi Teşrih-i Aza’ ül İnsan adlı eserinin o yıllarda batıda yapıldığı üzere insan
cesetlerini açmağa dayanan araştırma ve incelemelerle düzenlenmediği bilinir. Çünkü Şânizade, bildiği çeşitli diller ve geniş kültürü ile, bu eseri Avrupa tıbbından dilimize çevirmiştir. O dönemde dinsel taassup etkisiyle anatomi çalışmalarının batıya uyar biçimde yurdumuzda yapılamayacağını çok iyi anlayan bu değerli bilgin bu konuda, hiç olmazsa batı tıp kitaplarının okunmasını öğütlemektedir.
III. Tıphane ve Cerrahhane-i Amire Dönemi
14 Mart 1827 de Sultan II. Mahmut tarafından Tıbhane ve Cerrahhane-i Âmire ile başlayan bu dönem, 1839 da bu okulun Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhane ismiyle
bir kere daha modernize edilmesine değin sürer. Bu dönemde tıbbiye bey, cerrahhane üç yıl olup her iki okulda 2. sınıfta Osman Saip Efendi tarafından verilen normal anatomi öğretimi ana çizgileri yönünden ilk iki dönemin özelliklerini taşır, yani az çok skolastiktir. Öğretimde iskeletler üzerinde etütler yapılmakta ise de kadavraların açılmasına daha başlanmamıştır. Ancak bir yenilik olarak Avrupa’dan anatomik plan ve modellerin getirildiğini görmekteyiz. Bu arada bu uzun yıllar içerisinde, insan ölülerini açmayı ya saklayan düşünüş ve davranışların neler olduğunu şöylece açıklayabiliriz :
XIX. yüzyılın başlangıcında Sultan III. Selim’i ve çevresindeki birkaç aydını, disseksiyon ve otopsilerin yapılmasının tıbbımız için zorunlu olduğuna inanan-
lardan olarak görmekteyiz. Bu padişahın modern bir tıbbiyenin kurulması için verdiği ferman, anatomi öğretimi tarihi yönünden de önemlidir.
IV. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’den Günümüze Kadar Olan Dönem(1839-)
Bu süre konumuz bakımından ilginçtir. Okulun modernizasyonunda Dr. C. A. Bernard (1808-1844), Muallim-i Evvel olarak bağımsız hareket etmiş ve gerekli gördüğü her tedbir kabul edilmiştir. Böylece şimdiye kadar modeller üzerinde öğretilmekte olan normal anatomi derslerinden öğrencinin gerçekten yararlanmadıklarını gören Dr. Bernard, Mektebi Tıbbiye öğrencilerinin de Avrupa’daki benzerleri gibi kadavra üzerine ders görmelerini arzu etmişse de bunu ancak 1841’den sonra başarabilmiştir. Nitekim o, derhal disseksiyon bilen bir anatomi öğretim üyesi aramış ve bir sınav açarak Avrupa’nın her tarafına ilân etmiştir. Sınava giren 25 adaydan Avusturyalı Dr. Spitzer birinci gelmiş ve okula atanmıştır. Tıbbiyede disseksiyon yapılabilmesi için şeyhülislâm fetvası ve padişah fermanı çıkıncaya kadar, aynı zamanda İstanbul Avusturya Hastanesi’nin de doktoru olan Dr. Bernard yaptığı otopsilerde daima anatomi dersi gören dördüncü sınıf öğrencilerini de yanında bulundurmuş ve böylece onların disseksiyon noksanlarını gidermeğe çalışmıştır.
Anatomi öğretiminde kadavraların açılmasını isteyen yazışmalar ilk kez bu dönemin başlangıç yıllarında 1841 de olmuştur. Bu yazışmalardan birincisi zamanın Hekimbaşısı Abdülhak Molla ile Kaptanpaşa arasında olmuştur. Belgelerden anlaşıldığına göre, Hekimbaşı, tıp öğrencilerinin disseksiyon yapmaları için İstanbul’da Kasımpaşa ile Tepebaşı arasındaki Çürüklük Mezarlığı’ndan kadavralar getirtmek isteğindedir. Adı geçen yere devletin tersanesinde prangaya vurulmuş suçlular ve kimsesiz (gureba) kişilerin ölüleri gömülmektedir. Kadavraların taşınması işinde para karşılığında kabristanın imamının yardımı sağlanmıştır; ancak bu işlem için Kaptanpaşa’nın da onayını istemektedir. Kaptanpaşa da olumlu bir karar vermeden önce Sadarete sorma gereğini gördü. Sultan Abdülmecid Sadaretin görüşünü doğru bulmuş ve onaylayarak Genel Sekreteri aracılığıyla tekrar Sadarete yollamıştır.
“Makalât-ı Tıbbiye” eserinin yazarı ve Abdülhak Molla’nın oğlu olan Hekimbaşı Küçük Hayrullah Efendi (1820-1869) de öğrenci olarak bu disseksiyonlarda bulunmuştur. Sözü edilen iki otopsinin, iznin verildiği 1841 ile kitabın basıldığı 1845 yılları arasında yapılmış olması gerekir.
Belgelere göre; kişinin ölümünün nedeni baş travmasıdır. Otopsi bulguları olarak da aort valvüllerindc sertleşme, daralma ile kalb ipertrofısine rastlanmıştı. İkinci otopsi vakasına ait protokol daha genişçe tutulmuştur.
Kısa bir deyimle otopsisi yapılan kişinin midesinde büller ve kuvvetli iltihab bulunduğu belirtilmektedir. Ayrıca beynin ince ve örümceksi zarları arasındaki bir atardamarın kusmaya bağlı sıkınma etkisiyle tıka basa kanla dolduğu ve sonuç olarak beyin dokusuna kadar yayılmış infiltatio, kanama ile bir apoplexia cerebri’nin ortaya çıktığı anlatılmaktadır.
Her iki otopsinin de Nemçe (Avusturya) hastahanesinde Dr. Bernard’ın eliyle yapıldığı, ikinci vakaya Dr. Spitzer’in de katıldığı, Hayrullah Efendi ile diğer tıp öğrencilerinin seyirci durumunda oldukları bildirilmektedir.
Tıbbiye, Galatasaray yangınına kadar burada kalmış ve 1849 da yangından sonra Halıcıoğlu’ndaki Humbaracı kışlasına ve kolera salgınında bu binanın hastane olarak kullanılması üzerine de 1865’de Hasköy’deki Gergeroğlu konağına taşınmıştır. Fakat Tıbbiyenin bu üç binadaki yani Galatasaray, Halıcıoğlu ve Hasköy’deki Teşrihhaneleri hakkında bilgimiz yoktur. Hasköy’de kısa bir süre kalan Tıbbiye-i Şahane Sirkeci’de Demirkapı’daki kışlaya nakledilmiş yangından sonra yeniden yapılan Galatasaray’a taşınmış 1874-75 yılları dışında, Haydarpaşa’ya taşındığı 1903 yılına kadar hep bu binada kalmıştır.
Tıp Fakültesi Haydarpaşa’ya taşınıncaya kadar Teşrihhane hep bu şekilde kalmıştır. Okula senede en fazla iki-üç kadavra gelirdi. Haydarpaşa’da da önceleri Teşrihhane olarak kullanılan berbat bir yer vardı. Gene küçük bir oda ve çinko kaplı iki masa bulunuyordu.
Dr. Osman Şevki Uludağ’a, göre Haydarpaşa’daki bu teşrihhane, Askeri Tıbbiye hamamı yönünde denize karşı olan küçük ve ek binada idi. Bu binanın alt katı mutfak, üst katı da fizyoloji ve teşrihhane idi. Masa olarak da alelâde düz bir masa vardı.
Prof. Dr. Nurettin Ali Bey’in de bu konuda çok hizmeti geçti. Öğrencilik zamanımızdaki zorluğu unutamadığım için öğrencinin öyle grup disseksiyon yapması bana büyük bir zevk verirdi.
Tıbbiye-i Askeriye, Demirkapı’da bu şekilde çalışırken 1867’de Askerî Tıbbiyenin bir odasında kurulan Mülkî (sivil) Tıbbiye kısa zamanda gördüğü rağbet dolayısıyla, aynı binaya sığamaz oldu ve bu nedenle birkaç yıl sonra Kadırga’daki Menemenli Mustafa Paşa Konağı’na nakledildi. Kadırga meydanındaki bu ahşap konak bugün yıkılmış ve yerine kâgir bir ilkokul yapılmıştır. 1909’da Haydarpaşa’ya nakledilinceye kadar orada kaldı. İşte Mülkî Tıbbiye’deki teşrih (anotomi) öğretimi ve teşrihhane hakkında da bu mektebin 1905 mezunlarından Dr. Adnan Adıvar şunları söylemektedir:
“Mülkî Tıbbiye binası olan Kadırga’daki asıl konaktan güzel bir bahçeye geçilirdi. Sağ tarafta konağın müştemilâtından belki ahır -kuvvetli bir ihtimalle de mutfak olan bina teşrihhane olarak kullanılırdı. Burada çinko kaplı üç masa vardı. Fakat ben hiçbir zaman üç ölüyü bir arada görmedim. Otopsi yapılmadığından ancak sahipsiz ölüler teşrihhaneye gönderilirdi; Ve disseksiyon gizli yapılır, hatta teşrihhane tarafından adam bile geçirilmezdi. Çok zaman dersler modeller üzerinde gösterilirdi. Çok güzel modeller vardı. Kaslar vesaire yerlerine sabit olmadığından hocalar gereğine göre çıkarır ve teker teker hepsini bize gösterirlerdi.”
Patolojik Anatomi Öğretimi
İlk olarak Askerî Tıbbiye’nin 1863 mezunlarından Dr. Ahmet Hilmi Paşa (?- 1903) nın 1877’de Askerî Tıbbiye’de Teşrih-i Marazî (Patalojik Anatomi)muallimliğine (profesörlüğüne) atandığını görüyoruz. Kendisinin bu görevi 1890 yılına kadar devam etti ve o tarihte önce Ders Bakanı, sonra da Tıbbiye Bakanı olarak idarî hayata atıldı. Ancak önceden Ahmet Hilmi Paşa’nın yanına muallim muavini (doçent) olarak giren Dr. Ohannes Tabibyan (? – 1893) da Profesör olarak
bu görevi devralmış ve ölünceye kadar yürütmüştür.
Dr. Ahmet Hilmi Paşa’nın diğer bir muavini Tıbbiye-i Şahane’nin 1886 mezunlarından Dr. Rıfat Hüsamettin (1863-1921) Bey de o senelerde Paris’e giderek Bakteriyoloji ihtisası yapmıştı. Ancak dönüşünde Dr. Ohannes Tabibyan vefat etmekle Dr. Rıfat Hüsamettin Bey (Paşa) Askerî Tıbbiye Teşrih-i Marazî (Patolojik Anatomi) kürsüsüne muallim (profesör) olarak atanmıştır. Ancak kendisi aynı zamanda Bakteriyolog olup ek görev olarak Telkihhane (Çiçek Aşısı Hazırlama Merkezi) Müdürü olduğundan Teşrih-i Marazi’ye pek önem vermezdi. Kürsüde çalışma yeri tek bir odadan ibaretti. Dersleri çoğunlukla kuramsal idi. Öğrencilere bazen mikroskopta 1-2 preparat gösterir ve pek nadiren de otopsi yapardı. Bu nedenle II. Meşrutiyet’ten sonra 1909 da, Sivil ve Askerî Tıbbiyeler Haydarpaşa’da Tıp Fakültesi adıyla birleşirken Dr. Rıfat Hüsamettin Paşa öğretim üyeliğinden affedildi ve Tıp Fakültesi Teşrih-i Marazî (Patolojik Anatomi) profesörlüğüne, 1906’dan beri sivil Tıbbiye’de bu dersleri veren ve 1907’den beri Askerî Tıbbiye’de Dr. Rıfat Hüsamettin Paşa ile birlikte çalışan Hamdi Suat Bey (1873-1936) atandı. Dr. Hamdi Suat Bey (Aknar) bu alanda uluslararası bir üne sahipti. Bu nedenle 1933 yılına, Üniversite Reformu’na kadar bu dersleri büyük bir yeterlilikle vermiştir. Bu yıllar süresince kendisinin yanında Dr. Ahmet Ferit Bey (1875-1912) ile Dr. Saim Ali Dilemre(1878-1954) muavini (doçent) olarak çalışmışlardır. 1933 Üniversite Reformunda, devrin Millî Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip Bey’in hissî bir davranışı ile profesör Dr. Suat Bey kadro dışı bırakıldı. Denebilir ki ünlü Dr. Hamdi Suat Aknar, Patolojik Anatomiyi yurdumuzda bir ilim dalı olarak kuran, sevdiren, yayan ilk insandır.
Ord. Prof. Dr. P. Schwartz bütün bu süre içine, bir iki ders kitabının çevirisi dışında, bütün ilmî yayınlarını Almanca yaptı.
Bir süre içinde Dr. Besim Turhan, Dr. İhsan Şükrü Aksel, Dr. Süreyya Tanay, Dr. Kemal Akgüder (1903-1957), Dr. Bedrettin Pars, Dr. Münevver Yenerman, Dr. Talia Bali Aykan ve Dr. Melih Tahsinoğlu kürsüde doçent uzman veya asistan olarak çalışmışlardır.
1953 de Ord. Prof. Dr. Schwartz’ın yurdumuzdan kesin olarak ayrılması üzerine 1932’de doçent 1941’den beri de profesör titrini almış olan Dr. Besim Turhan(1896-1973) 9.1.1953 te kürsü direktörlüğüne atandı ve 31.8.1954’te ordinaryüslüğe yükseltildi. Ancak kendisi 1 Ağustos 1972’de emekliye ay-rıldı. Daha sonra birçok değerli hocalar bu kürsünün başkanı oldular. Yine bu alanda bugün birçok tıp fakültesinde(Bursa, Ankara, İzmir v.b.) anatomi kürsüleri ve değerli anatomi hocaları vardır.
1933’de Üniversite reformu ile yeni bir hüviyet kazanan ve Haydarpaşa’dan Beyazıt’taki Bekirağa Bölüğüne intikal eden Anatomi Enstitüsü buraya yerleştikten sonra Ord. Prof. Dr. Nurettin Ali Berkol’un verdiği teorik dersler ve burada kurduğu disseksiyon salonlarında sağlanan kadavra materyali üzerinde uyguladığı
tahnid metodu ile öğrencilere Anatomi disseksiyonu ve düzenli bir şekilde eğitimin yürütülmesinde büyük gayretler sarf ederken bir taraftan da yardımcıları Doç.
Dr. Hamza Vahit, Doç. Dr. Mehmet Ali Oya ve Doç. Dr. Zeki Zeren ile birlikte öğrencilerin ihtiyacı olan anatomi ders kitaplarını hazırlayıp yayınlamışlardır.
Bu arada Doç. Dr. Hamza Vahit Göğen enstitüden ayrılmış (1937) olup, 1938’de de Dr. Fazıl Noyan enstitüye intisab ederek enstitü çalışmalarına katılmıştır. 1941 yılında Dr. Zeki Zeren profesörlüğe yükseltilmiştir. Müteakip yıllarda 1946’da da Doç. Dr. Mehmet Ali Oya da istifa ederek tedris hayatından ayrılmıştır. Ord. Prof. Dr. Nurettin Ali Berkol uzun yıllar uğraş verdiği üniversite hayatından 1951 senesinde kendi isteği ile emekli olunca yerine Fakülte Profesörler Kurulu’nca Prof. Dr. Zeki Zeren, Anatomi Enstitüsü Direktörlüğüne seçilmiştir. Ordinaryüs olan Prof. Dr. Zeki Zeren bir taraftan daha önce başlatılmış olan öğretim ve eğitim ile enstitüsünün bilimsel çalışma ve gelişmesi yolunda gayret sarf ederken, diğer taraftan da Anatomi Terimlerinin Türkçeleştirilmesi konusu üzerinde durmuş ve bu alanda büyük katkılar sağlamıştır. Daha önce Ord. Prof. Dr. Nurettin Ali Berkol ve Doç. Dr. Mehmet Ali Oya ile birlikte hazırladıkları anatomi kitaplarına ilave olarak Doç. Dr. Fazıl Noyan ile birlikte Osteoloji adlı bir kitap da yayınlamıştır. Doç. Dr. Mehmet Ali Oya’nın 1946’da ve Doç. Dr. Fazıl Noyan’ın 1948’de istifa ederek ayrılmaları sonucu Prof. Dr. Zeki Zeren enstitü çalışmalarını hemen tek başına yürütmek zorunda kalmıştır. Bu sırada yani 1948’de Anatomi Enstitüsü’nde dört yeni asistan (Dr.İlhan Eralp, Dr. Orhan Kuran, Dr. Sami Zan, Dr. Cevdet Erimoğlu) göreve başlayarak kendisine yardımcı olmuşlardır.
1950’de de Doç. Dr. Fazıl Noyan enstitüye bu defa profesör olarak dönmüş ve enstitüdeki çalışmalarına devam etmiş, nihai olarak 1982’de emekli olmuştur. Prof. Dr. Fazıl Noyan, akademik hayatı boyunca Anatomi Atlası hazırlamak için gayret sarf etmiş ve bir insan anatomisi atlası meydana getirmiştir. Ancak uzun seneler bunu basmak için uğraşmış olmasına rağmen emekli oluncaya kadar geçen süre içinde bunu bastırmaya muvaffak olamamıştır. Nihayet emekli olduktan seneler sonra 1986’da İ.Ü. tarafından bastırılarak öğrencilerin hizmetine sunulmuştur. Prof. Dr. Zeki Zeren ise Anatomi Kürsü başkanlığını emekli olduğu 1971 senesine kadar sürdürmüş (parlamenter olarak görev yaptığı seneler dışında) ve 1973’de de vefat etmiştir.
1947’den beri Anatomi Enstitüsü’nde görev yapan Dr. Arşen Zarfçı 1951’de Doçent olmuş ve çalışmalarına 1979 senesine kadar devam ederek aynı tarihte emekli olmuştur. Zamanın akışı içinde İstanbul Tıp Fakültesi Anatomi Enstitüsü’nde 1948’den beri görev yapan asistanlar sırasıyla önce uzmanlık imtihanını vermişlerdir. Dr. İlhan Eralp, 1955’de Doç., 1962’de profesör, 1971’de de kürsü başkanı olmuş ve bu görevini 1977’ye kadar sürdürmüş; öğretim üyesi olarak görev yaptığı sırada 1985 yılında vefat etmiştir.
Dr. Orhan Kuran ise 1954’de Doç. 1964’de profesör olmuştur.
Dr. Sami Zan, 1955’de Doç, 1966’da profesör olmuş ve 1977’de de Anatomi Bilim Dalı Başkanlığı’na getirilmiştir. Bu görevini sürdürdüğü sırada 1984 yılında vefat etmiştir.
Dr. Cevdet Emiroğlu ise 1952’de girdiği uzmanlık imtihanından sonra 1954’e kadar enstitüde çalışmış ve bu görevden ayrılarak Göğüs Hastalıkları ihtisası
yapmıştır. Ancak 1959’da dışarıdan doçent olan Emiroğlu, bir müddet yurt dışında çalıştıktan sonra tekrar yurda dönerek 1970’de yeni kurulmuş olan İ.Ü.
Dişhekimliği Fakültesi Anatomi Kürsüsü’nün kuruluşunu üstlenmiştir. Bu arada Anatomi Enstitüsüne intisab edenlerden Dr. Yani İstamadyadis, (1956) 1976’da doçent olmuş ve 1980’de de kendi isteği ile emekli olmuştur. İstanbul Tıp Fakültesi Anatomi Enstitüsüne intisap eden Dr. Kamuran Birvar ise 1966’da doçent, 1976’da profesör olmuştur. Bu arada 1975’de Anatomi Kürsüsüne giren Dr. Mustafa Özekici ise 1980’de doçent olmuş ve görevi başında iken 1984’de vefat etmiştir.
Dipnotlar:
* Tıp Etiği, Tıp Hukuku ve Tıp Tarihi Derneği Kurucu Başkanı, Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Başkanı
1- A. D. Erdemir, Kısa Tıp Tarihi, Bursa Üniversitesi Basımevi, Bursa, 1982 s. 52-53.
2- A. D. Erdemir, “Ondokuzuncu Yüzyılda Osmanlılarda Patoloji ve Anatomi Eğitiminin İlginç Yönleri ve Bununla İlgili Bazı Orijinal Belgeler (The Education of Pathology and Anatomy in the Nineteenth Century in Turkey and Some Documents)”, IX. Türk Tarih Kongresi, 21-25 Eylül 1981, Ankara, Tıp Dünyası Derg. 55 (78): 168-168 (1982).
3- A. D. Erdemir, B. N. Şehsuvaroğlu, Cantay Güreşsever, Türk Tıp Tarihi, Taş Tıp Kitabevi, Bursa, 1984, s. 234-248 (Turkish Medical History).
4- B. N. Şehsuvaroğlu, Eczacılık Tarihi Dersleri, Hüsnütabiat Matbaası, İst. 1970, s. 31-129.
5- B. N. Şehsuvaroğlu, Patolojik Anatomi Hocaları, İstanbul, 1966.
6- E.K. Unat, Dünyada ve Türkiye’de 1850 Yılından Sonra Tıp Dallarındaki İlerlemeler Tarihi, İstanbul 1988, s. 315-316.
7- E. K. Unat, Tıp Derneklerinde İlerlemelerin Tarihi, İs-
tanbul 1988, Gürtaş Matbaası, s. 47-77.
Prof. Dr. Ayşegül Demirhan Erdemir
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Tarih-Kültür Dergisi Nisan 2022 sayısından alınmıştır.