Avrupalı bir grup akademisyenin Türkçenin kökeni hakkında tartışmalı varsayımlara da yer verilen Avrasya dillerinin oluşumuna dair çalışması Türk bilim çevrelerinde eleştiri dozu yüksek yorumlarla karşılandı.
Transavrasya dillerinin kökenine dair yapılan bir araştırmanın sonuçları medyada büyük yankı buldu. Ancak bilim dünyası konuya temkinli bakıyor. İçlerinde Türkçenin de yer aldığı varsayılan dil grubunun oluşumuyla ilgili eski bir teoriyi canlandırma girişimi eleştiri dozu yüksek yorumlarla karşılandı. Almanya’da Jena’daki Max Planck İnsan Tarihi Bilimi Enstitüsü’nden Martine Robbeets ve meslektaşlarının imza attığı araştırmada dilbilimsel, arkeolojik ve genetik kanıtlar kullanılarak dil ailesinin yayılmasına yol açan etkenin 9 bin yıl önce bugünkü Çin topraklarında darı ekimine başlanması olduğu sonucuna varıldı. Sonuçları Nature dergisinde de yayımlanan araştırmada günümüzde 8 bin kilometreden fazla alanda kullanılan ve Japonca, Korece, Moğolca, Türkçe, Tunguzca dillerini içeren Trans-Avrasya dillerini konuşan kişilerin genetik atalarının belgelendiği vurgulandı.
‘İNSANLAR BÖYLE BİR KİMLİK TESLİMİNE HAZIR DEĞİL’
Dünyada olduğu kadar Türkiye’de de ses getiren araştırmanın baş yazarı, Belçika asıllı dilbilimci Robbeets “Tek bir disiplin tek başına dil dağılımını çevreleyen büyük soruları kesin olarak çözemez, ancak üç disiplin birlikte alındığında bu senaryonun güvenilirliğini ve geçerliliğini artırır. Üç disiplin tarafından sunulan kanıtları bir araya getirerek, üç disiplinin her birinin bize sağlayabileceğinden daha dengeli ve daha zengin bir Trans-Avrasya göçü anlayışı kazandık” diyor. Araştırma hakkında “Tarihleri belli olan dillerimiz, arkeolojimiz ve genetiğimiz var. Bu yüzden sadece birbirleriyle ilişkili olup olmadıklarına baktık” diyen Robeets, “Yaklaşık 6.500 yıl önce, bu çiftçilerin bazılarının torunları, yaklaşık 3.300 yıl önce pirinç yetiştirmeyi öğrendikleri Kore’ye taşındı ve insanların Kore’den Japonya’ya hareketini teşvik etti” görüşlerini aktarıyor. Ayrıca “Hepimiz kendimizi dille özdeşleştiririz. Bu bizim kimliğimiz. Kendimizi genellikle tek bir kültür, tek bir dil, tek bir genetik profil olarak hayal ederiz. Çalışmamız, tüm popülasyonlar gibi, Asya’dakilerin de karışık olduğunu gösteriyor” ifadelerini kullanıyor. Robbeets, insanların dilinin, kültürünün veya halkının köklerinin mevcut ulusal sınırlarının ötesinde olduğunu kabul etmesinin henüz hazır olmadığı bir ‘kimlik teslimi’ olduğunu da sözlerine ekliyor.
TEMKİNLİ VE ELEŞTİREL BAKIYORLAR
Basında da büyük yankı bulan ve kamuoyunun bilgisine bir çeşit ‘ön kabulle’ sunulan araştırmada ortaya atılan iddiaları Türkiye’de dil tarihi ve karşılaştırmalı dilbilim üzerine önemli çalışmalara imza atan isimlere sordum. 50 yılı aşkın bir süredir Türk dili, kültürü, edebiyatı ve sanatı üzerine önemli bilimsel çalışmalara imza atan, Eylül 2021’den beri de Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Genel Başkanlığını sürdüren Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun dil, arkeoloji ve genetik bilim dalları yoluyla yapılan araştırmayı, disiplinler arası bir çalışma olması nedeniyle heyecan verici buluyor. ‘Türklerin Kökeni’ başta olmak üzere genel Türk tarihi alanındaki eserleriyle tanınan ve son olarak geçtiğimiz aylarda yayımladığı ‘Ural-Altay Kuramı’ kitabıyla ilgi çeken Prof. Dr. Osman Karatay ise araştırmayı yürüten Robbeets’in araştırmasında da savunduğu Altay teorisine bilim dünyasında bir süredir şüphe ile bakıldığını vurgulayarak, iddialarına bir dayanak sunamadığını iddia ediyor. Karatay, önümüzdeki aylarda İngiltere’de İngilizce olarak yayımlanacak 19 bölümlük ‘The Genesis Of The Turks, (Türklerin Yaratılışı) kitabında yer alan ‘Türkçenin tarım terimleri’ bölümünde bütün dünya dillerini karşılaştırmalı olarak incelediğini ve Almanların araştırmasını çürüttüğünü ileri sürüyor.
PROF. DR. AHMET BİCAN ERCİLASUN: METODU BAKIMINDAN HEYECAN VERİCİ
Araştırmayı gazetelerde gördüm, orijinalini de okudum. Sonuçlarından şu an çok emin değilim. Araştırmacılar bu araştırmayı yaparken hem dil, hem arkeoloji hem genetik olmak üzere üç bilim dalını birlikte kullanmışlar. Bütün Altay kavimlerinin ve dillerinin Çin’de Batı Liao Nehri vadisinden çıktığını ileri sürüyorlar, Korece ve Japonca’yı da buna dahil ediyorlar.
Tarım toplumundan, konar-göçer topluma geçildiğini, Türklerin de batıya doğru yayıldığını söylüyorlar ama bence bu kesinleşmiş bir şey değil. Yani, tam olarak ikna olmuş değilim. Araştırmada, ileri sürülen iddiayı destekleyen kelimeleri görmedim. Daha önce Sergei Starostin, Anna Dybo ve Oleg Mudrak tarafından yazılan ‘Altay Dilleri Etimolojik Sözlük’ kullanılmış. Ama fazla kelimelere yer vermedikleri için bu sözlük bana zaten çok tatminkar gelmiyor. Ben Türkçenin biraz daha batıda ortaya çıktığını düşünüyorum. Bunu söylerken bugünkü Türkmenistan’a kadar giden bir yeri kastediyorum. Türkçenin M.Ö 3.000’lerde Sümerce ile bir alışverişi var, bunun olabilmesi için de Türklerin epey batıda olması gerekir. Türklerin sonradan doğuya, Moğolistan’a doğru yayıldığını düşünüyorum. Ben Altay teorisine farklı bakıyorum. Benim kanaatim şöyle: Türkler Türkmenistan bölgesinden sonra doğuya doğru yayıldılar ve Türkçe Moğolca ile ilişkiye girdi ve karma bir dil haline geldi. Bugünkü Moğolcanın üst yapısı Türkçenin üst yapısı ile akrabadır bana göre. Ama alt yapısı değildir. Altay teorisi 19’ncu yüzyıla kadar gider, ama 20’nci yüzyılın başlarında ve özellikle ortalarında bu teori hakkında ciddi araştırmalar var. Bu araştırmaları yapanlar ilmi saiklerle hareket ediyorlar tabii ama tartışmalı bir konu. Almanya’da yapılan araştırma disiplinler arası olması bakımından heyecan verici bir araştırma, bu tür araştırmalar devam edecektir. Bizde bugüne kadar böyle disiplinler arası çalışma yapılmadı, bu sebeple Almanya’daki araştırmanın en önemli tarafı bu. Batıda disiplinler arası çalışmalar çok yapılıyor. Genetik özellikle Amerika’da son yıllarda çok revaçta, insanlığın göç haritalarını ortaya çıkarıyorlar. Amerikalı dil bilimciler de bu genetikle birlikte hareket edip bütün dünya diller arasında karşılaştırmalar yapan bilim insanları bulunuyor.
PROF. DR. OSMAN KARATAY: ROBBEETS KENDİ TEZİNİ KENDİ ÇÜRÜTÜYOR
Araştırmayı yapan Belçikalı dilci, Büyük Altay teorisine, Japonlardan Türklere o bölge halklarının Çince’den geldiğine inanan Martine Robbeets’i çok iyi tanıyorum. Bana göre bu araştırmanın hiçbir özelliği yok, belki de kendisinin son araştırması olacak. Bu iddialar yeni değil tabii, ama ispatlayamıyor da. Altay toplulukları tek bir kökenden geliyorsa tarım terimlerinin de ilişkili ve bir olması gerekir. Robbets, iddiasını ispatlayacak yol bulamayınca tarım terimlerine yöneldi ancak bir şey bulamadı. Bir tek, bizdeki tarım kelimesinin de kökeni olan ‘tar’ kelimesini buldu. ‘Yırtmak, parçalamak’ gibi manalara gelen bu kelime Altay bölgesine ait özel bir kelime değil, bütün Avrasya’da, İrlanda’da hatta İngilizce’de bile, yani bütün dünyada var. Bu sebeple araştırmanın altı boş, dilde ortaklık bulamayınca tarım kelimesine odaklandılar. Ki tarımın Çin’de başladığı bilgisi yeni bir bilgi değil, bu konuda iyi bir arkeolojik bilgimiz var… Fakat Altay dilleri dedikleri dillerin ortak terimleri olmadıktan sonra tarımın Çin’in kuzeyinde başladığı iddiasının rüya anlatımından bir farkı, yani bilimsel bir temeli yok.
Robbeets bu konuları daha önce de defalarca yazdı, iddiasını ispatlamak için ortak tarım terimlerini bulması gerekiyor ama bulamadı. Değil Japonca, Türkçe ile Moğolca bile ayrışıyor. Türkçenin kendine has bir tarım ve hayvancılık dili var ve bunu Altay dünyası ile asla paylaşmıyor. Sadece Macarca ile paylaşılır. Söz konusu ortak tarım terimlerini bulamadıktan sonra sadece oradaki insanların ne zaman başladıklarını söylersiniz. Ama o insanlar Türklerin atası mı bunu söyleyemezsiniz. Boş bir araştırma olduğu için ben sosyal medyadan bile hiçbir yorum yapmadım. Zaten bu konuda İngiltere’de İngilizce olarak kendi kitabım yayınlanacak bir iki aya. Bu kitabımda Robbeets’in kendisinin bunları açıklayamadığını yazdım, çalışmalarını da çürütüyorum. Benim çürütmeme de gerek yok aslında kendisi ortaya bir şey koyamadığı için kendi çürütüyor zaten. Robeets’in inandığı bilimsel okul Altay okulu, Türkiye’de de bu teoriye inananlar, milli görenler var. Türk bilim dünyasında da Türkler, Koreliler, Mançuryalılar ve Japonlar tek bir aileden gelir inancı vardır. Robbeets de buna inanan bir kadın ve bir bilim insanın daha önce inandığı, dile getirdiği bir görüşü değiştirmesi çok zordur. Halbuki Altay dil teorisi uluslararası alanda çöktü, şu an dünyada buna direnen iki isim var, biri Robbeets diğeri de Moskova’dan Anna Dybo. Bu ikisi kaldı Altay dil teorisini savunan. Türkiye’de ise konu çok takip edilmediği için bilinmiyor, dünyada hakim görüş bu sanılıyor oysa bilim dünyası kuşkulu bakıyor artık. Bilmeyince, içeriği bilinmeyen bir habere de atlamış oldu bizimkiler. Heyecan uyandırıcı görünüyor ama yeni olan bir şey yok içinde. Bu Altay kuramına inananların çalışmaları 20 yıldır devam ediyor. Bizde de yüz 99’u inanır bu teoriye dilciler, tarihçiler ama içine girmiş, bu teori neden bahsediyor diye sorduğumuzda doğru düzgün cevap verecek üç beş kişi arasanız bulamazsınız.
Kaynak: www.karar.com