Artık akıllanalım. Ne istedilerse vermeyelim. En doğrusu aynı şartlardaki birine verip ötekisine vermemek bizim inisiyatifimizde olmasın. Hukuk devleti olalım. E mi?
Sosyoloji okumalarımda ilk öğrendiklerimden biri, kurumların ve süreçlerin soyutlanması idi. Bir misal üzerinden anlatayım. Yeniçeriler sık sık, “Şeriat elden gidiyor!” diye kazan kaldırırdı. Bu kazan kaldırmalar bazen padişahın halledilmesiyle, yani devrilmesiyle sonuçlanırdı. Cumhuriyet döneminde birkaç kez askerî darbe yapıldı ve gerekçeler arasında “Laiklik elden gidiyor!” vardı. Şimdi bu ikisini, birbirine taban tabana zıt diye algılayabiliriz. Öyle ya, biri şeriat için, diğeri laiklik için. Fakat biraz uzağa çekilip bakarsak şunu görürüz: Topluma ait bir değer var. Osmanlı’da “şeriat”, Cumhuriyet’te “laiklik”. Her ikisinde de o değerin tehlikede olduğu gerekçesiyle isyan ediliyor. Kanun dışı bir güç kullanılıp yönetime el konuyor. Bu soyutlama mesafesinde bunlar zıt değil, benzer kurumlar, benzer süreçler.
İbni Haldun ne demiş?
Dahi bilim insanı İbni Haldun’un “Devletler de insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır, ölür.” diye anlatılan tezine bu açıdan bakmak istiyorum. Eğitimimizin aksayan taraflarından biri, kültürümüzün zirvelerinin isimlerini ezberletmekle yetinmemiz. Sayarız, “Farabi, İbni Sina, İbni Rüşt, İbni Haldun…”. İsimlerine üniversite bile açarız. Bu kadar. Ne yapmışlardır bu insanlar? Pek oraya gelmeyiz. Pek ender, Mukaddime’yi yazmıştır gibisinden, isimlere ek bir de eser ezberletilir. Peki Farabi ne demiş? Diğerleri? Haldun, Mukaddime’de ne yazmış?
Bakınız, kendi zamanını ve tanıdığı toplumu gözlemleyerek ne yazmış İbni Haldun:
Şehirde oturan, iktidara sahip bir topluluk vardır. Şehirde oturan yerleşiklere “hadari” diyelim. Veya “hazari”. Bir de çölde yaşayan, oturak olmayan, göçebe aşiretler, kabileler vardır. Bunlara da bedevi diyelim. Bedevilerde güçlü bir hiyerarşi vardır. İnsanlar hiyerarşiye itaat eder. Topluluğa sıkı sıkıya bağlıdırlar. (Haldun bu bağlılığa “asabiye” diyor.) Hadari iktidar da bir zamanlar bedeviydi, fakat artık değildir. İktidar ve şehir hayatı onların hiyerarşisini zayıflatmıştır. Birbirine bağlılıklarını da. İktidarın hiyerarşisi ve bağlılığı zayıflayadursun, çöldeki bedevi, onları devirip yerlerine geçmek için fırsat kollar. Nesiller geçer. Bedevinin asabiyesi hep aynıdır. Hadarinin gittikçe zayıflar. Nihayet bedevi, hadarinin bürokrasisinden de kendisine işbirlikçiler ayarlar ve bir darbeyle iktidarı ele geçirir. Bu ele geçirme- zayıflama- devrilme, ortalama 120 yıllık dönemlerde tekrarlanır. Bu kırkar yıldan üç yönetici neslidir.
İbni Haldun, darbeler ve FETÖ
Son yazdıklarım ayrıntı. Aslolan şu mekanizma: 1) İktidardaki aşirette-kabilede, bağlılığın ve hiyerarşinin zayıflaması. 2) Bedevide bağlılık ve disiplinin devamı ve iktidarı ele geçirme arzusu. Bedeviler, hadariler, aşiretler, kabileler geçmişte kaldı. Ama, bir soyutlama düzeyinden Haldun’un dediklerine bakarsak, belki bizdeki kanun dışı darbelerle benzer bir taraf görebiliriz. Aralarında hiyerarşi ve itaat bağlantısı bulunan gruplar. Asabiyet sahibi gruplar… Askerî darbeler için bu unsurların âlâsı vardır, diyebiliriz.
Peki başka?
Bir bakın, toplumumuzda hiyerarşi, itaat, bağlılık, asabiye sahibi başka topluluklar var mı? Bu FETÖ’nün bir tarifi gibi değil mi? Ve belki başka şeyh-ihvan gruplarının.
Ne yani? Geleneğimizin, kültürümüzün köşe taşlarından tasavvuf erbabı darbeci mi?
Bu soruyu ünlü sosyolog Gellner cevaplasın. Gellner, Müslüman Toplumu kitabında, “sufi grupları”nı ikiye ayırır. Bunların şehirli olanları, hadari tarikatlar, gerçekten mistiktir, sufidir. Bir de taşradaki şeyhler vardır. Bunlar da tarikat olma iddiasındadır, ama aslında küçük devletçikler gibidirler. Kendi vergilerini toplarlar. Kavga eden tabiler arasında yargı görevi görürler. Kimin kiminle evleneceğine bile karar verirler. Bir bakıma bedevi topluluklardır bunlar.
Ne isterlerse vermeyelim, e mi?
FETÖ de tarikat motiflerine, tarikat hiyerarşisine, bağlılığına sahipti. Hem de gayetle sahipti… Hadari miydi, bedevi mi? Bedevi hayatın hızla kaybolduğu dönemde bu ayrımın müritlerin ve şeyhin nerede yaşadığına göre değil, bağlılığın ve hiyerarşinin cinsine göre yapılması daha doğru olur. Bugün gözlediğimiz topluluklarda hadari- bedevi melezliği, bir nevi Gellner hibritleri gözlüyoruz.
Haldun’un devri gibi Gellner’in devri de geçiyor. Müslüman Toplumu kitabının yayımından bu yana 40 yıl geçti. Fakat aynı sosyolojik kurumlar, aynı süreçler, soyut şekilleriyle o zamanki gibi bugün de var: Hiyerarşi ve asabiye, yani grup bağlılığı. Devlet bürokrasine sızma, işbirliği…
Artık akıllanalım. Ne istedilerse vermeyelim. En doğrusu aynı şartlardaki birine verip ötekisine vermemek bizim insiyatifimizde olmasın. Hukuk devleti olalım. E mi?
Allah bize yeni 15 Temmuzlar, 12 Eylüller yaşatmasın. İktidarlar ancak ve ancak demokratik “hadari” seçimle değişsin.