“Milletimizi esir etmek isteyen düşmanları mutlaka mağlup edeceğimize olan emniyet ve itimadım bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada, bu tam güvenimi hem yüksek heyetinize hem bütün millete ve bütün dünyaya karşı ilan ediyorum.” (Atatürk, 5 Ağustos 1921)
Bugün 23 Ağustos 2023, 102 yıl önce bugün Sakarya Meydan Muharebesi başladı. Türk tarihinin en önemli savaşlarından biri, belki de en önemlisi Sakarya Meydan Muharebesi’dir, çünkü kaybedilmesi halinde Sevr Antlaşması’nın uygulanmasıyla Türkiye’nin paramparça olması, Anadolu’nun, Trakya’nın ve İstanbul’un tamamen elden çıkması ve belki de ilk kez “Türklerin vatansız kalması” söz konusuydu. Bu nedenle Sakarya, gerçek anlamda bir ölüm kalım savaşıdır.
ATATÜRK’ÜN KURTARICI KARARI
10 Temmuz 1921’de Yunan büyük taarruzu Kütahya Eskişehir Muharebeleri başladı. 13 Temmuz’da Afyon ve Bilecik Yunan ordularınca işgal edildi. 15 Temmuz’da Kütahya önlerinde şiddetli çarpışmalar oldu. 17 Temmuz’da Kütahya kaybedildi.
Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), 18 Temmuz’da Eskişehir’de Karacahisar karargâhında Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’yla görüştü. “Ordunun, Sakarya’nın doğusuna çekilmesini” istedi. Atatürk, askeri strateji açısından çekilmeyi gerekli görüyordu: “Askerliğin gereğini tereddütsüz uygulayalım. Diğer sakıncalara karşı koyarız” diyerek çekilme kararını tereddütsüz uygulattı. Atatürk bu kararıyla hem yeni kurulan düzenli orduları kuruluş sürecinde yok olmaktan kurtardı, hem Yunan ordusunu Anadolu içlerine çekerek onları harekât üssünden uzaklaştırıp lojistiklerini zorlaştırdı ve çok geniş bir alanı kontrol etmek zorunda bıraktı hem de orduyu yeniden derleyip toparlayacak zaman kazandı.
19 Temmuz’da Eskişehir Yunanlarca işgal edildi. 21 Temmuz’da Eskişehir’i geri almak için yapılan Türk taarruzu başarısız oldu. 22 Temmuz’da Türk ordusu geri çekilmeye başladı. 24 Temmuz’da Batı Cephesi Karargâhı Polatlı’ya taşındı. 25 Temmuz’da Türk ordusunun Sakarya’nın doğusuna çekilmesi tamamlandı. Atatürk, umutsuzluğun kol gezdiği o günlerde çevresindekilere “Ordu ayaktadır, sağlamdır. Çok değil, 20-25 gün daha vakit kazanalım, onlara göstereceğiz, behemehâl tepeleyeceğiz!” demişti.
Atatürk’ün tehlikeyi sezerek, çok kritik bir zamanda, bazı yerlerin kaybedilmesi ve bunun doğuracağı ağır eleştiriler pahasına orduyu geri çekmesi, sadece büyük komutanların verebileceği bir karardı. Org. Ali Fuat Erden’in deyişiyle, “Bu manevraya ‘ihtiyari stratejik çekilme’ denir. Bunu yapabilmek için büyük manevi cesaret lazımdır. Harp tarihinde geri çekilmeyi emreden ve onu başarıyla yapan komutanlar, imha muharebesi yapanlardan daha nadirdir.” (Ali Fuat Erden, Atatürk, s.80)
Atatürk’ün kaybedilen bir muharebe sırasında verdiği kurtarıcı bu karar, sonraki muharebelerin ve savaşın kaderini değiştirecekti. Atatürk’ün bu kararı, bir ay kadar sonra, Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasında büyük rol oynayacaktı.
BİR MİLLETİN SORUMLULUĞUNU ÜZERİNE ALMAK
Yenilmiş orduyla birlikte Atatürk’ün de yenileceğini düşünen meclisteki muhalifler, Atatürk’ün ordunun başına geçmesini istediler. Ona gerçekten güvenenler de o kritik aşamada düşman ilerleyişini onun durdurabileceğini düşünerek bu kararı desteklediler. Atatürk, “olağanüstü yetkili başkomutan” olması şartıyla bu isteği kabul edeceğini söyledi. Ancak milli iradeye duyduğu saygıdan dolayı bu olağanüstü yetkilerin üç ayla sınırlandırılmasını istedi. Tartışmalardan sonra meclis Atatürk’ü 5 Ağustos 1921’de olağanüstü yetkilerle başkomutanlığa getirdi. Başkomutanlık Kanunu’na göre meclis isterse üç ay dolmadan da yetkileri geri alabilecekti.
Atatürk, başkomutan olduktan sonra kürsüye geldi. Kendinden emin ve çok kararlı biçimde “düşmanları mutlaka mağlup edeceklerini” meclise, millete ve tüm dünyaya ilan etti.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın en bunalımlı döneminde, 15 gün içinde, önce orduyu Sakarya Nehri’nin doğusuna çekti. Sonra olağanüstü yetkili başkomutan olarak ordunun, meclisin, milletin ve vatanın tüm sorumluluğunu üzerine aldı. Böylece bir ölüm kalım savaşı öncesinde çok büyük bir sorumluluk alıp çok ağır bir yükün altına girdi.
Atatürk, 6 Ağustos günü bir bildiri yayımladı. Bu bildiride, meclisin ve milletin kesin iradesinin, Yunan ordusunu ana yurdumuzun “harimi ismetinde (temiz koynunda) boğarak” kurtuluş ve bağımsızlığı elde etmek olduğunu bildirdi.
TOPYEKÛN SAVAŞ HAZIRLIĞI
Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde ordunun durumu iyi değildi. O günlerde cepheyi gezen milletvekillerinin anlattığına göre askerin pek çoğunda çarık yoktu, askerin çoğu yalın ayaktı. Askerin yüzde 80’inde gerekli elbise, üniforma yoktu, var olanlar da eskiydi, kimi askerler sivil giysiler içindeydi. Gece soğuk olmasına karşın askerin kaputu yoktu. Askerin yeterli iç çamaşırı bile yoktu. Yeterli suyu yoktu, çoğu matarasızdı. Kırbaları, fıçıları eksikti. Tütünleri yoktu, erler ot içiyordu. Sigara kâğıdı yoktu. Posta hizmeti aksıyordu. Askerin yüzde 20’sinin süngüsü yoktu. Birçok süvarinin kılıcı yoktu. Ağır yaralıları taşıma olanağı yoktu. Geri hizmetler iyi değildi. Ayrıca asker yakınları da geçim sıkıntısı içindeydi. (Sina Akşin, Savaş ve Etnik Temizlik, s.372-375) Un bulamayan insanlar kaynamış ve kavrulmuş buğdayla karınlarını doyuruyordu. En önemlisi de cephede yeterli asker yoktu. Genelkurmay kaynağına göre Kütahya-Eskişehir ve Sakarya muharebeleri sırasında kaçak sayısı 48.335 kişiye yükselmişti. (Türk İstiklal Harbi, “İdari Faaliyetler”, C.7, s. 356) Acil 20 bin askere ihtiyaç vardı.
İşte bu koşullarda Başkomutan Atatürk, 7/8 Ağustos 1921’de Tekâlifi Milliye Emirlerini yayınladı. Buna göre bedeli sonradan ödenmek koşuluyla halkın elindeki yiyecek, giyecek maddelerinin yüzde 40’ı, öküz ve at arabalarının yüzde10’u, binek ve taşıt hayvanlarının yüzde 20’si, ayrıca her evden bir kat çamaşır, birer çift çorap, çarık istendi. Türk halkı başkomutanın çağrısına kayıtsız kalmadı, elinde avucunda ne varsa orduya verdi.
Sevkıyat ve Nakliyat Genel Müdürlüğü yeniden yapılandırıldı. Konya’ya ek olarak Çorum, Yozgat, Kırşehir, Sivas ve Kayseri’de ambarlar kuruldu. Cepheye silah ve cephane nakli organize edildi. Cephenin ekmek ihtiyacı için uygun yerlerde fırınlar inşa edildi. El Cezire ve Doğu cephelerinden Batı Cephesi’ne silah, cephane, araç-gereç, askeri kuvvet getirildi. İstanbul’dan Anadolu’ya silah, cephane, araç-gereç kaçırıldı. Sovyet Rusya’dan alınan silah ve cephanenin bir kısmı geldi. Ordu mevcudu artırıldı. (Türk İstiklal Harbi, C.7, s. 331-382)
Bir ölüm kalım savaşı ancak Atatürk’ün ifadesiyle “topyekûn savaş” mantığıyla kazanılabilirdi. Atatürk, Nutuk’ta bu topyekûn savaş stratejisini şöyle açıklıyor: “Savaş ve çarpışma demek yalnız iki ordunun değil, iki milletin bütün varlıklarıyla, bütün mallarıyla, bütün maddi ve manevi güçleriyle karşılaşması ve birbiriyle vuruşması demektir. Bunun için bütün Türk milletini, cephedeki ordu kadar, düşüncesi ve duygusuyla ve fiili olarak savaşla ilgilendirmeliydim.”
Atatürk, bu topyekûn savaş stratejisiyle cephedeki ordu kadar cephe gerisindeki halkı da seferber etti. İstanbul’dan Anadolu’ya kaçırılan silah ve cephaneyi kadınlar kağnılarla cepheye taşıdılar. İmalatı Harbiye’nin becerikli ve fedakâr işçileri eldeki toplara uymayan top mermilerini bile tornadan geçirdiler. Pencere demirlerinden süngü, saban demirlerinden kılıç yapıldı. Çorak yaylalardaki eski ahşap evler yıkılıp tahtaları lokomotiflerde yakıt olarak kullanıldı.
Başkomutan Atatürk, oldukça kısa sürede orduyu, meclisi ve milleti bir ölüm kalım savaşına hazırlamayı başardı.
SATHI MÜDAFAA STRATEJİSİ
Kütahya-Eskişehir Muharebeleri sonunda düşman Ankara’nın 80 km yakınlarına kadar gelmişti. Şimdiki hedefleri Ankara’yı ele geçirip Sevr Antlaşması’nı TBMM’ye onaylatmaktı. Kütahya-Eskişehir Muharebelerinin üzerinden bir ay bile geçmemişti. Yunan Genelkurmayı’na göre hiçbir ordu bu kadar kısa sürede toparlanıp yeni bir muharebeye hazırlanamazdı. Yunan ordusuna İngiliz desteği devam ediyordu. Silah ve cephaneleri tamdı. Başlarında kralları (Konstantin) ve prensleri (Andrea) vardı. Tek sorunları ordu içinde yayılmaya başlayan Bolşevizm’di.
Başkomutan Atatürk ise dört bir yandan kuşatılmıştı. Batıda Yunan orduları, Ankara’da muhalifler, doğuda Batum’da, olumsuz bir durumda Bolşevik kuvvetlerle Anadolu’ya yürüme hesapları yapan Enver Paşa, İstanbul’da Padişah Vahdettin ve İngilizler, güneyde Fransızlar… Hepsi fırsat kolluyordu.
Sakarya Meydan Muharebesi’nde orduların durumu şöyleydi:
Yunan ordusu: 120.000 er, 3.780 subay, 57.000 tüfek, 2.768 makineli tüfek, 1.350 kılıç, 386 top, 3.800 hayvan, 600 adet 3 tonluk kamyon, 240 adet 1 tonluk kamyon ve 18 uçak.
Türk ordusu: 96.326 er, 5.401 subay, 54.572 tüfek, 825 makineli tüfek, 1.309 kılıç, 196 top, 32.137 hayvan ve 2 uçak. (Türk İstiklal Harbi, C.7, s. 331)
Yunan ordusu sayıca neredeyse her bakımdan Türk ordusundan daha üstündü.
12 Ağustos 1921’de Fevzi Paşa’yla birlikte Polatlı’da cepheye giden Başkomutan Atatürk, İnler Katrancı yakınlarında atından düşerek yaralandı. 16 Ağustos gecesini Ankara’da geçiren başkomutan, 17 Ağustos’ta Alagöz’deki karargâha gitti. Savaşı, kırık kaburgasıyla buradan yönetecekti.
Başkomutan Atatürk, düşmanı belli bir hatta karşılamayacaktı, durağan bir mevzi muharebesi yapmayacaktı; birliklerini, belirli bir düzen içinde ve birbiriyle koordineli biçimde hareket ettirerek düşman saldırısı karşısında vuruşa vuruşa -Polatlı Haymana’ya, Mangaldağı’na sırtını dayayıncaya kadar- geri çekecekti. Alan savunması yapacaktı. Böylece düşmanı 100 km’lik genişlikte, 20 km’lik derinlikte sürekli hareketli biçimde savaşmak durumunda bırakacaktı. Sonra en uygun zamanda, kaybedilen yerleri karşı taarruzlarla geri alacaktı. Bu, Atatürk’ün “sathı müdafaa stratejisi”ydi. Kendi ifadesiyle, düşmanı “Anadolu’nun harimi istemine” çekerek orada boğacaktı.
Yunan orduları, 14-23 Ağustos 1921 tarihleri arasında Ankara’ya doğru ilerlediler. Türk orduları ise Atatürk’ün sathı müdafaa stratejisiyle geri çekildiler. İki ordu, 23 Ağustos 1921’de karşı karşıya geldi. 24 Ağustos’ta Mangaldağı, 26 Ağustos’ta Türbetepe Yunanların eline geçti. Atatürk, gerekirse TBMM’nin Ankara’dan Kayseri’ye taşınmasını emretti. Ancak Yunan taarruzu durdurulunca bu emri uygulatmadı.
100 km’lik genişlikte, 20 km’lik derinlikteki bir cephede gerçekleşen muharebede Türk ordusunun sol kanadı Ankara’nın 50 km güneyine kadar çekildi. Ordunun yönü değişti. 27 Ağustos’ta Yusuf İzzet Paşa’nın, “Bu hat giderse hangi hattı savunacağız?” diye sorması üzerine Başkomutan Atatürk, “sathı müdafaa stratejisini” şöyle açıkladı: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz. Onun için küçük büyük her birlik ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder…” Başkomutan, bu stratejiyi ordulara emir olarak da bildirdi.
Yunan orduları, 30-31 Ağustos’ta da şiddetli hücumlarını sürdürdü. Atatürk, Fevzi Paşa’nın da fikrini alarak geri çekilmeye son verdi. Türk orduları Haymana’da savunma düzeni aldı. 2-3 Eylül’de Yunan taarruzları önlendi. 6 Eylül’den itibaren Türk orduları üstün duruma geçti.
Başkomutan Atatürk, 9 Eylül’de bazı silah arkadaşlarıyla Polatlı’nın kuzeyindeki Zafertepe’ye geldi. Gerekli hazırlıkları yaptı. 10 Eylül’de Beylikköprü’nun doğusundan Türk karşı taarruzunu başlattı. 10 Eylül’de Duatepe, 12 Eylül’de Çaldağı ve Mangaldağı kurtarıldı.
Yunan ordusu çok ağır kayıplar verdiği muharebede 13 Eylül’de kentleri yakıp yıkarak geri çekilmeye başladı. Türk ordusunun da mevcudu ve cephanesi azalmıştı. Takip hareketinden istenilen sonuç alınamadı. 1683 Viyana Bozgunu’yla başlayan Batı karşısındaki Türk geri çekilişi, 238 yıl sonra Sakarya Meydan Muharebesi’yle Ankara önlerinde, Polatlı’da Haymana’da durduruldu.
Sakarya gerçek anlamda vatan kurtaran bir zaferdi. Falih Rıfkı Atay’ın deyişiyle, “Ben şimdi İstanbul’un bir köşesinde bu satırları Sakarya Savaşı’nı kazandığımız için yazabiliyorum. Bu sırada siz İstanbul denizini hâlâ o zafer şerefine seyrediyorsunuz.” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s.339)
Kaynak: Sinan Meydan – Cumhuriyet